Demagojinin Böylesi II

Pazar, 18 Mart 2007

CTP Başkanı ve Başbakan Ferdi Sabit Soyer yoldaşımız Lefkoşa İlçe Örgütü kongresinde solcu sözlerle hükümet olarak geçirmeye çalıştıkları yasalara sosyalizm bilimine sığınarak kılıf uydurmaya çalıştı. CTP'nin hükümete geldiğinden bu yana ilk defa sosyalizme bu kadar vurgu yapmasının işçi ve emekçi ve memur kesimler arasında son dönemde gelişen ve ivme kazanan eylemlerle bağıntılı olduğu açıkça görülüyor.

Ferdi yoldaş, CTP-BG'nin kurulduğu günden beri öncülük yapan, sol, sosyalist bir parti olduğunu vurgulayarak, sol ve sosyalizmin durağan ve statik, solculuğun da yaftadan ibare olmadığını, solun durağan olduğu ortamlarda, yaftalardaki tüm keskin söyleme karşın, gericileştiğini ve sol düşüncenin özünün gelişme, ilerleme, refah için üretici güçlerin ilerlemesi olduğunu, ekonomik aklı önde tutan, sosyal adaleti savunan bir analizle politikalar üreten bir örgüt olduğu açıklamaları işçi sınıfı ideolojisi bilimsel sosyalizme bir meydan okuma anlamına geliyor.

Biz CTP'nin sol ve sosyalist bir parti olup olmadığını öne sürdüğü gerekçelerle yaptığı uygulamaları ele almak zorundayız. Ne de olsa aynası işidir kişinin lafına bakılmaz...

Bir kere Ferdi yoldaşımızın sol ve sosyalizmin durağan olmadığı konusundaki yaklaşımı gerçekten de doğrudur. Sol ve sosyalizmi durağan görenler, bundan 160 yıl önce Komünist Partisi Manifesto'su ile temelleri atılan bilimsel sosyalizmi anlamadığını gösteriyor. Marksizm-Leninizm olarak bilinen bilimsel sosyalizm saygınlığını kullanıp burjuva siyaset yapanlar ancak durağan kalabiliyor.

Gerçekten de bilimsel sosyalizm ilkeleri ile hareket edenler üretici güçlerin ilerlemesi için mücadelelerini örgütlerler ve yürütürler. Ve toplumda üretimde aktif yer alan çalışanların ihtiyaçlarına cevap vermek için yaşanan değişimleri dikkate almak zorundadırlar. İyi de nedir bu üretici güçler ve nasıl ilerleyebilirler?

İnsanoğlu yaşamını sürdürmek için üretim yapmak zorundadır. Üretim yapmadan ne yemek yiyebilir ne de diğer ihtiyaçlarını karşılayabilir. Üretim yapabilmek için insanoğlu kendi emeğini, iş nesnesini ve iş araçlarını bu üretim sürecinde kullanır.

İnsan emeğinin üzerinde kullandığı her şey, yani ağaçlardaki meyveden tutun da maden ocaklarındaki madene kadar olan her şey, İŞ NESNESİdir. Bazı iş nesneleri daha sonra başka üretimde kullanılmak üzere hammadde olarak üretimde devreye girer. Ve insanoğlu bu iş nesnelerini etkilemek için, örneğin maden ocaklarından maden çıkarmak için, ya da çimento üretmek için alet-araç kullanır. Kullanılan aletlerin hepsine de İŞ ARAÇLARI adı verilir. Nasıl ki eski toplumlarda bir çekiç iş aracı idi bugünkü toplumda da bilgisayarlar iş araçlarından bir tanesidir. İş nesneleri ile iş araçlarının toplamına da ÜRETİM ARAÇLARI denir. Ve üretim araçları insan emeği değmeden tek başına hiçbir işe yaramaz. Onlar üretimin PASİF unsurlarıdırlar. Tam otomatik fabrikaların devreye girerek üretim yapabilmesi bile insan emeğini gerektirir.

