İKİNCİ KISIM PARANIN SERMAYEYE DÖNÜŞÜMÜ

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

SERMAYENİN GENEL FORMÜLÜ

META dolaşımı, sermayenin çıkış noktasıdır. Meta üretimi dolaşımı ve ticaret denen daha gelişmiş dolaşım biçimi, sermayenin doğup büyüdüğü tarihsel temeli oluştururlar. 16. yüzyılda dünyayı saran ticaret ile yeryüzüne yayılan pazar, sermayenin modern tarihinin başlangıcı olmuştur.

Meta dolaşımının maddi özünü, yani çeşitli kullanım-değerlerinin değişimini bir yana bırakır ve yalnızca bu dolaşım sürecinin yarattığı ekonomik şekilleri dikkate alırsak, bunun sonal sonucunun para olduğunu görürüz: meta dolaşımının bu son ürünü, sermayenin göründüğü ilk biçimidir.

Tarih açısından sermaye, toprak mülkiyetinin tersine, her zaman başlangıçta para biçimini alıyor; paradan oluşan servet, tüccar ve tefeci sermayesi olarak ortaya çıkıyor.[1] Ne var ki, sermayenin ilk ortaya çıkış biçiminin para olduğunu keşfetmek için, (sayfa 160) sermayenin kökenine kadar inmemize hiç de gerek yoktur. Bunu her gün kendi gözümüzle görüyoruz. Her yeni sermaye, başlangıçta sahneye, yani pazara, ister meta, ister emek ya da ister para piyasasına, günümüzde bile, belirli bir süreçle sermayeye dönüşeceği para biçiminde çıkıyor.

Para ile, yani yalnızca para ile sermaye olan para arasındaki gözümüze çarpan ilk fark, dolşımın biçimlerindeki ayrılıktan başka bir şey değildir.

Metaın en basit dolaşım biçimi M-P-M, metın paraya dönüşmesi, ve paranın gerisin geriye meta haline gelmesidir; ya da satınalmak için satmaktır. Ama, bu biçimin yanısıra ondan tamamen farklı başka bir biçim görüyoruz: P-M-P, paranın metaya dönüşümü ve tekrar para halini alışı; ya da satmak için satınalmak. Bu ikinci biçimde dolaşımını tamamlayan para, böylece sermayeye dönüşür, sermaye halini alır, ve zaten aslında sermaye olma özelliğindedir.

Şimdi P-M-P devresini biraz daha yakından inceleyelim. Bu da, öteki gibi, iki karşıt evreyi kapsar. İlk evrede, P-M, ya da satınalmada, para, metaya dönüşmüştür. İkinci evrede, M-P, ya da satışla meta, tekrar para halini almıştır. Bu iki evrenin birleşmesi, paranın bir meta ile ve aynı metaın tekrar parayla değişildiği tek bir hareket meydana getirir; burada meta, satılmak için satınalınmıştır, ya da satınalma ile satma arasındaki biçim farkını bir yana bırakırsak, metaın para ile, ve ardından paranın meta ile satınalındığını söyleyebiliriz.[2] Sürecin evrelerinin yokolduğu sonuç, paranın parayla değişilmesi, P-P'dir. 2.000 libre pamuğu 100 sterline alırsam ve 2.000 libre pamuğu 110 sterline yeniden satarsam, aslında 100 sterlini 110 sterlinle, parayı para ile değişmiş olurum.

Bu yolla, şimdi, birbirine eşit iki miktar para, 100 sterlin ile 100 sterlin, birbiriyle değişilmek istense, açıktır ki, P-M-P devresi, saçma ve anlamsız bir şey olurdu. Cimrinin uyguladığı plan daha sade ve daha güvenliydi; 100 sterlinini dolaşımın tehlikesine atacağına, ona sıkı sıkıya sarılıyordu. Öte yandan, tüccar 100 (sayfa 161) sterline aldığı pamuğu, ister 110 sterline, ister 100, ve hatta ister 50 sterline satsın, onun parası, tahıl satarak elde ettiği parayla kendisine elbise satınalan köylünün parasının hareketinden nitelik ve ilk hareket yönünden tamamen farklıdır. Bunun için, bizim, ilkönce, P-M-P ile M-P-M dolaşım biçimleri arasındaki ayırdedici niteliği incelememiz gerekir; böylece yalnızca biçim farklarının ardında yatan gerçek durum da ortaya çıkmış olur.

Öyleyse ilkin iki biçimin ortak yanlarını görelim.

Her iki dolaşım da, aynı iki karşıt evreye ayrılabilir: M-P, satış, ve P-M, satınalma. Her iki evrede de aynı maddi öğeler, meta ve para, ve aynı ekonomik dramatis personæ alıcı ve satıcı, birbirleriyle karşı karşıya gelirler. Her dolaşım, aynı iki karşıt aşamanın birliğidir, ve her iki durumda da bu birlik, alışverişe dahil olan üç ayrı tarafın işlemleri ile meydana gelir: bunlardan birisi yalnızca satar, öteki yalnızca satınalır, üçüncüsü ise hem satınalır hem satar.

Bununla birlikte, M-P-M ile P-M-P devrelerini birbirinden ayıran başlıca şey, iki evrenin ardarda geliş sırasının tersine çevrilmiş olmalarıdır. Basit meta dolaşımı, bir satış ile başlar ve bir satmalma ile sona erer, oysa paranın sermaye olara dolaşımı bir satınalma ile başlar ve satışla sona erer. Bir durumda, hem çıkış noktası, hem amaç, metadır, ötekinde paradır. İlk biçimde hareketi meydana getiren paradır, ikincide metadır.

M-P-M devresinde para, sonunda kullanım-değeri olarak hizmet eden bir metaya dönüşür, büsbütün harcanmış olur. Tersine dönmüş biçim olan P-M-P'de, tersine, alıcı, sonra da satıcı olarak parayı yeniden ele geçirmek üzere elden çıkartır. Meta satınalmakla parayı dolaşıma sokar, aynı metaı satarak parayı tekrar çeker. Parayı elden çıkartır, ama bunu, tekrar ele geçirmek gibi kurnazca bir amaçla yapar. Demek ki, para harcanmamiş oluyor, yalnızca sürülmüş oluyor.[3]

M-P-M biçiminde aynı para parçası iki kez yer değiştirir. Satıcı, onu alıcıdan alır, başka bir satıcıya öder. Tam dolaşım, meta için paranın alınması ile başlar ve başka meta için para ödemekle son erer. P-M-P devresinde ise durum tersinedir. (sayfa 162)

Burada iki kez yer değiştiren şey, para değil metadır. Alıcı, onu satıcının elinden alır ve başka bir alıcıya devreder. Tıpkı basit meta dolaşımında aynı para parçasının iki kez yer değiştirerek bir erden diğerine geçmesini sağlıyorsa, burada da aynı metaın iki kez yer değiştirmesi, paranın ilk çıkış noktasına dönmesini sağlıyor.

Bu geri dönüş, kendisi için ödenenden daha fazlasına satılan metaya bağlı değildir. Bu durum, ancak geriye dönen paranın miktarını etkiler. Geriye dönüş, satınalınan meta satılır satılmaz, bir başka deyişle, P-M-P devresi tamamlanır tamamlanmaz olur. Burada, paranın sermaye olarak dolaşımı ile salt para olarak dolaşımı arasındaki fark açıkça görülür. Bir metaın satışı ile ele geçen para, bir başkasının alınmasıyla elden çıkar çıkmaz M-P-M devresi tamamlanmış olur.

Bununla birlikte, eğer para, tekrar çıkış noktasına dönüyorsa, bu, ancak işlemin yenilenmesi ya da yinelenmesi ile olur. Eğer bir kile buğdayı 3 sterline satarsam ve bu 3 sterlinle elbise alırsam, benim yönümden bu para harcanıp bitmiştir. Artık o, elbise tüccarına aittir. Hem şimdi, ikinci bir kile buğday daha satarsam, para bana gelir, ama bu ilk alışverişin sonucu değil, onun yinelenmesinin sonucudur. Bu ikinci alışverişi yeni bir satınalmayla tamamlar tamamlamaz, para tekrar elimden çıkar. Bu nedenle, M-P-M devresinde paranın harcanması ile paranın geri dönüşü arasında hiç bir ilgi yoktur. Öte yandan, P-M-P devresinde paranın dönüşü, harcanış şekli ile koşullanmıştır. Bu dönüş olmaksızın, tamamlayıcı ve sonal aşamanın, yani satışın bulunmaması nedeniyle bu işlem noksan kalmış ya da süreç kesintiye uğramış ve tamamlanmamıştır.

M-P-M devresi, bir meta ile başlar ve, dolaşımdan çıkıp tüketim alanına giren başka bir meta ile sona erer. Tüketim, gereksinmelerin karşılanması, tek sözcükle kullanım-değeri, bu devrenin sonu ve amacıdır. P-M-P devresi, tersine, parayla başlar, parayla biter. Bunun için, onu harekete getiren şey, onu çeken amaç, yalnızca değişim değildir.

Metaın basit dolaşımında, devrenin iki ucunda da aynı ekonomik biçim vardır. Bunların her ikisi de meta, ve eşit değerde metadır. Ama bunlar, aynı zamanda, örneğin buğday ve giyside olduğu gibi, farklı nitelikte kullanım-değerleridir. Ürünlerin, toplum emeğinin cisimleştiği farklı maddelerin değişimi, burada (sayfa 163) hareketin temelini oluşturur. P-M-P dolaşımında durum farklıdır; salt bir yineleme olduğu için ilk bakışta amaçsız gibi görünür. Her iki uçta da aynı ekonomik biçim vardır. İkisi de paradır ve bu nedenle nitelikçe farklı kullanım-değerleri değildir; çünkü para, özel kullanım-değerlerinin içinde kaybolduğu metataların dönüşmüş biçiminden başka bir şey değildir. 100 sterlini pamuk ile değişmek ve ardından tekrar aynı pamuğu 100 sterlinle değişmek, parayı parayla, aynı şeyi aynı şeyle değişmenin yalmzca dolaylı bir yoludur ve, saçma olduğu kadar amaçsız bir işlem gibi görünür.[4] Para miktarı, birbirlerinden ancak büyüklükleri ile ayırdedilebilir. Demek ki, P-M-P sürecinin özelliği ve eğilimi, her ikisi de para olduğu için, uçları arasındaki herhangi bir nitel farktan değil, yalnız bunların nicel farklarından ileri geliyor. Dolaşımdan, sonuçta, başlangıçta konulduğundan daha fazla çekilmiş oluyor. 100 sterline alınan pamuk, belki de 100+10 ya da 110 sterline tekrar satılıyor. Bu sürecin doğru biçimi, bu nedenle, P-M-P''dür ki, burada P' = P + D P = ilk sürülen para, artı, bir fazlalık. İşte ilk değerinin üstünde bu artışa ya da fazlalığa ben "artı-değer" diyorum. Başlangıçta sürülen değer, demek ki, dolaşımda ilk haliyle kalmak şöyle dursun, kendisine bir artı-değer katar ya da kendisini çoğaltır. İşte onu sermayeye çeviren şey, bu harekettir.

Kuşkusuz, M-P-M devresindeki iki uç, M-M, diyelim buğday ile giysi, pekâlâ farklı değerin farklı niceliklerini temsil edebilirler. Çiftçi buğdayını değerinin üzerinde satabilir ya da giysiyi (sayfa 164) değerinin altında satınalabilir.. Ya da giysi tüccarı tarafından "kazıklanabilir". Böyle de olsa, incelediğimiz dolaşım biçiminde bu gibi değer farkları tamamen raslansaldır. Buğday ile giysinın eşdeğer olmaları gerçeği, P-M-P devresinde olduğu gibi süreci anlamsız hale getirmez. Değerlerinin eşdeğerlikleri burada, daha çok, sürecin normal gidişinin zorunlu bir koşuludur.

