XIX.Ayaklanmanın Sonu

AYAKLANMANIN SONU 86

ALMANYA’NIN güneyi ve batısı açık bir ayaklanma içinde bulunur ve hükümetler Dresden’de çatışmaların başlamasından Rastadt’ın teslimine kadar, birinci Alman devrimi tarafından sıçratılan bu son alevleri de söndürmek için on haftadan çok bir zaman ayırır iken, Ulusal meclis gidişi kimsenin dikkatini çekmeksizin siyasal sahneden yok oldu.

Bu yüce meclisi, saygınlığına karşı hükümetlerin saygısız saldırıları, yaratmış bulunduğu merkezî iktidarın güçsüzlük ve hain hareketsizliği, küçük-burjuvazinin kendini savunmak ve işçi sınıfının da daha devrimci bir son erek için yaptıkları ayaklanmalar ile hesapları tamamen altüst olmuş bir biçimde, Frankfurt’ta bırakmıştık. Üyeleri arasında büyük bir bitkinlik ve umutsuzluk hüküm sürüyordu; olaylar birdenbire öylesine açık ve öylesine kesin bir biçim almışlardı ki bu bilgin yasamacıların gerçek güç ve gerçek etkinlikleri [sayfa 125] üzerindeki düşleri birkaç gün içinde dipten doruğa yıkılmıştı. Tutucular, hükümetler tarafından verilen işaret üzerine, bundan böyle var olmaya ancak kurulu yetkeleri önemsemeksizin devam edebilecek bir meclisten çoktan çekilmiş bulunuyorlardı. Liberaller, tam bir bozgun içinde, davanın yitirildiği* sonucuna vardılar ve onlar da temsilcilik görevlerini bıraktılar. Sayın beyefendilerin yüzlercesi pabuçsuz kaçtılar. Başlangıçta 800-900 olan sayıları öyle bir hızla azaldı ki, bundan böyle yüz elli ve birkaç gün sonra da bir elli kişinin, çoğunluk için yeterli sayıyı oluşturduğu açıklandı. Ve demokratik parti tümüyle orada kalmış olmasına karşın, bu rakama erişmekte bile güçlük çekildi.

Bu parlamento artıklarının izleyeceği yol iyice çizilmişti. Açıkça ve kesinlikle ayaklanmanın yanında yer alacak, böylece kendi öz savunmaları için bir orduya sahip olmakla, aynı zamanda yasallıktan aldıkları tüm gücü ayaklanmaya kazandıracaklardı. Merkezî iktidarı çatışmalara hemen bir son vermeye çağıracak ve eğer kolayca kestirilebileceği gibi, bu iktidar bu işi yapmayı ne ister ne de yapabilirse, onu hemen iş başından uzaklaştıracak ve yerine daha enerjik bir hükümet getireceklerdi. Eğer isyancı birlikleri Frankfurt’a getirmek olanaklı olmazsa (başlangıçta, çeşitli Alman devletleri hükümetleri hazırlıksız ve henüz duraksamalı iken kolayca yapılabilecek olan şey), meclis vakit geçirmeden isyancı bölge merkezine taşınabilirdi. Bütün bunlar, en geç mayıs ortası ya da sonlarına doğru hemen ve kararlı bir biçimde yapılsaydı hem ayaklanma, hem de Ulusal meclis için başarı olanağı vardı.

Ama Alman küçük-burjuvazi temsilcilerinden böylesine kararlı bir çizgi beklenemezdi. Bu gözünü hırs bürümüş devlet adamları, düşlerinden hâlâ kurtulmamışlardı. Parlamentonun gücüne ve dokunulmazlığına duydukları, kendileri için uğursuz inancı yitiren üyeler çoktan çekip gitmişlerdi; kalan demokratlar ise, on iki aydır besledikleri iktidar ve büyüklük düşlerinden vazgeçmeye hiç de yatkın değildiler. O zamana kadar izledikleri çizgiye bağlı kalarak, tüm başarı olanağı ortadan kalkana kadar, her türlü kesin eylem karşısında gerilediler. O zaman, yüksekten atmalarına bağlı açık [sayfa 126] güçsüzlüğü ancak acıma ve gülme uyandırabilecek yapmacık ve kendini beğenmişlik dolu bir etkinlik sürdüren bu adamlar, yaptıklarına kulak bile asmayan bir imparatorluk naibi ile düşmanla açıkça birlik kurmuş bakanlara kararlar, çağrılar, dilekler göndermeye devam ettiler. Ve sonunda, tüm meclisin gerçekten devrimci tek adamı, Neue Rheinische Zeitung yazarlarından biri, Striegau temsilcisi Wilhelm Wolff onlara, eğer ciddi olarak konuşuyorlarsa, çançanlarını kısa kesip ülkenin baş haini imparatorluk naibini hemen yasadışı ilan etmekle daha iyi yapacaklarını söylediği zaman, parlamenter bayların yoğunlaşmış tüm erdemli öfkesi, hükümetler onları sövgü ve alaylar altında bunaltırken bir türlü gösteremedikleri bir enerjiyle patlak verdi.