İnsanoğlu üretim yaparken gerek kafa gerekse de kol emeğini harcar. Nasıl ki bir inşaat işçisi kol emeğini harcayarak inşaat yapıyorsa bir bilgisayar programcısı da yazılım için kafa emeğini (klavyeyi de kullanarak da kol emeğini) harcıyor. Bu sayede üretim araçları harekete geçirilir ve yeni ürünler ortaya çıkar. Elbette ki bazı ürünler insanoğlu yaşamını ilerletmede kullanılırken bazıları da insanoğlunun yaşamına son vermede kullanılır (silahlar). İnsanoğlunun bu çalışma yeteneği İŞGÜCÜ olarak adlandırılır. Ve bu işgücü üretimin AKTİF unsurudur. Yani işgücü olmamış hiçbir üretim olmaz. Bu üretimde yer alan insanlar ise toplumun ÜRETİCİ GÜÇLERini oluştururlar.

Tüm bu üretim sürecinde insanlar arasında bir ilişki ortaya çıkar. Üretimde ortaklaşa yapılan etkinlik ve karşılıklı değiş tokuş sayesinde bu üretim gerçekleşir. Günümüz kapitalist toplumunda bu üretim o kadar çok gelişmiştir ki artık bireysel üretimin toplam üretimdeki payı devede kulak olarak kalmıştır. Toplumsal -Sosyal- üretim hayatın her yerine yayılmıştır. Üretim toplumsal olduğu halde paylaşıma gelindiğinde bu paylaşımın bireysel olduğunu, yani ürünlerin sermaye sınıfı, kapitalistlerin mülkiyetinde kaldığını ve bunun da ÜRETİCİ GÜÇLERin – yani üretimde yer alan insanların - gelişmesinde en büyük engel olduğunu görürüz. Ve ÜRETİCİ GÜÇLER geliştikleri için onların gelişmesini engelleyen kapitalist sınıfla çatışmak zorunda kalıyorlar. Kapitalist üretim ilişkilerine son vererek çok daha rahat ve hızlı gelişmek ister ÜRETİCİ GÜÇLER. Kapitalist-emperyalist şartlarda üretici güçlerin gelişiminin gereğinin yapılması kapitalizmi-emperyalizmi gereksiz kıldığı için kapitalistler-emperyalistler tarafından bu gelişim durdurulmak istenir. Bunun içindir ki üretici güçlerin gelişimine uygun üretim ilişkileri, bugün kapitalizm-emperyalizmin yıkılmasını ve sosyalizmin yeni ve üretici güçlerin gelişimine uygun bir üretim ilişkisi olarak kurulmasını zorunlu kılar.

İyi de biz bunları neden açıklama ihtiyacı duyuyoruz?

Sosyalizmden azıcık haberdar olan herkes Politik Ekonomi'den de haberdardır. Ve bu konuda Ferdi yoldaşımızın da haberdar olduğunu ümit ederiz. Haberdar olmasa ÜRETİCİ GÜÇLERin önünü açma gibi laflar da sarf etmezdi zaten...

Ve bilimsel sosyalizmi azıcık anlayan herkes ÜRETİCİ GÜÇLERin önünün kapitalist üretim ilişkilerine son vererek açılacağını çok iyi bilir. Sınıf çatışması, grevler, protestolar vs. hep ÜRETİCİ GÜÇLERin önünün tıkanmasından dolayı patlak verir. Kapitalist toplum ve sermaye çevreleri bu sınıf çatışmasına karşı ya şiddet uygularlar ve çalışanları yani ÜRETİCİ GÜÇLERİ baskı altında tutarlar, ya da üretici güçleri yok ederek, yani onları üretimden devre dışı bırakarak, yani onları ya işsiz bırakarak ya da top-tüfek-füze ile öldürerek... Tüm bu yöntemler kapitalist üretimin krizlerle boğuşarak ayakta kaldığını gösteriyor.

Ve kapitalist toplum tüm bu yıkımlardan sonra kısmi bir refaha kavuşur. Her şeyin güllük gülistanlık olduğunu ve olacağını vaat ederek. Ta ki başka bir çatışma ve krizle üretici güçler, yani çalışan insanlar, yıkıma uğratılana kadar. Bugünkü kapitalist-emperyalizm tam bir kısır döngü içinde varlığını ayakta tutmaya çalışıyor ve her defasında yarattığı yıkım geçmişe oranla daha da büyük oluyor. Bu nedenle değil midir ki dünyada 800 milyon her gün aç uyumak zorunda kalıyor. Bu nedenle değil midir ki binlerce gerek üniversite gerekse de lise mezunu gencimiz işsiz ve aile desteği ile ayakta durmak zorunda kalıyor...