Satınalmak için satmak işinin yinelenmesi ya da, yenilenmesi, bu hareketin amacıyla, yani tüketim ya da belirli gereksimnelerin karşılanmasıyla sınırlıdır; bu sonal amaç, dolaşım alanının dışında kalır. Ama satmak için tersine, aynı şeyle, parayla, değişim-değeriyle başlar, aynı şeyle bitiririz; ve böylece hareket bitmez tükenmez hale gelir. Kuşkusuz, P, P + D P olur, 100 sterlin 110 sterlin olur. Ama yalnız onların nitel yanlarına bakıldığında, 110 sterlin, 100 sterlinin aynısıdır, yani paradır, ve miktar yönünden ele alınırsa, 110 sterlin de 100 sterlin gibi belirli ve sınırlı bir değer toplamıdır. Eğer şjmdi 110 sterlin para olarak harcanırsa, rolünü bırakmış olur; artık sermaye değildir. Dolaşımdan çekilirse yığılmış para halinde donup kalır, ve bu durumda kıyamete kadar beklese bir kuruş bile artmaz. Öyleyse, değerin genişlemesi bir kez amaç edinilirse, 100 sterlinin olduğu gibi, 110 sterlinin de değerinin artması için aynı neden sözonusudur; her ikisi de, nicel artışla mutlak servete mümkün olduğu kadar yaklaşmak için değişim-değerlerinin sınırlı ifadesinden başka bir şey olmamaları nedeniyle aynı amaca yönelmişlerdir. Başlangıçta sürülen 100 sterlin, daha sonra dolaşım sırasında kendisine eklenen 10 sterlinlik artı-değerden geçici olarak farklıymış gibi görünür, ama bu fark derhal kaybolur. Sürecin sonunda, bir elimizle ilk 100 sterlini, öteki elimizle artı-değer olan 10 sterlin almayız. Biz, yalnızca, çoğalma sürecine başlamak için ilk 100 sterlinin sahip olduğu aynı koşullara ve uygunluğa sahip olan 110 sterlinlik bir değer elde ederiz. Para, hareketini, ancak yeniden başlamak üzere sona erdirir.[5] Bu nedenle, bir satınalma ve dolayısıyla bir satma ile tamamlanan her tek tek dolaşımın sonal sonucu, bizzat yeni bir dolaşımın çıkış noktasını meydana getirir. Metaların basit dolaşımı —satınalmak için satmak—, dolaşımla bağıntısı olmayan. bir amacı yerine (sayfa 165) getirmek, yani kullanım-değerlerine sahip olmak, gereksinmeleri gidermek yoludur. Oysa paranın sermaye olarak dolaşımı, tersine, kendi başına bir amaçtır, çünkü değerin büyümesi ancak bu hareketin sürekli yenilenmesiyle olur. Bu yüzden, sermayenin hareketinin sınırı yoktur.[6]

Bu hareketin bilinçli temsilcisi olarak para sahibi, kapitalist haline gelir. Kişiliği, ya da daha doğrusu cüzdanı, paranın yola çıktığı ve dönüp dolaşıp geldiği noktadır. P-M-P dolaşımının nesnel ya da esas kaynağı olan değerin büyümesi, kapitalistin öznel amacı halini alır; gitgide daha fazla soyut servete sahip olma faaliyetlerinin tek dürtüsü haline geldiği ölçüde o, bir kapitalist olarak, yani bir kişiliğe bürünmüş, bilinç ve iradeye sahip sermaye olarak işlev yapar. Kullanım-değerine, bunun için, kapitalistin gerçek amacı gözüyle bakılmaması gerekir;[7] tek bir alışverişteki kârı için de aynı şey geçerlidir. Onun biricik amacı kâr etmenin, durup dinlenmeyen, bitip tükenmeyen sürecidir.[8] Bu (sayfa 166) sınırsız zenginlik hırsı, bu değişim-değeri avcılığı[9] tutkusu, kapitalist ile cimride ortak bir yandır; ne var ki, cimri, çılgın bir kapitalist olduğu halde, kapitalist akıllı bir cimridir. Cimrinin parasını dolaşımdan çekmek suretiyle sonu gelmez değişim-değeri biriktirme[10] amacını, ondan daha akıllı ve kurnaz kapitalist, parayı tekrar tekrar dolaşıma sokmak suretiyle gerçekleştirir.[11]

Bağımsız biçim, yani basit dolaşım durumunda meta değerinin büründüğü para-biçimi, yalnız tek bir amaca, yani metaların değişimine hizmet eder ve hareketin sonunda ortadan kaybolur. Öte yandan, P-M-P dolaşımında, para da, meta da, yalnızca değerin kendi çeşitli varlık biçimlerini temsil ederler; bunlardan para, değerin genel biçimini, meta ise, özel, ya da deyim yerindeyse kılık değiştirmiş biçimini temsil eder.[12] Hiç kaybolmadan sürekli olarak biçimden biçime girer ve böylece otomatik olarak etkin bir nitelik kazanır. Eğer şimdi de, biz, kendiliğinden büyüyen değerin yaşama seyrinde ardarda girdiği iki farklı biçimin herbirini sırasıyla ele alırsak, şu iki önermeye varırız: sermaye paradır: sermaye metadir.[13] Ama gerçekte değer, burada bir sürecin etkin etmenidir; bir yandan durmadan sırasıyla para ve meta biçimlerine girerken, aynı zamanda da, kendi büyüklüğünü değiştirir, artı-değeri üzerinden atarak kendini farklılaştırır; bir başka deyişle, başlangıçtaki değer kendiliğinden büyür. Çünkü kendisine artı-değer kattığı hareket, kendi hareketi olduğu için de, büyümesi, otomatik büyümedir. Değer olması nedeniyle, kendisine değer katabilecek gizli bir nitelik kazanmış oluyor. Canlı (sayfa 167) döller yavruluyor, ya da hiç değilse altın yumurtalar yumurtluyor.

Değer bu yüzden, böyle bir süreçte etkin bir etmen olur, ve bazan para, bazan meta biçimine girer, ama bütün bu değişiklikler boyunca kendisini korurken ve genişlerken her zaman kimliğinin saptanabileceği bağımsız bir biçime sahip olması gerekir. İşte bu biçime, o, ancak para biçiminde sahip olabiliyor. Değer, her kendiliğinden doğuşuna para-biçimi altında başlar, sona erer ve yeniden başlar. İşe 100 sterlin olarak başlamıştı, şimdi 110 sterlindir vb.. Ama paranın kendisi, değerin iki biçiminden yalnızca bir tanesidir. Meta biçimine girmedikçe, para, sermayeye dönüşmez. Ama burada, para ile meta arasında, para yığmada olduğu gibi bir uzlaşmaz karşıtlık yoktur. Kapitalist, bütün metaların, ne denli çirkin görünse de, ne denli pis koksa da, imanda ve gerçekte para olduğunu, gerçekten sünnetli Yahudi olduğunu çok iyi bilir; üstelik bu, paradan para yapan harika araçtır.

Basit dolaşımda, P-M-P biçiminde, metaların değeri, en fazla, kullanım-değerlerinden bağımsız bir biçime, yani para biçimine ulaşabiliyordu; oysa aynı değer, şimdi, P-M-P delaşımında ya da sermaye dolaşımında, birdenbire, kendine özgü hareketi olan, kendi yaşamını yaşayan bağımsız bir varlık olarak ortaya çıktığı gibi, bu yaşam sürecinde, para da meta da onun büründüğü ve soyunduğu biçimlerden başka bir şey değildir. Dahası da var: değer, artık, metalar arasındaki ilişkileri yalnızca temsil etmek yerine, deyim yerindeyse, kendi kendisiyle özel ilişki içersine girer. Tanrının (babanın) kendisini, tanrının oğlu olarak kendisinden ayırdetmesi, ve ikisinin de aynı yaşta olması ve gerçekte bir tek kişi oluşturması gibi, başlangıçtaki değer olarak, kendini artı-değer olarak kendisinden ayırdeder; ilkönce öne sürülen 100 sterlin, ancak 10 sterlinlik artı-değerle sermaye olur, ve sermaye olur olmaz, oğul ve onunla birlikte baba doğar doğmaz farkları yeniden kaybolur, ikisi birdir, 110 sterlindir.

Demek ki, değer, şimdi, süreç içersinde değer, süreç içersinde para, ve böylece sermaye oluyor. Değer dolaşımdan çıkıyor, tekrar giriyor, süreç boyunca kendisini koruyor ve çoğaltıyor, daha gençleşmiş olarak dolaşımdan çıkıyor ve aynı devre yeniden başlıyor.[14] P-P', para, paradan doğar, işte ilk yorumcuların, merkantilistlerin ağzıyla sermayenin açıklanması böyledir. (sayfa 168)

Satmak.için satınalmak ya da daha doğrusu, daha pahalı satmak için satınalmak, P-M-P', yalnız tek bir tür sermayeye, tüccar sermayesine özgü bir biçim gibi görünür. Ama sanayi sermayesi de paradır; yani para, metalara ve bu metaların satışıyla da yeniden daha fazla paraya dönüşür. Dolaşım alanı dışında kalan ve satınalma ile satma arasındaki sürede geçen olaylar, bu hareketin biçimini etkilemez. Ensonu, faiz getiren sermayenin sözkonusu olduğu durumlarda, P-M-P' dolaşımı kısaltılmış olarak belirir. Ara aşama olmaksızın, P-P' biçiminde sonuca ulaşırız, deyim yerindeyse, "en style lapidaire"[1*] para daha fazla değerde para, değer kendisinden daha büyük değerdir.

Demek ki, P-M-P', dolaşım alanında prima facie[2*] görüldüğü gibi, gerçekte sermayenin genel formülüdür. (sayfa 169)

BEŞİNCİ BÖLÜM

SERMAYENİN GENEL FORMÜLÜNDEKİ

ÇELİŞKİLER

PARA, sermayeye dönüşürken dolaşımın aldığı biçim, metaların, değerin, paranın ve hatta bizzat dolaşımın niteliğiyle ilgili olarak şimdiye kadar incelediğimiz bütün yasalara karşıttır. Bu biçimi, metaların basit dolaşımından ayıran şey, iki karşıt sürecin, birbirini izleyen tersine dönmüş sırasıdır, satış ve satınalmadır. Bu iki süreç arasında böylesine tamamen biçimsel bir fark nasıl olur da, sanki sihirli bir el dokunmuş gibi bunların niteliklerini değiştirir?

Hepsi bu kadar da değil. Süreçlerin bu ters yönü birbirleriyle alışverişte bulunan üç kişiden ikisi için sözkonusu bile değildir. Kapitalist olarak, A'dan metalar satınalırım ve bunları tekrar B'ye satarım, ama basit bir meta sahibi olarak, bunları B'ye satar ve ardından, A'dan yenilerini satınalırım. A ile B için, iki alışveriş arasında hiç bir fark yoktur. Bunlar, yalnızca alıcı ya (sayfa 170) da satıcıdır. Ve ben, her firsatta, onlarla, ya para ya meta sahibi olarak, alıcı ya da satıcı olarak karşı karşıya gelirim, ve üstelik her iki alışverişte de A'nın karşısında yalnızca alıcı, B'nin karşısında yalnızca satıcı olarak bulunurum ve bunlardan birisi için yalnız param, diğeri için yalnız metalarım önemlidir, ikisinin de karşısında ne sermaye ve ne de kapitalist olarak yer almadığım gibi, para ve metalardan daha fazla bir şeyin temsilcisi ya da para ve metaların ötesinde bir etki yaratacak kimse gibi de bulunmam. Benim için A'dan satınalma ve B'ye satış, bir dizinin bölümleridir. Ama iki fiil arasındaki bağ, yalnızca benim için vardır. Ne A, B ile alışverişim konusunda, ne de B, A ile iş ilişkimden bir sıkıntı duyar. Ve ben sıralanış düzenini tersine çevirme hareketimin yararlarından söz açmaya kalksam, belki de onlar sıralanış düzeni konusunda yanıldığımı, bütün alışverişin bir satınalmayla başlayıp bir satışla sona ermesi yerine, tersine, bir satışla başlayıp bir satınalma ile bittiğine parmak basarlar. Gerçekten de, ilk hareketim satınalma, A bakımından bir satış, ve ikinci hareketim satış, B bakımından bir satınalmadır: Bununla da yetinmeyen A ile B bütün bu işlerin gereksizliğini, bir Hokus Pokustan başka bir şey olmadığını öne sürebilirler ve bundan böyle A'nın doğrudan doğruya B'den satınalacağını ve B'nin doğrudan A'ya satacağını söyleyebilirler. Böylece bütün alışveriş, sıradan meta dolaşımının, tek tek ve tamamlanmamış bir evresini oluşturan tek bir fiile indirgenmiş olur; A açısından yalnızca bir satış, B açısından yalnızca bir satınalma haline gelir. Sıralanış düzenini tersine çevirmekle, demek ki, basit meta dolaşımı alanından çıkılmış olmuyor, ve asıl bizim dikkat etmemiz gereken nokta, bu basit dolaşımda, devreye giren değerin büyümesine, dolayısıyla da bir artı-değerin doğmasına elverişli bir yanın bulunup bulunmadığıdır.

