DOKUZUNCU BÖLÜM. - Artı-Değer Oranı

BİRİNCİ KESİM. - EMEK-GÜCÜNÜN

SÖMÜRÜLME DERECESİ

Yatırılan sermaye, S, ile üretim sürecinde doğan artı-değer, ya da başka bir deyişle, sermayenin, S, değerini büyütmesi, her şeyden önce karşımıza bir fazlalık, ürün değerinin, onu meydana getiren öğelerin değerleri toplamını aşan bir miktarı olarak çıkar.[1*]

Sermaye S, iki kısımdan oluşur, birincisi, üretim araçlarına yatırılan para miktarı s, ve ikincisi, emek-gücü için harcanan para miktarı d; bunlardan s, değişmeyen sermayeye dönüşen kısmı, d de değişen sermayeye dönüşen kısmı temsil ederler. Öyleyse. başlangıçta, S = s+d'dir, örneğin yatırılan sermaye 500 sterlin ise, bölünüşü şöyle de olabilir: 500 sterlin = 410 sterlin değişmeyen sermaye + 90 sterlin değişen sermayedir. Üretim süreci bittiğinde, değeri = (s+d)+a olan bir meta elde edilir, burada (sayfa 227) a, artı-değerdir; ya da daha önceki rakamlarımızı alırsak bu metaın değeri = (410 sterlin s + 90 sterlin d) + 90 sterlin a olur. Başlangıçtaki sermaye S, şimdi S' olmuştur, 500 sterlin 590 sterlin haline gelmiştir. Aradaki fark a, yani 90 sterlin artı-değerdir. Ürünü meydana getiren öğelerin değeri, yatırılan sermayenin değerine eşit olduğu için, ürünün değerinin, onu meydana getiren öğelerin değerini aşan kısmının, yatırılan sermayenin genişleme miktarına ya da üretilen artı-değere eşit olduğunu söylemek, yalnızca boş bir yineleme olur.

Bununla birlikte, bizim, gene de bu boş yinelemeyi biraz daha yakından incelememiz gerekiyor. Karşılaştırılan iki şey, ürünün değeri ile ürünün üretim sürecinde tüketilen kısımlarının değeridir. Değişmeyen sermayenin emek araçlarındaki kısmının, ürüne, ancak değerinin küçük parçaları halinde aktarıldığı halde, bu değerin geriye kalan kısmının emek araçlarında varolmaya nasıl devam ettiklerini görmüş bulunuyoruz. Bu geri kalan kısmı, değerin oluşmasında hiç bir rol oynamadığı için, biz, şimdilik bir yana bırakıyoruz. Bunun hesaba katılması zaten bir şey değiştirmez. Daha önceki örneğimizi alalım, s = 410 sterlin: bu miktar, 312 sterlin değerinde hammaddenin, 44 sterlin değerinde yardımcı malzerrienin ve 54 sterlin değerinde makinenin süreçte aşınan kısmının toplamı olsun; ve gene diyelim ki, kullanılan makinenin toplam değeri 1.054 sterlindir. Bu son miktardan, yalnızca ürün değerinin meydana getirilmesi için yatırılmış değer olarak, makinelerin süreçteki aşınma ve yıpranma sonucu yitirdikleri ve dolayısıyla ürüne geçirdikleri 54 sterlinlik miktarı hesaba katarız. Eğer biz, aynı zamanda, hâlâ makinede bulunan geri kalan 1.000 sterlini de ürüne aktarılmış olarak sayarsak, onu da yatırılan değerin bir kısmı olarak kabul etmemiz ve hesabımızın iki yanında göstermemiz gerekirdi.[27] Böylece bir yanda 1.500 sterlin, öte yanda 1.590 sterlin miktarlarını elde etmiş olurduk. Bu iki miktar arasındaki fark ya da artı-değer, gene 90 sterlin olurdu. Bundan dolayıdır ki, bu kitap boyunca, biz, değer üretimi için yatırılan değişmeyen sermaye kavramı ile, daima, eğer orada tersi kastedilmiyorsa, yalnız süreçte fiilen tüketilen üretim araçlarının değerini ifade etmiş olacağız. (sayfa 228)

