IV.Avusturya

ŞİMDİ Avusturya’ya, 1848 Martına değin yabancı ulusların gözünde hemen hemen İngiltere ile son savaştan önce Çin’in olduğu kadar sıkı bir biçimde kapalı olan bu ülkeye bir göz atmamız gerekiyor.

Burada sadece Alman Avusturya’sını göz önünde tutabileceğimiz kendiliğinden anlaşılır. Polonyalı, Macar ya da İtalyan Avusturyalıların sorunları konumuzun dışındadır ve biz bu sorunları sonradan sadece 1848’den bu yana, Alman Avusturyalıların yazgıları üzerinde etkili oldukları ölçüde hesaba katacağız.

Prens Metternich hükümeti, iki eksen üzerinde dönüyordu: İlk olarak, Avusturya yetkesi altında bulunan uluslardan her birini, benzer bir durumda bulunan öbür ulusların tümü aracıyla bağımlılık içinde tutuyor, ikinci olarak, ve bu her zaman mutlak krallıkların temel ilkesi olmuştur, iki [sayfa 38] sınıfa, feodal toprak sahipleri ile büyük para babalarına dayanıyor, aynı zamanda, bu iki sınıfın etki ve gücünü, hükümete tam bir eylem bağımsızlığı sağlayacak biçimde, denge durumunda tutuyordu. Tüm gelirleri her türlü feodal gelirlerden oluşan toprak soyluluğu için, kendisini yaşatan sömürü tarafından ezilmiş toprak köleleri sınıfına karşı tek koruyucusu olan bir hükümeti desteklemek zorunluydu; ve bu soyluların en yoksul bölümünün, 1846’da Galiçya’da olduğu gibi, hükümete karşı başkaldırdığı her kez, Metternich onlara karşı hemen, en dolaysız baskıcılarından korkunç bir öç alma fırsatından ne de olsa yararlanan bu serfleri kışkırtıyordu.

Öte yandan büyük borsa spekülatörleri de, devletin onlara borçlu bulunduğu büyük tutarlar aracıyla, Metternich hükümetine zincirlenmiş bulunuyorlardı. 1815’te tüm gücünü yeniden elde eden, 1820’den sonra İtalya’da mutlak krallığı yeniden kuran, 1810 iflası ile borçlarının bir bölümünden kurtulan Avusturya, barıştan az bir zaman sonra, Avrupa mali piyasalarındaki saygınlığını yeniden sağlamış ve kredisi arttıkça yeni yeni borçlar almıştı. Böylece Avrupa’nın bütün büyük bankerleri, sermayelerinin büyük bölümlerini Avusturya fonlarına yatırmış bulunuyorlardı; öyleyse bu ülkenin kredisini sürdürmesinde hepsinin çıkarı vardı ve Avusturya kamu kredisi kendini sürdürebilmek için, durmadan yeni borçlanmalar gerektirdiğinden, onlar bakımından, daha önce almış bulundukları devlet fonlarının fiyatını yüksek tutmak için, zaman zaman yeni sermayeler vermek zorunlu idi. 1815’i izleyen uzun barış ve Avusturya gibi bin yıllık eski bir imparatorluğu yıkmanın görünür olanaksızlığı, Metternich hükümetinin kredisini inanılmaz ölçülerde artırıyor ve onu Viyana banker ve borsa oyuncularından bile bağımsız kılıyordu; çünkü Metternich, Frankfurt ve Amsterdam’dan yeterince para sağlayabildiği sürece, Avusturya kapitalistlerinin ayaklarına kapandığını görme hoşnutluğuna eriyordu. Ayrıca bu kapitalistlerin yazgısı, her bakımdan onun elindeydi; bankerlerin, spekülatör ve devlet üstencilerinin, mutlak bir krallıktan sızdırmak için her zaman uyuştukları büyük kârlar, hükümetin onların kişilik ve zenginlikleri [sayfa 39] üzerinde sahip olduğu hemen hemen sınırsız kudretle ödünlenmiş bulunuyordu; bundan ötürü, bu yandan korkulacak bir muhalefet gölgesi bile yoktu. Böylece Metternich, imparatorluğun en güçlü ve en etkili iki sınıfının desteğinden emindi; ayrıca, mutlakiyet erekleri bakımından daha iyi örgütlenemeyecek bir ordu ve bir bürokrasiye de sahip bulunuyordu. Avusturya hizmetindeki memur ve subaylar ayrı bir tür oluştururlar; babaları imparatora hizmet etmişlerdir ve oğulları da aynı şeyi yapacaklardır; onlar, iki başlı kartalın kanadı altında toplanmış birçok milliyetten hiçbirine ait değildirler; İmparatorluğun bir ucundan öbürüne, Polonya’dan İtalya’ya, Almanya’dan Transilvanya’ya aktarılırlar ve her zaman da aktarılmışlardır: Macar, Polonyalı, Alman, Rumen, İtalyan, Hırvat, “imparatorluk ve krallık yetkesi” damgasını taşımayan ve özel bir ulusal nitelikle belirlenen her birey, onlar tarafından aynı derecede hor görülür; onların milliyeti yoktur, ya da daha doğrusu, gerçek Avusturya ulusunu sadece onlar oluştururlar. Zeki ve enerjik bir devlet başkanının elleri arasında, böylesine bir sivil ve asker hiyerarşinin ne kadar bükülgen ve güçlü bir alet olacağı kolay anlaşılır.