Wolff’un önerisi, Saint-Paul kilisesinin duvarları ara-sında87 söylenen ilk aklı başında söz olduğuna göre, bu iş doğaldı; istediği şey, yapılacak şeyin ta kendisi olduğuna ve dosdoğru ereğe yönelen bu kadar açık bir dil, ancak kararsızlıkta kararlı ve bir şey yapmaya ödleri kopan, hiçbir şey yapmayarak aslında yapmaları gereken şeyin ta kendisini yapan duygulu ruhlar için bir sataşma olabileceğine göre, bu iş doğaldı. Kafalarının sislerini aydınlatan şimşek gibi her söz, onları ellerinden geldiğince uzun bir süre kapanmakta direndikleri labirentten çıkartacak nitelikte her uyarı, durum üzerine onu olduğu gibi ortaya koyan her görüş, bu egemen meclis çoğunluğuna karşı elbette ağır bir suçtu.

Kararlara, çağrılara, gensorulara ve söylevlere karşın az sonra, sayın temsilcilerin konumu Frankfurt’ta tutunmaya elverişsiz bir durum aldığından, oradan çekildiler; ama isyancı bölgelere değil; bu çok kararlı bir adım olurdu. Wurtemberg hükümetinin bir bekle gör tarafsızlığı izlediği Stuttgart’a gittiler. Orada, en sonunda, imparatorluk naibinin yerinden alındığını ilan ettiler ve kendi içlerinden beş kişilik bir naipler kurulu seçtiler. Bu kurul hemen, Almanya’nın bütün hükümetlerine kuzu kuzu ve gereken biçimler içinde iletilen bir milis yasası kabul etti. Hükümetler, yani meclisin gerçek düşmanları, meclisin savunması için asker toplamakla görevlendirildiler. Sonra, Ulusal meclisin savunması için –doğal olarak kâğıt üzerinde– bir ordu kuruldu. [sayfa 127] Tümenler, tugaylar, alaylar, bataryalar, her şey, her şey düzenlendi, sıraya kondu. Gerçeklikten başka hiçbir şey eksik değildi; çünkü bu ordu, elbette hiç mi hiç gerçekleşmedi.

Meclisin karşısına son bir çare çıkıyordu. Demokratik nüfus, parlamentonun buyruğuna girmek ve onu kesin bir eylemde bulunmaya zorlamak için, ülkenin her yanından temsilciler gönderdi. Wurtemberg hükümetinin niyetlerini sezen halk, bu hükümeti komşu isyancıların hareketine açık ve etkin bir katılmaya zorlaması için Ulusal meclisi sıkıştırıyordu. Ama, nafile. Ulusal meclis, Stuttgart’a gidişiyle, kendini Wurtemberg hükümetinin insafına bırakmıştı. Üyeler bunu biliyorlardı ve halk arasındaki kaynaşmanın önünü aldılar. Böylece, hâlâ koruyabilecekleri son etki kalıntısını da yitirdiler. Hakettikleri önemsenmemeyi kazandılar ve Wurtemberg hükümeti, Prusya’nın ve imparatorluk naibinin baskısı altında, 18 Haziran 1849 günü parlamento toplantı salonunu kapatıp, naipler kurulu üyelerinin ülkeden ayrılmalarını emrederek, demokratik güldürüye son verdi.

Bu kez Baden’e, ayaklanma ordugâhına gittiler; ama artık orada hiçbir yararlılıkları yoktu. Kimse onlara ilgi göstermedi. Gene de naipler kurulu, egemen Alman halkı adına, ülkeyi tüm çabası ile kurtarmaya devam ediyordu. Almayı isteyen herkese pasaport vererek, kendini yabancı devletlere tanıtmaya çalıştı. Daha iş işten geçmemişken etkin bir yardımda bulunmayı reddettiği o aynı Wurtemberg bölgelerini ayaklandırmak için, bildiriler yayınlayıp komiserler gönderdi; elbette hiçbir sonuç çıkmadı. Şu anda elimizde bu komiserlerden birisi, Herr Roesler (Öls temsilcisi) tarafından naipler kuruluna gönderilmiş, içeriği hayli ilginç özgün bir rapor var. Stuttgart, 30 Haziran 1849 tarihini taşıyor. Bu komiserlerden, verimsiz bir para avcılığı yapan bir yarım düzinesinin serüvenlerini anlattıktan sonra, hâlâ görevi başında bulunmamasından ötürü bir dizi özür sunuyor: Ve sonra da Prusya, Avusturya, Bavyera ve Wurtemberg arasındaki olası anlaşmazlıklar ve bunların olanaklı sonuçları üzerine büyük bir önem taşıyan düşüncelere dalıyor. Tam bir incelemeden sonra, artık umut edilecek hiçbir şey kalmadığı sonucuna varıyor. Daha sonra, haberlerin aktarılması için [sayfa 128] güvenilir adamlardan ara istasyonları ve Wurtemberg bakanlarının niyetleri ile askerî birliklerin hareketleri üzerine bilgi toplamak için bir casusluk şebekesi kurulmasını öneriyor. Bu mektup yerine hiç ulaşmadı, çünkü daha yazıldığı anda “naipler kurulu”, çoktan “Dışişleri Bakanlığı” durumuna gelmiş, yani yurt dışına, İsviçre’ye geçmiş ve bu zavallı Herr Roesler, altıncı dereceden bir krallığın korkunç hükümetinin niyetleri üzerinde kafa patlattığı sırada, yüz bin Prusya, Bavyera ve Hessen askeri, Rastadt surları önünde son bir savaşma ile tüm sorunu çoktan çözmüş bulunuyordu.