Dolaşım sürecini, kendini basit ve dolaysız meta değişimi biçimi altında ortaya koyuyor diye kabul edelim. İki meta sahibinin birbirleriyle alışveriş yaptıkları ve hesap gününde borçlu oldukları miktarların eşit ve birbirini götürdükleri durumlarda, bu, her zaman böyledir. Bu durumda para, hesap parasıdır ve metaların değerlerini fiyatları ile ifade etmeye yarar, ama metaların karsısına bizzat nakit para olarak çıkmaz. Kullanım-değerieri yönünden her iki tarafın da bazı yararlar sağlayabileceği açıktır. Her ikisi de, kullanım-değeri olarak işlerine yaramayan malları elden çıkartıp, kullanabilecekleri malları alırlar. Daha başka (sayfa 171) kazançlar da olabilir. Şarap satıp buğday satınalan A, belki de, belli bir emek-zamanında çiftci B'den daha fazla şarap üretebilir, öte Yandan B, şarap üreticisi A'dan daha fazla buğday üretebilir. Bu nedenle, herbiri kendi şarabını ve kendi buğdayını üreterek, herhangi bir değişim olmaksızın elde edeceklerinden, aynı değişim-değeri karşılığında A daha fazla buğday, B daha fazla şarap alabilir. Öyleyse, kullanım-değeri konusunda şu sözü söylemek yerinde olur: "Değişim, her iki tarafın da kazandığı bir alışveriştir."[15] Değişim-değeri için durum böyle değildir. "Elinde bol şarabı olup hiç buğdayı olmayan bir kimse, elinde buğdayı bol ama şarabı olmayan birisiyle alışverişe girişir, aralarında 50 değerinde buğday ile aynı değerde şarap için bir değişim yapılır. Bu işlem, her ikisi için de değişim-değerinde bir artış sağlayamaz; çünkü her ikisi de, bu işlem aracılığı ile elde ettiklerine eşit bir değere, değişimden önce de zaten sahip bulunuyorlardı."[16] Paranın, metalar arasında dolaşım aracı olarak işe dahil edilmesi ve satış ile satınalmanın birbirinden farklı iki hareket haline getirilmesiyle sonuç değişmez.[17] Bir metaın değeri, dolaşıma girmeden önce fiyatıyla ifade edilir, ve bu nedenle de dolaşımın sonucu değil, bir önkoşuludur.[18]

Soyut olarak düşünüldüğünde, yani metaların basit dolaşımı yasalarından doğrudan doğmuş olmayan koşullar bir yana bırakılacak olursa, dolaşımda (bir kullanım-değerinin yerini bir başkasının almasını konu dışı bırakırsak), bir başkalaşımdan, metaın biçiminin basit değişiminden başka bir şey olmayan bir değişim vardır. Aynı değişim-değeri, yani aynı miktarda gerçekleşmiş toplumsal emek, önce kendi metaı biçiminde, sonra değiştirdiği para biçiminde ve ensonu, bu parayla satınaldığı meta biçiminde olmak üzere, daima meta sahibinin elinde kalmaktadır. Bu biçim değişikliği, değer büyüklüğünde bir değişikliği gerektirmiyor. Ama (sayfa 172) bu süreç içersinde metaın geçirdiği değer değişmesi, onun para biçimindeki bir değişmesiyle sınırlıdır. Bu biçim, önce, satışa sunulan metaın fiyatı, sonra, zaten fiyatla ifade edilmiş bulunan bir para miktarı ve ensonu, eşdeğer bir metaın fiyatı olarak mevcuttur. Bu biçim değişikliği, tek başına alındığında, 5 sterlinlik bir banknot, İngiliz altın liralarına, yarım İngiliz altın liralarına ve şilinlere bozdurulduğu zaman, ne gibi bir değer değişikliği geçirirse, değerin miktarında öyle bir değişmeye tanıklık eder. Bunun için, metaların dolaşımı, yalnız değerlerinin biçiminde bir değişiklik meydana getirdiği ve yan etkilerden serbest olduğu sürece, eşdeğer şeylerin değişimi demektir. Vülger ekonomi, değerin niteliği hakkında pek az şey bildiği için, ne zaman dolaşım olayını saf şekliyle ele almak istese, arz ve talebin eşit olduğunu varsayar ki, bu da etkilerinin sıfır olduğu anlamına gelir. Demek ki, kullanım-değerlerinin değişimi sözkonusu olduğu sürece, hem alıcı hem satıcı bir şeyler kazanabilir, ama değişim-değerleri için durum böyle değildir. Burada şunu söyleyebiliriz: "Eşitliğin varolduğu yerde kazanç olamaz."[19] Metaların, değerlerinden sapmış fiyatlarla satılabileceği doğrudur, ama bu sapmaların, değişim yasalarının bir ihlali gibi görülmesi gerekir;[20] normal durumunda, eşdeğerlerin değişimidir, ve bu nedenle de değer artmasının bir yolu değildir.[21]

Böylece, artı-değerin kaynağı olarak meta dolaşımını gösterme çabalarının ardında bir quid pro quo[3*], kullanım-değeri ile değişim-değerinin karıştırılmasının yattığını görüyoruz. Örneğin, Condillac diyor ki: "Metaların değişimi sırasında, değer karşılığında, değer verdiğimiz doğru değildir. Tersine, taraflardan birisi, daima, daha büyük bir değere karşılık daha küçük bir değer verir. ... Eğer biz, gerçekten eşit değerleri değişirsek taraflardan (sayfa 173) hiç birisi kâr edemez. Oysa, her ikisi de kazanır, ya da kazanmaları gerekir. Niçin? Bir şeyin değeri, yalnızca, gereksinmelerimiz ile ilişkisinde yatar. Birisi için fazla olan diğeri için azdır, ve vice versâ.[Tersi. -ç.] ... Kendi tüketimimiz için gerekli malı satışa arzettiğimiz düşünülemez. ... Gereksinmemiz olan bir şeyi almak için yararsız bir şeyi elden çıkarmak isteriz; daha fazla için daha az vermek isteriz. ... Bir değişim sırasında, değişilen her iki malın aynı miktar altın ile eşit değerde olmaları halinde, değer karşılığında değer verildiğini düşünmek doğaldı. ... Ama bizim hesabımızda dikkate alınması gerekli bir nokta daha var. Sorun, her ikimizin de, gerekli bir şey karşılığında, gereksiz bir şeyi değişip değişmediğimizdir."[22] Bu pasajda, Condillac'ın, yalnızca kullanım-değeri ile değişim-değerini karıştırmakla kalmayıp, gerçekten çocukça bir tutumla, meta üretiminin epeyce geliştiği bir toplumda, her üreticinin, kendi yaşami için gerekli şeyleri ürettiğini ve yalnızca gereksinme fazlalarını dolaşım alanına sürdüğünü varsaydığını görüyoruz.[23] Böyle olmakla birlikte, Condillac'ın uslamlaması modern iktisatçılar tarafından sık sık kullanılır; özellikle, gelişmiş biçimiyle meta değişiminin, yani ticaretin, artı-değerin yaratıcısı olduğunu göstermek için bu yola başvurulur. Örneğin, "Ticaret ... ürüne değer katar, çünkü tüketicinin elindeki aynı ürün, üreticinin elindekinden daha değerlidir, ve bu nedenle ticaretin mutlaka bir üretim faaliyeti olarak kabul edilmesi gerekir."[24] Ne var ki, metaya, bir kez kullanım-değeri için, bir kez de değeri için, iki kez ödeme yapılmaz. Ve bir metaın kullanım-değeri, alıcı için, satıcıdan daha yararlı ise de, para-biçimi, satıcı için daha yararlıdır. Böyle olmasa onu satar mıydı? Bu nedenle, aynı biçimde, alıcının da, sözgelişi çorabı paraya dönüştürürken, "mutlak bir üretim faaliyeti" içersinde bulunduğunu söyleyebilirdik. (sayfa 174)

Eşit değişim-değerindeki ve dolayısıyla eşdeğer metalar ya da metalar ile para birbirleri ile değişildiği takdirde, dolaşımdan kimsenin, oraya koyduğundan fazla değer çekemeyeceği açıktır. Burada artı-değer yaratılmamıştır. Ve normal şekliyle meta dolaşımı eşdeğerlerin değişimini gerektirir. Ama uygulamada süreç normal biçimini koruyamıyor. Bu durumda, eşdeğer olmayan şeylerin değişimini düşünelim.

Her zaman, meta piyasasına yalnızca meta sahipleri gidip gelirler, ve bu kişilerin birbirleri üzerindeki kudretleri, ellerindeki metaların kudretinden başka bir şey değildir. Bu metaların maddi çeşitliliği, değişim hareketinin maddi dürtüsüdür ve alıcı ile satıcıyı karşılıklı bağımlı hale getirir; çünkü bunların hiç birisinin elinde kendi gereksinmesini karşılayacak eşya yoktur, ve herbirinin elinde bir başkasının gereksindiği eşyalar vardır. Metaların kullanım-değerlerinin bu maddi farklılığından başka, bunlar arasında başka bir fark daha vardır; bu da, onların fizik biçimleri ile, satış sonucu dönüştükleri biçim arasmdaki, metalar ile para arasındaki farktır. Dolayısıyla meta sahipleri birbirlerinden ancak, meta sahibi satıcılar, ve para sahibi alıcılar diye ayrılabilirler.

Şimdi, satıcıya, açıklanması mümkün olmayan bir ayrıcalıkla, metalarını, değerinin üzerinde bir değerle, 100 değerinde bir metaı 110'a, yani %10'luk bir nominal fiyat fazlasıyla satma olanağının verilmiş olduğunu düşünelim. Satıcı, böylece 10'luk bir artı-değeri cebe indirir. Ama sattıktan sonra alıcı haline gelir. Üçüncü bir meta sahibi şimdi onun karşısına satıcı olarak çıkar, ve onun da elindeki metaların %10 daha pahalı ayrıcalığı vardır. Dostumuz, satıcı olarak kazandığı 10'u, alıcı olarak yeniden yitirmektedir.[25] Sonuç şu oluyor ki, bütün meta sahipleri, mallarını birbirlerine değerlerinin %10 fazlası ile sattıkları için, tıpkı gerçek fiyatları üzerinden satmış gibi bir sonuca varıyorlar. Fiyatlardaki böyle genel ve nominal bir artış, değerlerin, gümüşün ağırlığı yerine altının ağırlığı ile ifade edilmesi gibi bir etki yaratır. Metaların nominal fiyatları yükselir, ama değerleri arasındaki gerçek ilişki öylece kalır.

Şimdi de tersini düşünelim: alıcının, metaları değerlerinin (sayfa 175) altında satmalma ayrıcalığı olsun. Bu durumda, onun, sonradan satıcı olacağını akılda tutmaya gerek yoktur. Alıcı olmadan önce satıcıydı, ve, alıcı olarak %10'u kazanmadan önce, satıcı olarak %10'u zaten yitirmişti.[26] Burada da her şey tıpkı eskisi gibidir.