Nüfusun öteki sınıflarına gelince Metternich, gerçek bir ancienne régime33 devlet adamı olarak, onların elbirliginden pek tasalanmıyordu. Onlara karşı bir tek siyasası vardı: sessiz sedasız bırakarak, onlardan vergi biçimi altında, elden geldiğince çok para sızdırmak. Tecim ve sanayi burjuvazisi, Avusturya’da çok yavaş bir biçimde gelişiyordu. Tuna ticareti görece önemsizdi; ülke sadece bir tek deniz limanına, Trieste’ye sahipti ve bu limanın tecimi de çok sınırlıydı. Sanayicilere gelince, onlar çoğu durumda tüm yabancı rekabetin dıştalanmasına kadar giden büyük bir korumadan yararlanıyorlardı; ama bu üstünlük onlara, aslında vergi ödeme yeteneklerini artırma ereğiyle verilmiş ve geniş ölçüde sanayi için iç kısıtlamalar, gedikler ve öbür feodal loncalar için, hükümetin erek ve görüşlerine engel olmadıkları sürece titizce korunan ayrıcalıklar ile ödünlenmişti. Küçük esnaf, çeşitli meslekleri birbirlerine karşı sürekli bir ayrıcalıklar savaşı içinde tutan ve aynı zamanda işçi sınıfının toplumsal [sayfa 40] hiyerarşide yükselme olanaksızlığı ile bu zorunlu dernekler üyelerine bir tür soydan geçme kararlılık veren bu ortaçağsal loncaların dar engelleri içine sıkıştırılmıştı. Son olarak köylü ve işçiye, basit bir vergileme konusu olarak davranılıyor ve onlarla sadece, onları elden geldiğince o zaman içinde yaşadıkları ve onlardan önce babalarının da içinde yaşamış oldukları varlık koşulları çerçevesinde tutmak için ilgileniliyordu. Bu amaçla, eskiden beri yerleşmiş her türlü soydan geçme yetke, devlet yetkesi gibi korunmuştu; hükümet, toprak sahibinin küçük çiftçi, sanayicinin fabrika işçisi, küçük zanaatçı ustanın kalfa ve çırak, babanın oğul üzerindeki yetkesini her yerde sıkı sıkıya koruyordu ve her türlü itaatsizlik, Avusturya adaletinin o evrensel aleti olan sopa ile, bir yasa çiğnemesi olarak cezalandırılıyordu.

Son olarak, bütün bu yapay bir kararlılık yaratma girişimlerini genel bir sistem biçiminde toplamak için, ulusun önüne konan entelektüel yem de sonsuz sakınırlıklarla seçilmiş ve elden geldiğince pinti bir tutumlulukla dağıtılmıştı. Eğitim her yerde, başkanları tıpkı feodal büyük toprak sahipleri gibi varolan sistemin korunmasında büyük çıkarlara sahip olan katolik din adamlarının elleri arasındaydı. Üniversiteler, ancak çeşitli özel bilgi dallarında çok güçlü olabilecek uzmanlar üretebilecek, ama üniversitelerin verdiği kabul edilen o önyargılardan bağışık genel eğitimi hiç mi hiç veremeyecek bir biçimde örgütlenmişlerdi. Macaristan dışında, hiçbir devirli basın yoktu, ve Macar gazeteleri de krallığın bütün öbür yerlerinde yasaklanmış bulunuyorlardı. Genel olarak yazın alanına gelince, bu alan bir yüzyıldan beri genişlememiş, hatta Josef II’nin ölümünden sonra yeniden daralmıştı. Ve tüm sınırlar boyunca, Avusturya devletlerinin uygar bir ülke ile sınırdaş oldukları her yerde, yabancı bir kitap ya da gazetenin, içeriği iki üç kez özene bezene incelenip de zamanın kötü zihniyetinin en küçük lekesinden arındırılmaksızın Avusturya’ya geçmesini engellemek için, gümrükçüler kordonu ile birlikte bir de yazın sansürcüleri kordonu kurulmuştu.