Alman parlamentosu ve onunla birlikte devrimin ilk ve son yapıtı, böylece uçtu gitti. Toplanmaya çağrılması, Almanya’da gerçekten bir devrim olduğunun ilk tanıklığı idi ve ilk modern Alman devrimi sonuna ermediği sürece, o da varlığını sürdürdü. Kapitalist sınıfın etkisi altında, çoğunluğu ile feodal uyuşukluktan daha yeni kurtulmuş, ufalanmış ve dağınık bir kırsal nüfus tarafından seçilen bu parlamento, 1820-1848 döneminin tüm büyük popüler adlarını blok halinde siyasal sahneye çıkarmaya, ve sonra da onları tamamen yere sermeye yaradı. Burjuva liberalizminin bütün ünlü kişileri orada toplanmıştı. Burjuvazi harikalar bekliyordu; eline kendisi ve temsilcileri adına, utançtan başka bir şey geçmedi. Sanayici ve tecimen kapitalistler sınıfı Almanya’da, tüm öteki ülkelerdekinden daha ağır bir yenilgiye uğradı. Önce Almanya’nın tek tek her devletinde devrildi, iktidardan kovuldu ve sonra da Alman merkezî parlamentosunda, adamakıllı yenildi, onuru kırıldı, rezil rüsva edildi. Siyasal liberalizm, burjuvazinin rejimi, ister kralcı, ister cumhuriyetçi hükümet biçimi altında olsun, bundan böyle Almanya’da sonuna kadar olanaksızdır.

Alman parlamentosu, varlığının son döneminde, 1848 Martından beri, resmî muhalefetin başında bulunan o katmanın, yani küçük-burjuvazi ve bir parça da köylülük çıkarları temsilcisi olan demokratların namusunu, sonsuz olarak lekelemeye hizmet etti. Mayıs ve haziranda bu sınıf, Almanya’da sağlam bir hükümet kurmak için yeteneklerini göstermek fırsatını buldu. Uygunsuz koşullardan çok, devrimin patlak vermesinden sonra meydana gelen tüm kesin [sayfa 129] hareketler içindeki tam ve sürekli korkaklığı nedeniyle, tecimsel işlemlerinde gösterdiği sınırlı, korkak, kararsız anlayışı, siyasada da göstererek, nasıl başarısızlığa uğradığını gördük. 1849 Mayısında, bu yüzden tüm Avrupa ayaklanmalarının gerçek savaş birliği olan işçi sınıfının güvenini yitirmişti. Ama gene de elinde büyük olanaklar vardı. Gericiler ile liberallerin çekip gitmesinden sonra, Alman parlamentosu tamamen ona kalmıştı. Kırsal nüfus ondan yanaydı. Yeter ki durumun açık bir anlayışının sonucu olan bir karar ve cesaretle davransın, küçük devletler ordularının üçte-ikisi, Prusya ordusunun üçte-biri, Landwehr’in çoğunluğu ona katılmaya hazırdılar. Ama bu sınıfı yöneten politikacılar, kendilerini izleyen küçük-burjuvalar kalabalığından daha keskin görüşlü değillerdi. Bunların liberallerden daha gözü kör, bile bile sürdürülen yanılgılara daha bağlı, daha kolay-inanır, olaylarla hesaplaşmakta daha yeteneksiz oldukları ortaya çıktı. Siyasal önlemleri de sıfırın altına düştü. Bununla birlikte beylik ilkelerini uygulamaya gerçekten koymamış olduklarından bu son umut, tıpkı Louis Bonaparte’ın coup d’Etat’sı88 ile Fransa’daki “saf demokrasi” görevdaşlarında uyandırıldığı gibi onlarda yeniden uyandırıldığı zaman, çok elverişli koşullarda ani bir ayaklanmaya girişebilirler.

Ayaklanmanın Almanya’nın güney-batısındaki yenilgisi ve Alman parlamentosunun dağılması, birinci Alman devrimi tarihini kapatır. Şimdi bize, karşı-devrimci bağlaşmanın muzaffer üyelerine son bir göz atma işi kalıyor; bunu da gelecek mektubumuzda yapacağız.89 [sayfa 130]

Londra, 24 Eylül 1852