Artı-değerin yaratılması ve dolayısıyla paranın sermayeye dönüşmesi, ne metaların değerlerinin üzerinde satılmasını, ne de bunların değerlerinin altında satınalınmasını varsaymakla açılanamaz.[27]

Sorun, Torrens'in yaptığı gibi birtakım gereksiz öğelerin işe karıştırılmasıyla basitleştirilmiş de olmuyor: "Fiili talep, tüketicilerin, dolaysız ya da dolaylı trampa yoluyla, metalar karşılığında, bu metaların üretim maliyetinden daha fazla, ... sermaye parçası verme gücünde ve eğiliminde (!) olmalarından ibarettir."[28] Dolaşım ilişkisinde, üreticiler ile tüketiciler, ancak alıcı ve satıcı olarak karşı karşıya gelirler. Üreticilerin elde ettikleri artı-değerin kaynağını, tüketicilerin metalara değerinden fazla para ödemelerinden geldiğini ileri sürmek, şu sözcükleri sıralamaktan başka bir şey değildir: meta sahipleri, satıcı olarak mallarını değerinden daha pahalıya satmak ayrıcalığıha sahiptirler. Satıcı, ya metaları kendisi üretmiştir, ya da o metaların üreticisini temsil etmektedir, ama alıcı da, parasıyla temsil olunan malları en az onun kadar üretmiştir ya da üreticileri temsil etmektedir. Bunlar arasındaki ayrım, birisinin alıcı, birisinin satıcı olmalarıdır. Meta sahibinin, üretici adı altında, bunlar değerlerinin üzerinde satması, ve tüketici adı altında bunlar için değerlerinden fazla para ödemesi olayı, bizi, bir adım bile ileriye götürmez.[29]

Bu nedenle, artı-değerin kökeninin, fiyatlardaki nominal yükselmede ya da satıcının da pahalı satma ayırıcalığında olduğu hayalini savunanlar, tutarlı olabilmek için, yalnızca satınalıp hiç satmayan, yani yalnızca tüketip hiç üretmeyen bir sınıfın varlığını (sayfa 176) varsaymak zorundadırlar. Böyle bir sınıfın varlığı, şimdiye kadar ulaştığımız noktadan, yani basit dolaşım açısından açıklanamaz. Ama böyle bir şey olabilir diyelim. Böyle bir sınıfın devamlı olarak satınalmada kullanacağı paranın, ortada ne değişim ne de bağış olmaksızın, keyfi bir hak ya da zor yoluyla meta sahiplerinin ceplerinden kendi ceplerine akması gerekir. Böyle bir sınıfa metaları değerinden fazlaya satmak, kendilerine daha önceden verilen paranın bir kısmının tekrar aşırılması demektir.[30] Küçük Asya kasabaları, eski Roma'ya böyle bir yıllık haraç verirlerdi. Bu parayla, Roma, onlardan mal alır, hem de oldukça pahalıya alırdı. Bu kasabaların halkı, Romalıları kandırırlar ve alışveriş sırasında haracın bir kısmını böylece efendilerinden sızdırmış olurlardı. Ama ne olursa olsun kazığı gene bu kasabalılar yemiş olurdu. Malları karşılığı aldıkları para, zaten kendi paralarıydı. Zengin olmanın ya da artı-değer yaratmanın yolu bu değildir.

Öyleyse biz, satıcının aynı zamanda alıcı, alıcının da satıcı olduğu değişim sınırları içersinde kalalım. Karşılaştığımız güçlük, belki de, [dolaşımın. -ç.] tek tek öğelerini, kişileştirilmiş öğeler olarak ele alışımızdan geliyor.

A, belki de, B ya da C'nin misilleme yapma yeteneğinden yoksun olmalarından yararlanacak kadar kurnaz olabilir. A, 40 sterlin değerinde şarabı B'ye satıyor ve ondan karşılık olarak 50 sterlin değerinde buğday alıyor. A, 40 sterlini 50 sterline çevirmiştir, parasını çoğaltmıştır, ve metaını sermayeye çevirmiştir. Şimdi bu olayı biraz daha yakından inceleyelim. Değişimden önce A'nın elinde 40 sterlinlik şarap, B'nin elinde 50 sterlinlik buğday vardı ve bunların toplam değeri 90 sterlindi. Değişimden sonra gene aynı toplam 90 sterlinimiz vardır. Dolaşımdaki değer, zerre kadar artmamıştır, yalnızca A ile B arasında farklı bir şekilde dağılmıştır. B için değer kaybı, A için artı-değerdir; birisi için "eksi" olan, diğeri için "artı"dır. Eğer A, değişim işlemine girmeksizin 10 sterlini doğrudan doğruya B'den çalsaydı, gene aynı değişme olurdu. Dolaşımdaki değer toplamının, bunların dağılımındaki bir değişme ile artmayacağı apaçıktır; tıpkı, Kraliçe Anne (sayfa 177) zamanından kalma bir meteliği, Yahudinin bir altın liraya satmasıyla, bir ülkedeki değerli maden miktarının çoğalmaması gibi. Bir ülkenin kapitalist sınıfının tümü, kendi kendisinden kâr sağlayamaz.[31]

İstediğimiz kadar eğip bükelim, olgu değişmeden kalır. Eğer eşdeğerler değişilse, bundan artı-değer çıkmaz, ve eğer eşdeğer olmayanlar değişilse gene artı-değer yoktur.[32] Dolaşım ya da metaların değişimi, hiç bir değer doğurmaz.[33]

Bundan dolayı, sermayenin standart biçimini, modern toplumun ekonomik yapısını belirleyen bu biçimi tahlil ederken, herkesin bildiği ve deyim yerindeyse Nuh tufanından kalma biçimleri olan tüccar sermayesi ve tefeci sermayesini tamamen inceleme dışında bırakmamızın nedeni şimdi açıklığa kavuşmuş oluyor.

P-M-P devresi, daha pahalı satmak için satınalmak, hakiki tüccar sermayesinde en açık biçimde görülür. Ama hareket, bütünüyle dolaşım alanı içersinde yer alır. Bununla birlikte, paranın sermayeye dönüşmesi, artı-değerin oluşumu, yalnızca dolaşım ile açıklanamayacağına göre, eşdeğerler değişildiği sürece tüccar sermayesinin olanaksız bir şey olduğu görülür;[34] öyleyse, bunun kökeni, ancak, hem satıcı hem alıcı üreticinin arasına bir asalak gibi sokulan tüccarın sakladığı iki yönlü kazançtadır. Franklin (sayfa 178) şu sözleri, bu anlamda söylemiştir: "Savaş soygunculuktur, ticaret genellikle dolandırıcılıktır."[35] Tüccar parasının sermayeye dönüşmesi, üreticilerin düpedüz dolandırılmasından başka bir şekilde açıklanmak gerekirse, uzun bir ara aşamalar dizisi gerekli olacaktır ki, hallen metaların basit dolaşımı bizim tek varsayımımız olduğuna göre, şimdilik bunlar tümüyle ortada yoktur.

Tüccar sermayesi ile ilgili olarak söylediğimiz şeyler tefeci sermayesi için daha da gererlidir. Tüccar sermayesinde, iki uç, piyasaya sürülen para ile oradan artmış olarak çekilen para hiç değilse satınalma ve satışla, bir başka deyişle, dolaşım hareketi ile ilişkilidir. Tefeci sermayesi biçimi, M-M-P' bir ara terim olmaksızın iki uç terime indirgenmiştir, P-P'; paranın para ile değişildiği bu biçim, paranın doğası ile bağdaşmadığı için, metaların dolaşımı açısından açıklanamaz bir durum gösterir. Bu yüzden Aristoteles şöyle der: "Krematistik, [Servet toplama. -ç.] bir yönü ticarete, diğer yönü ise ekonomiye bağlı iki yönlü bir bilim olduğu için, ekonomiye ilişkin yönü gerekli ve değerli, ticarete ilişkin yönü ise dolaşıma dayanır ve haklı olarak hoşgörülmez (çünkü bu, doğaya değil karşılıklı aldatmaya dayanır); bu nedenle tefeci pek haklı olarak nefret edilen bir kimsedir, çünkü paranın kendisi, onun kazanç kaynağıdır ve icat edildiği amaçlar için kullanılmamaktadır. Para, metaların değişimi için meydana geldiği halde, faiz, paradan daha çok para yapar. Bu yüzden de adı buradan gelir (tocoz faiz ve döl). Çünkü, doğanlar doğurana benzerler. Ama faiz, paranın parasıdır ve insanın yaşamını kazanma biçimleri içersinde doğaya en karşıt olanıdır."[36]

İncelememiz sırasında, tüccar sermayesi ile faiz getiren sermayenin, türevsel biçimler olduğunu göreceğiz ve aynı zamanda, bu iki biçimin tarihin akışı içersinde, standart modern sermaye biçiminden önce niçin ortaya çıktıkları açıklığa kavuşmuş olacaktır.

Artı-değerin dolaşım tarafından yaratılamayacağını, ve onun oluşması için, bizzat dolaşımda görülmeyen, ama arka planda yer alan bir şeyin var olması gerektiğini göstermiş bulunuyoruz.[37] Ama, artı-değer, meta sahiplerinin metaları tarafından belirlenen (sayfa 179) karşılıklı ilişkilerinin toplamı olan dolaşımın dışında nereden gelebilir? Dolaşım dışında meta sahipleri yalnızca kendi metaları ile ilişki halindedirler. Değer bakımından ise bu ilişki, o metada sahibinin belirli bir toplumsal ölçüt ile ölçülen bir miktar emeğinin bulunması ile sınırlıdır. Bu emek miktarı, metaın değeri ile ifade edildiğine ve değer de hesap parası ile hesaplandığına göre, bu miktar, fiyat ile de ifade edilir; biz, buna, 10 sterlin diyelim, A.ma onun emeği, hem metaın değeri, hem bu değerin üzerindeki bir fazlalıkla temsil edilmez; hem 10 fiyatıyla, hem 11 fiyatıyla, yani kendisinden daha büyük olan bir değerle gösterilemez. Meta sahibi kendi emeği ile değer yaratabilir, ama kendiliğinden büyüyen bir değer yaratamaz. Elindeki metaın değerini ona yeni emek katarak artırabilir, örneğin deriyi çizme yaparak, elindeki değere daha çok değer katabilir. Aynı malzeme, daha büyük bir miktarda emek içerdiği için şimdi daha çok değere sahiptir. Çizme, deriden daha çok değere sahiptir, ama derinin değeri eskiden neyse şimdi de aynıdır; kendisini büyütmemiş, çizme yapımı sırasında artı-değer katmamıştır. İşte bunun için, dolaşım alanı dışında, meta üreticisi, diğer meta sahipleri ile temasa gelmeden, değeri büyütemez ve dolayısıyla parayı ya da metaları sermayeye dönüştüremez.

O halde sermayenin dolaşımdan doğması olanaksız olduğu gibi, dolaşımdan ayrı olarak oluşması da aynı ölçüde olanaksızdır. Sermayenin kökeni aynı zamanda hem dolaşımın içinde, hem de dışında olmak gerekir.

Böylece, çifte bir sonuca ulaşmış oluyoruz.

Paranın sermayeye dönüşmesi, meta değişimini düzenleyen yasalara dayanılarak, çıkış noktası, eşdeğerlerin değişimi olacak biçimde açıklanmalıdır.[38] Dostumuz parababasının, bu henüz (sayfa 180) çekirdek halindeki kapitalistin, metaları değerlerine satınalması ve tekrar değerlerine satması, ama gene de sürecin sonunda, dolaşıma koyduğundan daha fazla değeri oradan çekmesi gerekmektedir. Palazlanmış bir kapitalist haline gelişi, hem dolaşımın içinde, hem de dışında olacaktır. Çözümlenmesi gerekli sorunun koşulları işte bunlardır. Hic Rhodus, hic salta![4*] (sayfa 181)

ALTINCI BÖLÜM EMEK-GÜCÜNÜN ALIM VE SATIMI

PARANIN sermayeye dönüştürülmesi sözkonusu olduğunda, değer değişikliği, paranın kendisinde olamaz; çünkü paranın, satınalma ve ödeme aracı göreviyle, satınalınan ya da bedeli ödenen metaın fiyatını gerçekleştirmekten öte bir rolü yoktur; nakit olarak ise, hiç değişmeyen katılaşmış değerdir.[39] Değer değişikliği, dolaşımın ikinci aşamasından, metaın yeniden satışından da ileri gelmiş olamaz, çünkü burada da, mal, yalnızca maddi biçiminden çıkıp tekrar para-biçimine dönüşmektedir. Değişiklik, öyleyse, eşdeğerler değişildiğinden ve metaın tüm değeri için ödeme yapılmış olduğundan, değerde değil, ilk işlem ile, P-M, satınalınan metada olmalıdır. Bundan da, zorunlu olarak, şu sonuca varmış oluyoruz ki, değişiklik, metaın kullanım-değerinden, yani tüketiminden (sayfa 182) ileri gelmektedir. Metaın tüketiminden değer sızdırabilmek için dostumuz parababası, dolaşım alanında, piyasada, kullanım-değeri değer kaynağı olmak gibi özel bir niteliğe sahip bulunan ve bunun için de fiilen tüketimi bizzat emeğin maddeleşmiş şekli ve dolayısıyla da değer yaratması olan bir metaı bulacak kadar şanslı olmalıdır. Ve gerçekten de para sahibi, emek kapasitesi (capasity for labour) ya da emek-gücü (labour-pover) niteliği taşıyan böyle özel bir metaı piyasada bulur.

Emek-gücü ya da emek kapasitesi sözünden, insanın, kendisinde bulunan ve hangi türden olursa olsun bir kullanım-değeri üretirken harcadığı ussal ve fiziksel yeteneklerin bütünü anlaşılmalıdır.