1815’ten sonra, hemen hemen otuz yıl boyunca bu sistem, şaşırtıcı bir başarı ile işledi. Avusturya, Avrupa’da [sayfa 41] hemen hemen tanınmıyor, ve Avrupa da Avusturya’da bir o kadar bilinmiyordu. Nüfusun her sınıfının ve genel olarak nüfusun toplumsal durumu, en küçük bir değişikliğe uğramamışa benziyordu. Sınıftan sınıfa duyulabilen düşmanlık ne olursa olsun, –ve bu düşmanlığın varlığı, Metternich için, yukarı sınıfları hükümetin tüm haksızlıklarının aleti yapıp, böylece tüm tiksintiyi onların üzerine atarak, hatta onun işlerini bile kolaylaştıran, son derece önemli bir hükümet koşulu idi– halk küçük devlet memurlarından ne kadar nefret ederse etsin, merkezî hükümete karşı ya çok az bir hoşnutsuzluk vardı, ya da daha doğrusu hiç yoktu. İmparatora tapılıyordu ve olaylar, bu sistemin sürerliği üzerine kuşkularını dile getirirken, babacan bir havayla: “Gene de Metternich ile ben yaşadıkça sürer” diye ekleyen yaşlı François I’e hak verir gibi görünüyordu.

Bununla birlikte, Metternich’in tüm çabalarını boşa çıkaran yavaş bir yeraltı hareketi gelişiyordu. Sanayi ve tecim burjuvazisinin zenginlik ve etkisi artıyordu. Sanayie makine ve buharın girişi, başka her yerde olduğu gibi Avusturya’da da, toplumun tüm sınıf ilişkileri ve yaşam koşullarını altüst etti; serfleri özgür kişiler, küçük çiftçileri fabrika işçileri durumuna dönüştürdü; eski feodal loncaları aşındırdı ve aralarında birçoğunun varlık araçlarını yok etti. Yeni tecim ve sanayi nüfusu, her yerde, eski feodal kurumlarla savaşıma girişti. İşlerinin kendisini gitgide daha çok sürüklediği dış ülkelere yolculuklarından burjuvazi, imparatorluk gümrük sınırlarının ötesinde yer alan uygar ülkelerden şaşkınlık verici yeni haberler getiriyordu. Son olarak demiryolları yapımı, hem sınai hem de entelektüel hareketi hızlandırdı. Avusturya devlet yapısında tehlikeli bir öğe daha, yani parlamenter oturumları ve soyluluğun yoksullaşmış ve muhalif yığınının, hükümet ve bağlaşıkları olan Macar devlet adamlarına (magnats) karşı savaşımları ile birlikte, bir de feodal Macar anayasası vardı. Diyetin bulunduğu yer, Presburg, Viyana’nın kapılarındaydı. Bütün bu öğeler, kentler burjuvazisi arasında, tam bir muhalefet değil, –çünkü muhalefet henüz olanaksız bir şeydi–, ama bir hoşnutsuzluk ruhu, anayasal olmaktan çok yönetsel nitelikte genel bir reform isteği [sayfa 42] doğmasına katkıda bulundular. Ve tıpkı Prusya’da olduğu gibi, bürokrasinin bir bölümü de burjuvaziye katıldı. Bu soydan geçme memurlar kasti arasında, Joseph II gelenekleri unutulmamıştı: devlet memurları arasında, zaman zaman kendini olanaklı düşsel reformlara kaptıranların en bilgilileri, bu imparatorun ilerici ve aydın despotizmini, Metternich’in “ataerkil” despotizmine adamakıllı yeğ tutuyorlardı. En yoksul soyluluğun bir bölümü de burjuvaziyle aynı safta yer aldı ve nüfusun hükümetten değilse de üstlerinden yakınmak için her zaman bol bol neden bulan aşağı sınıflarına gelince, çoğu durumda bu sınıflar, burjuvazinin reformcu özlemlerine katılmaktan geri kalamazlardı:

Almanya’da, bu değişikliğe yanıt veren özel bir yazın dalının kurulması, aşağı yukarı bu sıralarda, 1843 ya da 1844’te oldu. Hepsi de pek öyle yetenekli olmayan ama yahudi soyuna özgü o iş yatkınlığına sahip az bir sayıda Avusturyalı yazar, romancı, gökçeyazın eleştirmeni, kötü ozan, Leipzig ve Avusturya dışındaki öteki Alman kentlerinde yerleştiler ve oralarda, Metternich’in vereceği zararlardan uzak, Avusturya sorunları üzerine tonla kitap ve broşür yayımladılar. Hem kendileri, hem de yayımcıları, “altın iş”ler yaptılar. Tüm Almanya, Avrupa Çini’nin siyasal gizemlerini öğrenme isteğiyle tutuşuyordu ve bu yayınları, Bohemya sınırı üzerinde büyük ölçüde yapılan kaçakçılık aracıyla elde eden Avusturyalıların kendileri daha da meraklıydılar. Bu yayınlar aracıyla açığa vurulan gizemler, elbette pek önemli şeyler değildiler ve iyi niyetli yazarlar tarafından yazılan ipsiz sapsız reform tasarıları, kendilerini siyasal erdenliğe (bakireliğe) varan bir zararsızlık ile belli ediyorlardı. Avusturya için bir anayasa ve özgür bir basın, olmayacak şeyler sayılıyorlardı; yönetsel reformlar, eyalet diyetlerinin haklarının genişlemesi, yabancı kitap ve gazetelerin yurda sokulması ve daha yumuşak bir sansür – işte bu iyi Avusturyalıların dürüst ve alçakgönüllü istekleri, aşağı yukarı buraya kadar gidiyordu.

Avusturya’nın Almanya’nın geri kalan bölümü ile ve Almanya’nın da dünyanın geri kalan bölümü ile yazınsal alışverişini engellemekte durmadan artan olanaksızlık, [sayfa 43] hükümete karşı bir kamuoyunun oluşmasına büyük bir katkıda bulunuyor ve Avusturya nüfusunun bir kısmı için, hiç olmazsa biraz siyasal bilgilenme olanağı sağlıyordu. Avusturya, güçsüz bir derecede de olsa, o sıralarda bütün Almanya’da yayılan o siyasal-dinsel çalkantı tarafından, 1847 sonlarında işte böyle kavrandı ve bu çalkantının gelişmesi Avusturya’da her ne kadar daha sessiz oluyorduysa da, üzerinde etkili olacak öğeleri bulmaktan da geri kalmıyordu. Orada, beylerin ya da hükümetlerin haksızlıkları altında ezilen serf ya da feodal çiftlik kiracısı köylü vardı; fabrikacının ona dayatmaktan hoşlandığı her koşula, polis memurunun sopası ile boyun eğmeye zorlanan fabrika işçisi vardı; lonca kurallarının, içinde kendisine bağımsız bir durum yaratma yolundaki tüm umutlarını yokettiği kalfa vardı; tecimde adım başında saçma kurallarla karşı karşıya kalan tecimen vardı; ayrıcalıkları üzerinde kıskançlıkla titreyen gedikliler, ya da burunlarını her yere sokan açgözlü memurlar ile bitmez tükenmez bir çatışma içinde bulunan fabrikacı vardı; cahil ve kendini beğenmiş bir din adamları sının ya da alık ve dediğim dedik üstlere karşı boş yere çabalayıp duran öğretmen, bilim adamı, daha aydın yüksek memur vardı. Uzun sözün kısası, bir tek hoşnut sınıf yoktu, çünkü hükümetin surdan burdan vermek zorunda kaldığı küçük ödünler, kendi cebinden değil, –Hazine buna izin veremezdi– ama yüksek soyluluk ve din adamları sınıfının sırtından verilmişti; büyük bankerler ve devlet tahvilleri sahiplerine gelince, İtalya’daki son olaylar, Macar diyetindeki artan muhalefet, alışılmadık hoşnutsuzluk havası, tüm imparatorlukta boy gösteren sıkıştırıcı reform istekleri, bunların Avusturya İmparatorluğunun sağlamlık ve ödeme gücüne karşı besledikleri güveni güçlendirecek nitelikte şeyler değildi.

Böylece Fransa’da, korkutucu fırtınanın kopmasına yol açan ve yaşlı François’nın, Metternich ve kendisi yaşadıkça sistemin de yaşayacağı yolundaki sözüne bir yalanlama getiren bir olay birdenbire patlak verdiği zaman Avusturya da derin bir değişikliğe doğru yavaş, ama güvenli adımlarla ilerliyordu. [sayfa 44]

Londra, Eylül 1851