İyi de biz bunları neden açıklama ihtiyacı duyuyoruz?

CTP hükümete gelirken refahtan söz etmişti, hala daha refahtan söz ediyor... Kuzey Kıbrıs'ta geçmişe oranla daha fazla refahın yaratıldığı bir gerçektir. Bunu kimse inkar edemez. Kişi başına gelirin de yılda 10 bin ABD dolarından fazla olduğu da bir gerçek. Ancak bu söylemler hep genel sözlerdir. Yaratılan refahın kimin ellerinde biriktiğine bir bakıldığında bir de ne görüyoruz? Bu refahın büyük çoğunluğunun, aslan payının, bir avuç sermaye sahibi olan kapitalist ve tüccarların elinde biriktiğidir. Bundan iki yıl önce aldığı asgari ücretle ev kiralayarak yaşamak zorunda kalan çocuksuz genç çiftler artık bugün aldığı asgari ücretle ev kiralayarak hayatlarını idame edemez duruma geldiler. Hele de bebek sahibi olan genç aileler büyükanne-büyükbaba yardımı olmadan yaşamlarını idame bile edemezler. İlkokul, ortaokul, lise ya da üniversitede çocuk okutanlardan söz etmiyoruz bile... Refahtan söz edip duran Soyer, kişi başına milli gelirin istatistiki verilerini böbürlenerek açıklarken, bir de o süre zarfındaki günlük yaşamda kullanılan tüm ihtiyaç ürünlerindeki – ekmek, peynir, ev kirası, elektrik, su, gaz, sebze fiyatları, vs.- pahalılığının istatistiklerini verse nasıl olur?

Ve Ferdi yoldaşımızın başını çektiği CTP hükümeti üretici güçlerin, yani çalışanların, yani üretenlerin, gelişmesinin önünde engel olan ve işçi-işveren, hükümet-memur, sınıfları arasında çatışmalarla kendisini açığa vuran kapitalist üretim ilişkilerini, uygulamaya koyduğu ya da koymaya çalıştığı yasalarla "çağdaşlaştırmaya" çalışıyor. Bunu da hepimize üretici güçlerin gelişmesinin önündeki engellerin kaldırılması olarak yutturmaya çalışıyor.

Tüm bu gerçekler bilindiği halde CTP hükümeti Tek Tip Sosyal Güvenlik Yasası'nın, enflasyonun yüzde 18 olduğu bu günlerde Asgari Ücret ve memurlara yüzde 8 maaş artışı dayatmasının üretici güçlerin önünü açma amaçlı olduğunu söylemsi tam bir DEMAGOJİ örneği değil de nedir?!

Ve bu demagojiyi de haklılaştırmak için Ferdi yoldaş "solun gericileştiğini" ilan edecek kadar ileriye gidiyor. Gericileşen sol değil, solun saygınlığını kullanarak TC, AB ve ABD emperyalistleri ile aynı yatakta yuvarlanan ve Tony Blair sosyalizmini bize gerçek sosyalizmmiş gibi yutturmaya çalışan Perinçek ve onların Kıbrıs'taki gizli ve aşikar dostlarıdır.

"Her parlayan şey altın değildir" diyor Lenin... Ne kadar da haklıymış...

Çalışan kitlelerin, ter döken işçilerin, yoksul köylülerin ve dar gelirli memurların sol ve sosyalizme olan sempatisinin demagojilerle bu kadar alçakça sömürüldüğünü, Ferdi yoldaşımız kusura bakmasın ama, CTP'de daha önce görmemiştik.

"BM gözetiminde toplumlararası görüşmelerle AB üyesi ve federal bir Kıbrıs" stratejisinin CTP'yi getirdiği nokta tüm çalışan kesimler tarafından görülüyor artık... Ve Ferdi yoldaşımızın "AB kurallarının bunu gerektirdiği" açıklaması ne kadar doğru ise "kızıl elmacılar"ın AB düşmanlığı da o kadar sahtedir.

Bu nedenle üretici güçlerin önünün tamamıyla açılmasını savunan bilimsel sosyalizm savunucuları gerek AB'nin sahte çağdaşlığına, gerek CTP'nin sosyalizm aldatmacasına gerekse de "kızıl elmacılar"ın bağnaz milliyetçiliğine karşı amansız mücadeleyi kendilerine görev sayar.