Ama, bizim para sahibinin, meta olarak satışa çıkartılmış emek-gücü bulabilmesi için, önce çeşitli koşulların yerine getirilmiş olması gerekir. Meta değişiminin kendisi, kendi niteliğinden ileri gelenlerin dışında, bir bağımlılık ilişkisini gerektirmez. Bu varsayıma göre, emek-gücü, meta olarak piyasada, ancak, ona sahip olan kimsenin emek-gücünü bir meta olarak satışa sunması ya da satması halinde görülebilir. Bunu yapabilmesi için bu kimsenin, kendi emek-gücü üzerinde tasarrufta bulunabilmesi, emek kapasitesinin, yani kendi kişiliğinin kayıtsız şartsız sahibi olması gerekir.[40] Emek sahibi ile para sahibi, pazarda karşı karşıya gelirler, eşit haklara sahip kimseler olarak temasa geçerler, aralarındaki tek fark birisinin satıcı, diğerinin alıcı olmasıdır; bu yönden yasalar karşısında her ikisi de eşittir. Bu ilişkinin sürekli olabilmesi için, emek-gücü sahibinin, bunu, yalnızca, belirli bir süre için satması gereklidir, çünkü eğer onu toptan ve süresiz satacak olursa, kendini satmış, kendini özgür bir insan olmaktan çıkartıp köleye, meta sahibi olmaktan çıkartıp meta haline dönüştürmüş olur. Emek-gücüne daima kendi öz malı, kendi metaı gözüyle bakması gerekir, ve bunu da ancak, onu, alıcının emri altına geçici bir süre için, belirli bir zaman süresi için vermekle yapabilir. Ancak bu yolla, emek-gücü üzerindeki mülkiyet hakkından feragat (sayfa 183) etmemiş olur.[41] Para sahibinin pazarda emek-gücünü meta olarak bulabilmesi için ikinci temel koşul şudur: emekçi, kendi emeğinin gerçekleştirdiği metaları satacak durumda olmayıp, kendi benliğinde var olan emek-gücünü bir meta olarak satışa sunmak zorunda kalmalıdır.

Bir kimsenin, emek-gücü dışında meta satabilmesi için, kuşkusuz, üretim araçlarına, hammaddeye, birtakım gereçlere vb. sahip bulunması gerekir. Derisiz çizme yapılmaz. Üstelik yaşamını sürdürebilmesi için de bazı şeylere gereksinmesi vardır. Hiç kimse —"geleceğin müzisyeni" bile— geleceğin ürünleri ile ya da bitmemiş durumdaki kullanım-değerleri ile yaşayamaz; ve yeryüzüne ilk adımını attığı andan beri insanoğlu, üretmeden önce de, üretirken de, daima bir tüketici olmuştur ve olmakta devam etmek zorundadır. Bütün ürünlerin meta biçimine büründükleri bir toplumda, bu metalar üretildikten sonra satılmak zorundadır; ancak bunların satışından sonradır ki, üreticilerin gereksinmelerini karşılamaya hizmet ederler. Bunların satışı için geçen zaman, üretimleri için gerekli zamana eklenir.

Paranın sermayeye çevrilebilmesi için, demek ki, para sahibinin özgür emekçi ile karşı karşıya gelmesi gerekir; bu, emekçinin iki anlamda özgür olması demektir: hem emek-gücünü kendi öz metaı gibi satabilecek durumda özgür bir insan olması gerekir, hem de satmak için elinde başka bir meta olmaması, emek-gücünü gerçekleştirmesi için gerekli her şeyden yoksun bulunması gerekir.

Bu özgür emekçinin pazarda onun karşısına niçin çıktığı sorunu, emek-pazarını, genel meta pazarının bir dalı olarak gören para sahibini hiç ilgilendirmez. Aslında şu anda bizi de pek az ilgilendirir. Bu konu para sahibini nasıl pratik olarak ilgilendiriyorsa, biz de bu konuya teorik yönden yaklaşıyoruz. Gene de bir nokta apaçık ortada: doğa, bir yanda para ya da meta sahibi, öte yanda emek-gücünden başka bir şeyi olmayan insanlar üretmiyor. Bu (sayfa 184) ilişkinin doğal bir temeli olmadığı gibi, bütün tarihsel dönemler için ortak toplumsal bir yanı da yoktur. Bunun geçmiş tarihsel gelişmelerin sonucu, ve çeşitli ekonomik devrimler ile bir dizi eski toplumsal üretim biçimlerinin yokolup gitmesinin bir ürünü olduğu açık bir şeydir.

Daha önce incelediğimiz ekonomik kategoriler de, aynı biçimde, tarihin damgasını taşır. Bir ürünün meta halini alabilmesi için, belirli tarihsel koşullar gereklidir. Bunların, üreticinin bizzat kendi gereksinmelerinin karşılanması için üretilmiş olmaması gerekir. Daha da ileri gider, bütün ya da hatta ürünlerin çoğunun hangi koşullar altında metalar biçimini aldığını araştırırsak, bunun, ancak çok özgül türde bir üretim biçiminde, kapitalist üretim biçiminde olabileceğini görürüz. Ne var ki, böyle bir inceleme, metaların tahliline yabancı bir şey olurdu. Üretilen nesnelerin büyük kitlesi, üreticilerin kendi gereksinmelerini karşıladığı ve metalara dönüşmediği, dolayısıyla toplumsal üretimin henüz derinliğine ve genişliğine daha uzun süre değişim-değerinin egemenliği altına giremeyeceği zamanlarda bile meta üretimi ve dolaşımı yer alabilir. Ürünlerin metalar olarak ortaya çıkması, toplumsal işbölümünün gelişmesini, kullanım-değerinin değişim-değerinden ayrılmasını, ilkönce trampayla başlayan bu ayrılmanın tamamlanmış olmasını öngörür. Ama böyle bir gelişme derecesi, başka bakımlardan çok farklı tarihsel özellikler gösteren pek çok toplum biçimlerinin ortak yanıdır. Öte yandan, parayı ele alsak, varlığı, meta değişiminde belirli bir aşamaya işaret eder. Paranın kendine özgü işlevleri, ister metaların eşdeğeri olsun, ister dolaşım ya da ödeme aracı olsun, ister yığılmış ya da evrensel para olsun, bir işlevin diğerine bakarak büyüklüğü ve nispi önceliğine göre, toplumsal üretim sürecinin çok çeşitli aşamalarına işaret ederler. Bununla birlikte, daha ilkel meta dolaşımının bile, bütün bu biçimlerin ortaya çıkmasına yettiğini deneyimlerimizle biliyoruz. Sermayede ise böyle olmuyor. Yalnız başına para ve meta dolaşımı, sermayenin varoluşunun tarihsel koşullarının doğmasına yetmiyor. Onun doğabilmesi için, ancak üretim ve tüketim araçlarını elinde bulunduran kimse ile emek-gücü satan özgür emekçilerin pazarda karşı karşıya gelmesi gerekiyor. Ve bu tek tarihsel koşul, bir dünya tarihini kapsıyor. Onun için sermaye, ilk ortaya çıkışı ile, toplumsal üretim sürecinde yeni bir çağın başladığını ilan ediyor.[42] (sayfa 185)

Emek-gücü denilen bu özel metaı şimdi biraz daha yakından incelememiz gerekiyor. Bütün ötekiler gibi, o da bir değere sahiptir.[43] Bu değer nasıl belirlenir?

Emek-gücünün değeri, öteki her metada olduğu gibi, bu özel nesnenin üretimi ve dolayısıyla yeniden-üretimi için gerekli emek-zamanı ile belirlenir. Emek-gücü bir değere sahip olduğuna göre, kendisinde maddeleşmiş ortalama toplumsal emeğin belirli bir niceliğinden daha fazlasını temsil etmez. Emek-gücü, yalnızca, bir. kapasite, ya da canlı bireyin gücü olarak vardır. Bunun sonucu olarak, emek-gücünün üretimi, bu bireyin varlığını öngörür. Belli bir bireyin emek-gücü üretimi, onun kendisini yeniden üretmesinden ya da varlığının devamından oluşur. Bireyin varlığını sürdürebilmesi için, belli miktarda geçim aracına gereksinmesi vardır. Bu nedenle, emek-gücünün üretimi için gerekli emek-zamanı, kendini bu geçinme araçlarının üretimi için gerekli zamana indirgiyor; başka bir deyişle, emek-gücünün değeri, emekçinin. varlığını sürdürmesi için gerekli olan geçim araçlarının değeridir. Ne var ki, emek-gücü, ancak kullanılmakla gerçekleşir; ancak çalışma ile kendini faaliyete sokar. Bu arada belirli miktarda insan adalesi, siniri, beyni vb. harcanmış olur, ve bunların yerine konması gerekir. Bu masraf artışı, daha fazla bir gelir ister.[44] Emek-gücü sahibi, bugün çalışıyorsa, yarın da, aynı süreci, sağlık ve kuvvet yönünden aynı koşullarla yineleyebilmelidir. Öyleyse geçim araçları, onun, çalışan bir insan olarak normal durumunu sürdürmesine yeterli olmalıdır. Yiyecek; giyecek, yakıt, barınak gibi doğal gereksinmeler, yaşadığı ülkenin iklimi ile diğer fiziksel koşullara göre değişir. Öte yandan, zorunlu denilen gereksinmelerinin çeşidi ve büyüklüğü, tıpkı bunları karşılama şekilleri gibi, bizzat kendileri tarihsel bir gelişmenin ürünleri olduğu için, ve bu yüzden geniş ölçüde o ülkenin uygarlık düzeyine ve özellikle de, özgür emekçiler sınıfının (class of free labourers) oluştuğu (sayfa 186) koşullara ve alıştıkları rahatlık derecesine bağlıdır.[45] Bu nedenle, diğer metalarda olduğunun tersine, emek-gücü değerinin belirlenmesine, tarihsel ve manevi bir öğe de giriyor. Bununla birlikte, belli bir ülkede, belli bir dönemde, emekçi için gerekli olan geçim araçlarının ortalama miktarı pratik olarak bilinir.

Emek-gücü sahibi de ölümlüdür. Öyleyse, pazardaki varlığının sürekli olabilmesi için —ki, paranın durmadan sermayeye dönüşmesi bunu gerektirir— emek-gücü satıcısının, "yaşayan her bireyin kendisini sürdürdüğü şekilde, yani döllenerek"[46] varlığını sürdürmesi gerekir. Aşınma, yıpranma ve ölüm nedeniyle, pazardan çekilen emek-gücünün yerini, hiç değilse aynı miktarda yeni emek-gücünün sürekli olarak doldurması gerekir. Böylece, bu özel meta sahiplerinin soyunun pazarda varlıklarını sürdürmeleri için, emek-gücü üretimi için gerekli geçim araçlarının toplamı, emekçinin yerini dolduracak olanların, yani çocuklarının gereksinmelerini de karşılayacak şekilde olmalıdır.[47]

İnsan organizmasının belli bir sanayi dalında hüner ve beceri kazanabileceği şekilde değişikliğe uğramasını ve özel türde bir emek-gücü olabilmesini sağlamak için, özel bir öğrenim ya da eğitim gereklidir; bu da, az ya da çok bir meta eşdeğerine malolur. Bu miktar, emek-gücünün az ya da çok karmaşık olma niteliğine göre değişir. Bu eğitim masrafları (basit emek-gücü için pek küçüktür) üretim için harcanan toplam değerin içersinde pro tanto, [O ölçüde. -ç.] yer alır.

Bu durumda, emek-gücünün değeri, kendisini belirli bir miktarda geçim aracının değerine indirgiyor. Bu nedenle de, araçların değeri, bunların üretilmeleri için gerekli emek miktarına bağlı olarak değişir.

Yiyecek ve yakacak gibi bazı geçim araçları, günü gününe tüketildiği için, her gün yeniden sağlanması gerekir. Elbise ve ev eşyası gibi diğer şeyler, daha uzun süre gider ve bunların daha uzun zaman aralıkları ile yenilenmeleri gerekir. Bazı malları her gün, bazılarını haftada, üç ayda bir vb. satınalma durumu (sayfa 187) vardır. Bunlar için harcanan toplam miktar, yıl boyunca nasıl dağılırsa dağılsın, her günü bir diğeri gibi olmak üzere, ortalama gelirle karşılanması gerekir. Emek-gücü üretimi için gerekli günlük meta toplamı = A, haftalık = B, üç aylık = C, vb. olsa, bu metaların günlük ortalaması = olur.

Ortalama bir gün için gerekli metalar kitlesinde, diyelim 6 saatlik toplumsal emek cisimleşmiş bulunsun, bu durumda, günlük emek-gücünde, ortalama yarım günlük toplumsal emek maddeleşmiş olarak vardır, bir başka deyişle, günlük emek-gücü üretimi için yarım günlük emek gereklidir. Bu emek miktarı, bir günlük emek-gücünün değerini ya da her gün üretilen emek-gücünün değerini meydana getirir. Eğer bir günlük ortalama toplumsal emek üç şilinde maddeleşmiş ise, bu üç şilin, bir günlük emek-gücünün değerine tekabül eden fiyatıdır. Sahibi, bunu, günde üç şiline satışa çıkarsa, bu satış fiyatı, onun değerine eşittir ve bizim varsayımımıza göre, bu üç şilini sermayeye dönüştürmek niyetinde olan Parababası dostumuz bu değeri ödemektedir.

Emek-gücü değerinin asgari sınırı, işçinin, her gün almadığı takdirde hayati enerjisini yenileyemeyeceği meta değeri ile, yani fiziksel bakımdan vazgeçilmesi olanaksız geçim araçlarının değeri ile belirlenir. Eğer emek-gücünün fiyatı, bu alt sınıra düşerse, bu koşullar altında varlığını ancak kötürüm bir durumda koruyup sürdürebileceği için, değerinin altına düşmüş olur. Ama, her metaın değeri, o metaın normal nitelikte olacak şekilde üretilmesi için gerekli emek-zamanı ile belirlenir.

Emek-gücü değerinin bu şekilde belirlenmesi yöntemini, konunun niteliki gereği ortaya çıkan bu yöntemi, merhametsiz bir yöntem olarak ilan etmek ve Rossi ile birlikte şu yaygarayı koparmak çok ucuz bir duygululuk olur: "Emek kapasitesini (puissance de travail), üretim süreci sırasında emekçilerin geçim araçlarından soyutlayarak düşünmek, bir hayaleti (etre de raison) düşünmek demektir. Emekten ya da emek kapasitesinden sözaçtığımız zaman, aynı zamanda, emekçiden ve onun geçim araçlarından, işçiden ve ücretten de sözetmiş oluyoruz."[48] Emek kapasitesi dediğimiz zaman, emekten sözetmiş olmuyoruz; tıpkı sindirim kapasitesi denildiği zaman, sindirimden sözedilmiş olmayacağı gibi. (sayfa 188) Bu son süreç, sağlam bir mideden daha fazla bir şeyler gerektirir Emek kapasitesi derken, biz, [onu -ç.] gerekli geçim araçlarından soyutlamış olmuyoruz. Tersine, bunların değeri, onun değerinin içersinde ifade edilir. Emek kapasitesi eğer satılmazsa, bundan hiç bir yarar sağlayamayacak olan emekçi, üretimi belirli miktarda geçim aracına malolan ve yeniden-üretimi için bunun durmadan gerekli olacağını düşünür ve bu kapasiteyi, zalim bir doğal zorunluluk diye kabul eder. İşte o zaman Sismondi ile aynı görüşü paylaşır: "emek kapasitesi ... satılmadığı sürece bir hiçtir."[49]

Emek-gücününün bir meta olarak kendine özgü niteliğinden çıkan sonuçlardan birisi, kullanım-değerinin, alıcı ile satıcı arasındaki sözleşmenin tamamlanmasıyla, alıcının eline doğrudan doğruya geçmemesidir. Üzerinde belli miktarda bir toplumsal emek harcandığı için öteki her meta gibi onun değeri de dolaşıma girmeden önce belirlenmiş haldedir; ama onun kullanım-değeri ancak daha sonra bu gücün harcanması ile ortaya çıkar. Emek-gücünün. elden çıkartılması ve alıcı tarafından fiilen ele geçirilmesi, onun kullanım-değeri olarak kullanılması, bir zaman aralığıyla ayrılmıştır. Ama, bir metaın kullanım-değerinin satışı yoluyla resmen elden çıkartılmasının, alıcıya fiilen teslim edilmesi ile aynı zamana raslamadığı durumlarda, alıcının parası, genellikle ödeme aracı olarak iş görür.[50] Kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu her ülkede, sözleşmeyle belirlenen süre içersinde, emek-gücü kullanılmadan önce ödemenin yapılmaması bir gelenektir, örneğin her hafta sonunda ödenir. Bunun için, her zaman, emek-gücünün kullanım-değeri, kapitaliste avans olarak verilir: emekçi, henüz karşılığını almadığı emek-gücünün satınalıcı tarafından tüketilmesine izin vermekte, ve her yerde kapitaliste kredi açmaktadır. Bu kredinin bir hayal ürünü olmadığı, yalnız kapitalistin iflası[51] üzerine zaman zaman işçinin uğradığı ücret kayıpları ile değil, bir dizi uzun süreli sonuçlarla da görülür.[52] Bununla birlikte, para, (sayfa 189) ister satınalma, ister ödeme aracı olarak iş görsün, bu, meta değişiminin niteliği üzerinde hiç bir değişiklik yapmaz. Emek-gücünün fiyatı, sonuna kadar gerçekleştirilmemesine karşın, konut kiralarında olduğu gibi, sözleşme ile saptanılır. Emek-gücü, karşılığı ancak daha sonra ödenmesine karşın satılmış olur. Taraflar arasındaki ilişkinin açık olarak kavranabilmesi için, emek-gücü sahibinin her satışta, sözleşmede belirtilen karşılığı derhal aldığını geçici olarak kabul etmek yararlı olacaktır.

Şimdi artık bu özel metaın, emek-gücünün sahibine, satınalan tarafından ödenen değerin nasıl belirlendiğini biliyoruz. Satınalanın değişimle elde ettiği kullanım-değeri, kendisini, ancak fiilen kullanılmakla, emek-gücünün tüketimi ile ortaya koyar. Para sahibi bu amaç için hammadde gibi her şeyi piyasadan satınalır ve (sayfa 190) bunlarm tam değerlerini öder. Emek-gücünün tüketimi, metaların ve artı-değerin birlikte ve aynı zamanda üretimidir. Emek-gücünün tüketimi, diğer her türlü metada olduğu gibi, piyasanın ya da dolaşım alanının sınırları dışında tamamlanır. Bay Parababasını ve emek-gücü sahibini birlikte yanımıza alarak bir süre için, her şeyin ortada ve herkesin gözüönünde geçtiği bu gürültülü alanı bırakıyoruz ve hep birlikte kapısında, "işi olmayan giremez!" levhası ile bizi karşılayan, gizli kapaklı üretim alanına geçiyoruz. Burada biz, sermayenin, yalnız nasıl ürettiğini değil, ama nasıl üretildiğini de göreceğiz. Ve ensonu, kâr sağlamanın sırlarını da zorlayacağız.

Sınırları içersinde emek-gücü satım ve alımının sürüp gittiği ayrıldığımız bu alan, aslında, insanın doğuştan varolan haklarının tam bir cenneti idi. Burada egemen olan yalnızca, Özgürlük, Eşitlik, Mülkiyet ve Bentham'dır.[5*] Özgürlüktür, çünkü, metaın, diyelim emek-gücünün hem alıcısı hem satıcısı yalnızca kendi serbest iradelerinin etkisi altındadırlar. Serbest taraflar olarak sözleşme yaparlar ve vardıkları anlaşma, ortak iradelerinin yasal ifadesinden başka bir şey değildir. Eşitliktir, çünkü birbirleriyle basit meta sahipleri olarak ilişki içine girerler ve eşdeğeri eşdeğerle değişirler. Mülkiyettir, çünkü taraflar, kendi malı olan şeyler üzerinde tasarrufta bulunur. Ve Bentham'dır, çünkü her iki taraf da yalnız kendisini düşünür. Bunları biraraya getiren ve ilişki içersine sokan tek güç, bencillik, kazanç ve özel kişisel çıkardır. Herkes yalnız kendini düşünür, kimse geri kalana kulak asmaz, ve böyle yaptıkları için de, şeylerin önceden düzenlenmiş uyumu gereği ya da kâdiri mutlak ve takdiri ilâhi ile hepsi de, herkesin mutluluğu ve yararı adına, kendi karşılıklı çıkarları adına elbirliği ile çalışırlar.

"Vülger serbest ticaretçi"lerin görüşlerini, fikirlerini ve sermaye ile ücrete dayanan toplum hakkındaki yargılarının ölçüsünü aldıkları bu basit dolaşım ve meta değişimi alanından çıkarırken, dramatis personæ'mizin[6*] yüzlerinde bir değişiklik olduğunu görüyoruz. Eski para sahibi, şimdi kapitalist olarak önde çalımla yürüyor; emek-gücü sahibi onun emekçisi olarak peşisıra onu (sayfa 191) izliyor. Biri önemli insan pozunda, sırıtkan, işbilir; öteki sıkılgan, çekingen, kendi derisini pazara götüren ve yüzülmekten başka umudu olmayan bir kimse gibi. (sayfa 192)

Dipnotlar

[1] Toprak mülkiyetinden gelen ve kişisel efendilik ve serflik ilişkilerine dayanan güç ile paranın sağladığı kişisel olmayan güç arasındaki karşıtlığı iki Fransız atasözü pek güzel ifade eder, "Nulle terre sans seigneur" ["Efendisiz toprak olmaz"] ve "L'argent n'a pas de maitre" ["Paranın efendisi yoktur"].

[2] "Para ile metalar ve metalar ile para satınalınır." (Mercier de la Riviére, L'ordre naturel et essentiell des sociétés politiques, s. 543.)

[3] "Bir şey tekrar satmak için satınalınmışsa, kullanılan meblağa para denir: tekrar satmak için satınalınmamış ise, bu, meblağa harcanmıştır denebilin." (James Steuart, Works etc., edited by General Sir James Steuart, yazarın oğlu, Lond. 1805, v. l., s. 274.)

[4] Mercier de la Rivière, merkantilistlere, "Para, para ile değişilmez" diyor. (l.c., s. 486.) "Ticaret" ve "spekülasyon" konularını ex professo inceleyen bir yapıtta şunlar söylenmektedir: "Bütün ticaret, farklı türden şeylerin değişilmesinden ibarettir; sağlanan avantaj (tüccara mı?) bu farktan ileri gelir. Bir libre ekmeği bir libre ekmekle değişmek ... hiç bir avantaj sağlamayabilir, ... ticaretin yalnızca para ile değişimi demek olan kumara karşılık avantajlı olması bundandır." (Th. Corbet, An Inquiry into the Causes and Modes of the Wealth of Individuals; or the Principles of Trade and Speculation explained, Lond. 1841, s. 5.) Corbet, P-P'nin, paranın para ile değişiminin, yalnız tüccar sermayesinin değil bütün sermayenin karakteristik dolaşım şekli olduğunu görmemekle birlikte, hiç değilse bu şeklin kumar ve bir tür ticaret olan spekülasyonda ortak bir şekil olduğunu kabul etmektedir; ama arkasından MacCulloch gelir ve satmak için satınalmanın spekülasyon olduğunu keşfeder ve böylece spekülasyon ile ticaret arasındaki fark kaybolur gider. "Bir kimsenin, satmak için bir ürünü satınaldığı her işlem aslında bir spekülasyondur." (MacCulloch, A Dictionary Practical etc. of Commerce, Lond. 1847, s. 1.009.) Amsterdam Borsası Pindari Pinto, daha büyük bir saflıkla şöyle der: "Ticaret bir kumardır;" (bu, Lock'tan alınmıştır) "ve dilenciler ile oynanırsa hiç bir şey kazandırmaz. Uzun bir süre herkesin elindeki alınmış olsaydı, oyuna tekrar başlayabilmek için bu kârın büyük bir kısmının isteyerek geriye verilmesi gerekirdi." (Pinto, Traité de la Circulation et du Crédit, Amsterdam 1771, s. 231.)

[5] " ... sermaye bir kez daha başlangıç sermayesi ve kâr —... pratikte, kâr, derhal sermaye ile birleştirilir ve onunla birlikte harekete geçirilir— olarak bölünür." (F. Engels, "Umrisse zu einer Kritik der Nationalökonomie" Deutsch-Französische Jahrbücher, Herausgegeben von Arnold Ruge und Karl Marx, Paris 1844, s. 99. ["Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesi", 1844 Elyazmaları'nda, s. 414-415.])

[6] Aristoteles, ekonomik'i krematistik'in karşısına koyar. Ve ilkinden hareket eder. İnsanın geçimini kazanma sanatı olduğu sürece, varolmak için gerekli ve, ya ev idaresi için ya da devlet için yararlı nesnelerin sağlanması ile sınırlıdır. "Gerçek zenginlik (o alhdinoz ploutoz) bu gibi kullanım-değerlerinden meydana gelir; çünkü, yaşamı, tatlı ve hoş hale getiren bu türlü şeylerin sahip olunabilecek miktarı sınırsız değildir. Bununla birlikte, tercihan ve doğru olarak krematistik diyebileceğimiz ikinci tür bir sahip olma şekli daha vardır ve bu durumda zenginliğe de, sahip olunan şeylere de hiç bir sınır yokmuş gibi görünür. Ticaret ("hk aphlikh" tam karşılığı, perakende ticarettir ve Aristoteles, kullanım-değeri egemen olduğu için bu tür ticareti alıyor) niteliği gereği krematistik'e girmez. çünkü, değişim, burada, onların (alıcı ile satıcının) kendileri için gerekli şeyler üzerinde olur." Burada da Aristoteles, ticaretin ilk şeklinin trampa olduğunu ama bunun gelişmesiyle de para gereğinin ortaya çıkışını gösterir. Paranın bulunması üzerine, trampanın zorunlu olarak kaphlikh meta ticareti şeklinde gelişmesi ve bunun da başlangıçtaki eğilimin tersine krematistik, yani servet toplama sanatı haline gelmesi gerekir. Şimdi krematistik, ekonomik'ten şu şekilde ayrılır, "Krematistik'te dolaşım, zenginliğin kaynağıdır (poihtikh crhmatwn ... dia crhmatwn metabolhz). Ve o paranın etrafında dolanır görünür, çünkü para, bu tip dolaşımın hem başlangıcı hem de sonudur (to gar nomisma stoiceion kai peraz thz allaghz estin). Bu nedenle. krematistik'in peşinde koştuğu zenginlik de sınırsızdır. Bir amaca araçlık etmeyen, ama kendi başına amaç olan her sanatın, her an bu amaca biraz daha yaklaşma peşinde olması nedeniyle, erekleri yönünden sınırsız olmalarına karşın, bir amaca ulaşmak için araç kullanan sanatların, bizzat ereğin kendisine bir sınır cismesi sonucu, sınırsız olmaması gibi, krematistik için de, amaçları yönünden hiç bir sınır mevcut değildir ve bu amaçlar mutlak zenginliktir. Krematistik'in değil ama ekonomik'in bir sınırı vardır ... ikincinin amacı paradan başka bir şeydir, birincinin amacı ise paranın çoğaltılmasıdır. ... Birbiri üzerine gelen bu iki biçimin b.rbirine karıştırılması, bazı kimselerin, paranın sonsuz bir şekilde muhafaza edilmsi ve çoğaltılması işini, ekonomik'in ereği ve amacı saymalarına yolaçmıştır." (Aristoteles, De Republica, edit. Bekker, lib. l, c. 8 ve 9 passim.)

[7] "Metalar" (burada kullanım-değerleri anlamında kullanılmıştır) "ticaret yapan kapitalistin son amacı değildir, onun son amacı paradır." (Th. Chalrners, On Politic. Econ. etc., 2. edit.. Glasgow 1832, s. 165, 166.)

[8] "Tüccar halen elde ettiği kârı az bulmuyorsa da, gözü, daha ilerde elde edeceği kârdadır." (A. Genovesi, Lezioni di Economia civile, (1765), Custodi'nin İtalyan İktisatcıları baskısı. Parte Moderna, t. VIII. s. 139.)

[9] "Bitip tükenmez kâr tutkusu, auri sacra fames [altına duyulan lanetli hırs. -ç.] kapitaliste daima yol gösterecektir." (MacCulloch, The Principles of Polit. Econ., Lond. 1830, s. 179.) Bu görüş aynı MacCulloch ve benzerlerini, teorik güçlük çektikleri zaman, örneğin, aşırı üretim gibi sorunlarda, aynı kapitalisti, tek amacı kullanım-değeri olan ve hatta kendisinden çizme, şapka, yumurta, basma ve diğer çok bilinen türden kullanım-değerleri için doyumsuz bir açlık duygusu gelişen ahlaklı bir yurttaşa dönüştümekten kuşkusuz alokoyamaz.

[10] "Swzein" [kurtarmak. -ç.]. para-yığma için kullanılan karakteristik bir Grek terimidir. İngilizcede de, to save fiilinin gene iki anlamı vardır: kurtarmak ve biriktirmek.

[11] "Şeyler oluş halinde iken sahip olmadıkları sonsuzluğa, dolaşımda sahip olurlar." (Galiani, [l.c., s. 156].)

[12] "Ce n'est pas la matière qui fait le capital, mais la valeur de ces matières." ["Sermayeyi meydana getiren madde değil, bu maddenin değeridir." -ç.] (J. B. Say, ,Troité d'Econ. Polit., 3. èd.. Paris 1817, t. II., s. 429.)

[13] "Nesnelerin üretiminde kullanılan dolaşım aracı (!) ... sermayedir." (Macleod, The Theory and Practice of Banking, Lond. 1855. v. I. ch. 1. s. 55.) "Sermaye metadır." (James Mill, Elements of Polit. Econ., Lond. 1821. s. 74.)

[14] Sermaye: "birikmiş servetin üretken kısmı... durmadan çoğalan değer". (Sismondi, Nouveaux Principes d'Econ. Polit.. [Paris 1819] t. I., s. 88, 89.)

[15] "Değişim, sözleşme taraflarının toujours [daima, her zaman. -ç.] (!) kârlı çıktıkları harika bir işlemdir." (Destutt de Tracy, Traité de la Volonté et de ses effets, Paris 1826, s. 68.) Bu yapıt daha sonra, Traité d'Econ. Polit. adı altında yayınlanmıştır.

[16] Mercier de la Rivière, l.c., s. 544.

[17] "Que l'une de ces deux vaieurs soit argent, ou qu'elles soient toutes deux marchandises usuebes, rien de plus indifférent en soi." ["Bu iki değerden biri ister para olsun, ya da ister ikisi de herhangi iki meta olsun, bu, aslında hiç bir şeyi değiştirmez."] (Mercier de la Rivière, l.c., s. 543.)

[18] "Ce ne sont pas les contractants qui prononcent sur la valeur; elle est décidée avant la convention." ["Değer üzerinde karar verenler sözleşme tarafları değildir; değer anlaşmadan önce saptanmıştır."] (Le Trosne, l.c., s. 906.)

[19] "Dove è egualità, non è lucro." ["Eşitliğin kazançlı olmadığı yer."] (Galiani, Della Moneta, Custodi'de, Parte Moderna, t. iv, s. 244.)

[20] "L'échange devient désavantageux pour l'une des parties, lorsque quelque chose etrangère vient diminuer ou exagérer le prix; alors 1'égalité est blessée, mais la lésion procède de cette cause et non de 1'éichange." ["Herhangi bir etki, fiyatı düşürür ya da yükseltirse, değişim, taraftardan birisi için elverişsiz hale gelir; denge bu durumda bozulmuş olur; ama bu bozulma herhangi bir nedenden ileri gelebilir, değişim yüzünden olmaz."] (Le Trosne, l.c., s. 904.)

[21] "L'échange est de sa nature un contrat d'égalité qui se fait de valeur pour valeur égale. Il n'est done pas un moyen de s'enrichir, puisque l'on donne autant que l'on revoit." ["Değişim, niteliği bakımından, eşitlik üzerine kurulan, yani birbirine eşit iki değer arasında yapılan bir sözleşmedir. O halde değişim, verilen kadar karşılık bir şey alındığı için, zenginleşme aracı olamaz."] (Le Trosne, l.c., s. 903.)

[22] Condillac, Le Commerce et la Gouvernement (1776), Edit. Daire et Molinari, Mélanges d'Economie Politique, Paris 1847, s. 267, 291.

[23] Le Trosne, bu nedenle, dostu Condillac'a haklı olarak şu karşılığı verir: "Dans une ... société, formée il n'y a pas de surabondant en aucun genre." ["Gelişmiş bir toplumda ... hiç bir meta türü için fazlalık sözkonusu olamaz."] Aynı zamanda alaylı bir biçimde ekler: "Değişimde bulunan kimselerin eline, biri diğerinin eksik aldığı kadar fazla geçmiş olsa bile, her ikisi de aynı şeyi alırlar." Condillac, değişim-değerinin niteliği konusunda en küçük bir fikre sahip olmadığı içindir ki, Herr Profesör Wilhelm Roscher, onu, kendi çocukça kavramlarının doğruluğuna destek olabilecek uygun bir kimse olarak seçmiştir. Bkz: Roscher, Die Grzindlagen der Nationalökonomie, Dritte Auflage, 1858.

[24] S. P. Newman: Elements of Polit. Econ., Andover and New York 1835, s. 175.

[25] "Üretimin nominal değerini artırarak... satıcılar zenginleşemez... çünkü satıcı olarak kazandıklarını, alıcı olarak aynen harcarlar." ([J. Gray,] The Essential Principles of the Wealth of Nations etc., Lond. 1797, s. 66.)

[26] "Belirli bir ürünün 24 livre değerinde olan bir miktarını 18 livreye satmak zorunda kalınca, aynı para başka şeyler satınalmak için kullanıldığında, gene 18 livreye, 24 livre ile satınalınan kadar şey elde edilir." (Le Trosne, l.c., s. 897.)

[27] "Hiç bir satıcı bu nedenle, kendisi de diğer satıcıların metalarına daha çok bir bedel ödemek zorunda kalmaksızın malların fiyatını, kural olarak yükseltemez; ve aynı nedenle, hiç bir tüketici, kendi sattığı malların fiyatını düşürmek zorunda kalmaksızın, satınldığı şeyleri, kural olarak, daha ucuza satınalamaz." (Mercier de la Riviére, l.c., s. 555.)

[28] R. Torrens, An Essay the Production of Wealth, London 1821. s. 349.

[29] "Kârların tüketiciler tarafından ödendiği düşüncesi, kuşkusuz çok saçmadır. Tüketiciler kimlerdir?" (G. Ramsay, An Essay on the Distribution of Wealth, Edinburgh 1836, s. 183.)

[30] Çömezi rahip Chaimers gibi bu basit alıcı ya da tüketici sınıfı, ekonomik bakımdan göklere çıkaran Malthus'a, öfkeli bir rikardocu bu soruyu sorar: "Metalarına talep olmadığı zaman bir adama Bay Malthus, bir başkasına metalarını alması için para vermesini mi tavsiye ediyor?" (Bkz: An Inquiry into those Principles, Respecting the Nature of Demand and the Necessity of Consumption, lately advocated by Mr. Malthus, etc., London 1821, s. 55.)

[31] Destutt de Tracy, Enstitü üyesi olmasına karşın ya da belki de Enstitü üyesi olduğu için karşıt görüştedir. Sanayici kapitalistlerin kâr etme nedeninin, "her şeyi kendilerine malolduğundan daha yüksek fiyata satmaları," olduğunu söyler. "Ve bunları kime satarlar? Önce birbirlerine." (l.c., s. 239.)

[32] "Birbirlerine eşit iki değer arasında yapılan değişim, toplumda bulunan değerler kitlesini ne büyütür, ne de küçültür. Birbirine eşit olmayan değerler arasındaki değişim de ... aynı şekilde, toplumsal değerler toplamında hiç bir değişiklik meydana getirmez, çünkü değişim, burada, taraflardan birinin varlığında ne kadar bir artışa yolaçmışsa. diğerinin varlığında o kadar bir azalmaya neden olmuştur." (J. B. Say, l.c., t. ii, s. 443, 444.) Say, bu ifadenin sonuçlarıyla hiç ilgilenmeden, onu neredeyse sözcüğü sözcüğüne fizyokratlardan aktarmıştır. Aşağıdaki örnek Mösyö Say'ın, kendi "değer"ini büyütme amacıyla, fizyokratların, onun zamanında tamamen unutulmuş yazılarına nasıl başvurduğunu gösterecektir. Onun ünlü, "On n'achéte des proquits qu'evec des produits." ["Ürünler ancak ürünlerle satınalınabilir,"] (l.c., t. II, s. 441.) sözünün fizyokratlardaki aslı şöyledir: "Les productions ne se paient qu'avec des productions." ["Ürünler ancak ürünlerle ödenir."] (Le Trosne, l.c., s. 899.)

[33] "Değişim, ürünlere hiç bir değer katmaz." (F. Wayland, The Elements of Political Economy, Boston 1843, s. 169.)

[34] Değişmeyen eşdeğerlerin egemenliği altında ticaret olanaksız olabilirdi. (G. Opdyke, A Treatise on Polit. Economy, New York 1851, s. 66-69.) "Gerçek değer ile değişim-değeri arasındaki fark bir olguya dayanmaktadır — yani bir şeyin değerinin, ticarette bu şeye karşılık verilen ve eşdeğer denilen şeyden farklı olduğu olgusuna; yani bu eşdeğerin bir eşdeğer olmadığı olgusuna." (F. Engels, "Umrisse zu einer Kritik der Nationalökonomie", l.c., s. 95, 96. ["Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesi", 1844 Elyazmaları'nda, s. 409].)

[35] Benjamin Franklin, Works, II. edit. Sparks, Positions to be examined concerning National Wealth, s. 376.

[36] Arist[oteles], l.c., c. 10, [s. 17].

[37] "Kâr, piyasanın olağan koşulları altında, değişimle sağlanamaz. Daha önce varolmasaydı, bu işlemden sonra da varolamazdı." (Ramsay, l.c., s. 184.)

[38] Buraya kadarki incelemelerimizden, okur, bu sözün, yalnızca, bir metaın fiyatı ile değeri aynı olsa bile sermaye oluşumunun mümkün olacağı anlamına geldiğini görecektir; çünkü sermayenin oluşumu, bu ikisinin birbirinden sapmasına bağlanamaz. Eğer fiyatlar, fiilen değerlerden sapma gösterirlerse, her şeyden önce, fiyatların değerlere indirgenmeleri gerekir; yani bu olgunun en saf şekilde gözlenebilmesi ve gözlemlerimizin, sonusu süreçle bir ilgisi bulunmayan yanıltıcı durumlarla bulandırılmaması için bu sapma raslansalmış gibi ele alınır. Biz, ayrıca, bu indirgemenin salt bilimsel bir işlem olmadığını da biliyoruz. Fiyatlardaki sürekli dalgalanmalar, yükselmeler ve düşmeler birbirlerini telafi ederler ve gizli düzenleyicileri olan ortalama bir fiyata kendilerini indirgerler. Bu, tüccara ve sanayiciye, uzun zamana gerek gösteren her girişimde, yol gösterici yıldız görevini görür. Bunlar, uzun bir sürede metaların ne yüksek ve ne de alçak değil, ortalama fiyatları ile satılacağını bilirler. Bu nedenle, eğer bu konu üzerinde kafa yoracak olursa, sermaye oluşumunu şöyle formüle ettiği tahmin edilir: Sermayenin kökenini, fiyatların ortalama fiyatla, yani sonal olarak metaların değerleriyle düzenlendiği varsayımına dayanarak nasıl açıklayabiliriz? "Sonal olarak" diyorum, çünkü ortalama fiyatlar, Adam Smith, Ricardo ve diğerlerinin inandıkları gibi, metaların değerleriyle doğrudan doğruya çakışmazlar.

[39] "Para şeklinde iken ... sermaye kâr üretmez." (Ricardo, Princ. of Pol. Econ., s. 267.) [40] Klasik çağlar ansiklopedilerinde şöyle budalalıklar görülür: Eski dünyada sermaye tam anlamıyla gelişmişti "ama, serbest işçi ve kredi sistemi yoktu". Mommsen bile, Roma Tarihi'nde, bu konuda pot üstüne pot kırar.

[41] Bunun için, çeşitli ülkelerde yasakoyucu, iş sözleemeleri için bir üst sınır koyar. Emeğin özgür olduğu yerlerde, yasalar bu sözleşmeye son verme biçimini bir düzene bağlar. Bazı devletlerde, özellikle Meksika'da (Amerikan iç savaşından önce Meksika'dan alınan topraklarda ve gene gerçekte, Kusa ayaklanmasına kadar Tuna eyaletlerinde) kölelik, peonage adını taşıyan bir biçim altında gizlidir. Karşılığı emekle ödenmek üzere verilen ve kuşaktan kuşakla geçen avanslarla yalnız tek tek işçiler değil, aileleri de, de facto [fiilen -ç.] başka insanların ve onların ailelerinin malları haline geldiler. Juarez, peonage'ı kaldırdı. Sözümona İmparator Maximilian, bunu tekrar buyrukla kurdu ve Washington'da Temsilciler Meclisinde, bu, haklı olarak. Meksika'da köleliğin yeniden kuruluşu diye kınandı. "Özel bedensel ve ussal olanak ve yeteneklerimi, sınırlı bir süre için bir başkasının kullanımına bırakılabilirim: bu sınırlılık sonucu, bunlar, benim bütünlüğüm yönünden yabancı bir nitelik kazanırlar. Ama, bütün çalışma zamanımı ve bütün işimi elden çıkartmakla, kendi özümü, diğer bir deyişle, genel faaliyet gerçekliğimi, kişiliğimi, bir başkasının mülkiyeti haline getirmiş olurum." (Hegel, Philosophie des Rechts, Berlin 1840, s. 104, § 67.)

[42] Demek ki, kapitalist döneme niteliğini kazandıran şey, emek-gücünün, işçinin kendi gözünde, kendi malı olan bir meta şeklini alması ve dolayısıyla emeğinin, ücretli emeğe dönüşmesidir. Öte yandan, emek ürününün genel olarak meta halini alması ancak bu andan sonra olur.

[43] "Bir adamın değeri ya da kıymeti, diğer bütün şeylerde olduğu gibi fiyatıdır: yani onun gücünün kullanılması karşılığında ödenen miktar demektir." (Th. Hobbes, Leviathan, Works'ta, Ed. Molesworth, Lond. 1839-44, v. III. s. 76.)

[44] Bu nedenle Romalı Villicus, tarım kölelerinin gözcüsü olarak, "işi daha hafif olduğu için, çalışan kölelerden çok daha az bir ücret" alıyordu. (Th. Mommsen, Röm. Geschichte, 1856, s. 810.)

[45] Karşılaştırınız: W. Th. Thornton, Over-population and its Remedy, Lond. 1846.

[46] Petty.

[47] "Onun" (emeğin) "doğal fiyatı ... iklimin niteliği ve ülkenin adetlerine göre, işçiyi geçindirebilecek ve piyasada eksilmeyen bir emek arzını sürdürecek bir aileyi besleyebilecek miktarda gereki tüketim maddeleri ile huzuru sağlayabilecek şeylerden ibarettir." (R. Torrens, An Essay on the External Corn Trade, London 1815, s. 62.) Burada emek-gücü yerine yanlış olarak emek sözcüğü kullanılmıştır.

[48] Rossi, Cours d'Écon-Polit., Bruxelles 1842, s. 370, 371.

[49] Sismondi, Nouv. Princ., etc., t. I, s. 112.

[50] "Her iş, yapılıp bittikten sonra ödenir." (An Inquiry into those Principles Respecting the Nature of Demand, etc., s. 104.) "Ticari kredi, üretimin ilk yaratıcısı işçinin, tasarrufları nedeniyle, yaptığı işin ücretini haftanın, onbeş günün, ayın, üç ayın sonuna kadar bekleyebilecek hale gelmesiyle başlamış olmalıdır." (Ch. Ganilh, Des Systémes d'Écon. Polit., 2. édit., Paris 1821, t. II, s. 150.)

[51] "İşçi çaba ve hünerini ödünç verir", ama, Storch kurnazca şunu ekler: o "ücretini yitirmekten" başka "hiç bir şeyini tehlikeye sokmamıştır ... işçi kendisinden maddi olarak hiç bir şey vermez." (Storch, Cours d'Écon. Polit., Petersbourg 1815, t. II, s. 37.)

[52] Bir örnek: Londra'da iki çeşit fırıncı vardır; ekmeği tam değeri üzerinden satan "tam fiyatlı" fırıncılar, değerinin altında satan, "düşük fiyatlı" fırıncılar. Bu sonuncular, toplam fırıncı sayısının dörtte-üçünden fazlasını meydana getirirler. ("Fırıncı kalfanın şikayetlerini" incelemekle görevli hükümet komiseri H. S. Tremenheere'in Report'u, xxxii, Lond. 1862.) Ucuzcuların hemen hepsi, beslenmeye ve sağlığa zararlı şap, sabun potas, tebeşir, Derbyshire-tozu ve benzeri şeylerle karıştırılmış bozuk ekmek satarlar. (Yukarda sözü edilen Mavi kitap ile, "Hileli ekmek konusunda 1855 tarihli komitenin" hazırladığı rapora ve Dr. Hassall'in, Adulterations Detected, 2. edit., London 1661, yapıtına bakınız.) 1855 tarihli komitede verdiği ifadede Sir John Gordan şöyle diyordu: "Yapılan bu karıştırma ve hileler sonucu, günde iki libre ekmekle karnını doyuran yoksul bir insan, sağlığı üzerindeki bozucu etkileri bir yana, besleyici maddelerden ancak dörtte-birini alabilmektedir." Tremenheere (l.c., s. xlviii) işçi sınıfının büyük bir kısmının bu hilenin pekâlâ farkında oldukları halde, şap, toz-toprak gibi şeyleri niçin satın aldımları konusunda şöyle diyor: "Fırıncılarından ya da bakkaldan keyiflerince yaptıkları ya da sattıkları ekmeği satınalmak onlar için bir zorunluluktur." Hafta sonundan önce ücretlerini alamadıkları için, "ailelerinin hafta boyunca yedikleri ekmeğin parasını, hafta sonundan önce ödeyemezler" ve Tremenheere, tanıkların ifadeleri konusunda şunları ekliyor: "Bu karıştırmalardan meydana gelen ekmeğin, salt bu şekilde satılmak üzere yapıldığı esef edilecek bir gerçektir." Birçok İngiliz ve daha da çok İskoç tarım bölgelerinde ücretler onbeş günde bir ve hatta ayda bir ödenir; ödemeler arasındaki bu uzun aralıklar sonucu tarım işçileri veresiye alışveriş yapmak zorunda kalırlar. Daha yüksek fiyatla satınalma zorunda oldukları gibi aslında ona veresiye veren dükkana da bağlanmış durumdadırlar. Böylece örneğin, ücretlerin aylık ödendiği Wilts'teki Horningham'da, başka yerde bir stone için 1 şilin 10 peni ödediği aynı unu, buralarda 2 şilin 4 peniye ancak satınalabilir. (Medical Officer of Privy Council'in Halk Sağlığı konusunda Sixth Report'u, 1864, s. 264.) "Paisley ve Kilmarnock'taki mürettipler, greve gitmek suretiyle, ücretlerin aylık olarak ödenmesi yerine onbeş günde bir ödenmesini zorla kabul ettirirler." (Reports of the Inspectors of Factories for 31st, Oct. 1853, s. 34.) İşçinin kapitaliste açtığı kredinin daha güzel bir sonucu olarak da, pek çok İngiliz kömür madenlerinde kullanılmakta olan bir yönteme işaret edebiliriz; buralarda işçiye ancak ay sonunda ücret ödenir ve bu arada madenci, çoğu kez mal şeklinde olan ve bedelini sonradan piyasa fiyatının üzerinde ödemek zorunda kaldığı şeyleri kapitalistten avans olarak alır (Truck-system, [takas sistemi -ç.]). "İşçilere ücretlerini ayda bir kez ödemek ve her hafta sonunda avans vermek, kömür madeni patronları arasında uygulanagelen bir usuldür. Avanslar dükkanda ödenir: (Yani, patronlara ait dükkanda) "işçiler bir eliyle aldıklarını diğeriyle buralara yatırırlar." (Children's Employment Commission, Ill. Report, Lond. 1864, s. 38, n. 192.)

[1*] "Özlü anlatımıyla." -ç.

[2*] İlk bakışta. -ç

[3*] Bir şeyin, bir başka şeyin yerini tutması. -ç.

[4*] İşte hendek, işte deve! (Ezop'un bir fablından. Bu masalda, bir palavracı, bir zamanlar Rodos'ta olağandışı uzun bir atlayış yaptığını öne sürer.) -ç.

[5*] Jeremy Bentham, İngiliz hukuk yazarı, faydacılığın kurucusu. Bu yapıtın "Artı-değerin Sermayeye Dönüşümü" bölümünde, Marx, ona ayırdığı uzun bir notta (69 nolu notta), onu şöyle adlandırır: "burjuva budalalığının dehası." -ç.

[6*] Oyundaki kişiIer, pazarlığa girişen kişiler. -ç.