Bunu belirttikten sonra, S = s+d formülümüze dönelim; bu formülün S' = (s+d)+a haline dönüştüğünü, S'nin S' olduğunu görmüştük. Değişmeyen sermayenin değerinin ürüne aktarıldığını, onda yeniden ortaya çıktığını biliyoruz. Süreçte fiilen yaratılan yeni değer, üretilen değer, ya da değer-ürün, bu nedenle ürünün değeri ile aynı şey değildir; ilk bakışta sanıldığı gibi (s+d)+a ya da 410 sterlin değişmeyen sermaye + 90 sterlin değişen sermaye + 90 sterlin artı-değer şeklinde değil; d+a ya da, 90 sterlin değişen sermaye + 90 sterlin artı-değerdir. 590 sterlin değil, ama 180 sterlindir. Eğer s = 0 olsaydi, bir başka deyişle, kapitalistin, hammadde olsun, yardımcı malzeme ya da emek araçları olsun, daha önceki örneğin oluşturduğu her türlü üretim aracından vazgeçebileceği bir sanayi kolu olsaydı, yalnız emek-gücünü ve doğanın sağladığı malzemeleri kullanmakla yetinseydi; bu durumda, ürüne aktarılacak değişmeyen sermaye de olmazdı. Ürün değerinin bu öğesi, yani örneğimizde 410 sterlin, dıştalanacaktı, ama 90 sterlinlik artı-değeri de içeren ve, yaratılan yeni değerin ya da üretilen değerin karşılığı olan 180 sterlin, s, düşünülebilecek en yüksek değeri temsil ediyormuş gibi, eski büyüklüğünde kalırdı. S = (0 + d) = d ya da genişlemiş sermaye S' = d + a olacaktır; bu nedenle de, daha önce olduğu gibi S'-S = a'dır. Öte yandan eğer a = 0 ise, ya da başka bir deyişle, değeri, değişen sermaye şeklinde yatırılmış olan emek-gücü ancak kendi eşdeğerini üretiyorsa, S = s + d olur, ya da ürün değeri, S' = (s + d) + 0 ya da S = S' olurdu. Bu durumda yatırılan sermaye kendisini genişletmemiş olurdu.

Daha önceki incelemelerimizden biliyoruz ki, artı-değer, salt d değerindeki, emek-gücüne dönüşen sermaye kısmındaki bir değişmenin sonucudur, ve dolayısıyla d+a = d+d' ya da d artı d'nin bir fazlalığıdır. Yalnız d'nin değişmesi ve bu değişmenin koşullarını sağlayan ilişki, sermayenin değişen kısmının büyümesiyle yatırılan sermayenin toplamında da bir artış olması nedeniyle açıkça görülmez. Başlangıçta bu 500 sterlin idi, sonra 590 sterlin oluyor. Bu nedenle, araştırmamızın doğru sonuçlara ulaşabilmesi için ürünün değerinde yalnız değişmeyen sermayenin görüldüğü kısmından soyutlanarak değişmeyen sermayeyi sıfıra eşitlemeliyiz ya da s = 0 demeliyiz. Bu, yalnızca birbirleriyle yalnız artı ve eksi işaretleriyle ilişki halinde olan değişmeyen ve değişen büyüklüklerle işlem yaparken kullandığımız bir matematik kuralın (sayfa 229) uygulanmasıdır.

Bir başka güçlük de, değişen sermayenin başlangıçtaki biçiminden doğar. Örneğimizde, S' = 410 sterlin değişmeyen + 90 sterlin değişen + 90 sterlin artı-değerdir; ama 90 sterlin, belirli ve bunun için değişmeyen bir miktardır; bu durumda onu değişen olarak ele almak saçma görünebilir. Ama aslında, 90 sterlinlik değişen değer, burada yalnız bu değerin geçirdiği süreci temsil eden bir simgedir. Sermayenin emek-gücü satınalınması için yatırılan kısmı, belirli bir miktarda maddeleşmiş emek, satınalınan emek-gücünün değeri gibi değişmeyen bir değerdir. Ama üretim sürecinde, 90 sterlinin yerini faal emek-gücü alıyor; ölü emeğin yerine canlı emek, donmuş bir şeyin yerine akıcı bir şey, değişmeyen bir şeyin yerine değişen bir şey geçiyor. Sonuç, d'nin artı d'deki küçük bir fazlalığın yeniden-üretimidir. Öyleyse kapitalist üretim açısından bütün süreç, emek-gücüne dönüşen aslında değişmeyen değerin kendiliğinden değişmesi gibi görünüyor. Sanki hem süreç ve hem de onun sonucu bu değere bağlıymış gibi görünür. Bu nedenle, eğer, "90 sterlinlik değişen sermaye" ya da "şu kadarlık kendini genişleten değer" ifadeleri çelişik gibi gözüküyorlarsa, bu, yalnızca kapitalist üretimde yatan bir çelişkiyi suyüzüne çıkarmaları nedeniyledir.

Değişmeyen sermayeyi sıfıra eşitlemek, ilk bakışta acayip bir işlem gibi gelebilir. Ama bu, bizim her gün yaptığımız bir şeydir. Örneğin, İngiltere'nin pamuklu sanayiinden sağladığı kâr miktarını hesaplarken, önce pamuk için, Birleşik Devletler'e, Hindistan'a, Mısır'a ve öteki ülkelere ödenen miktarları düşüyoruz; bir başka deyişle, ürünün değerinde tekrar ortaya çıkan sermaye değerini sıfıra eşit kılıyoruz.

Kuşkusuz, artı-değer oranı, yalnızca, sermayenin doğrudan doğruya kendisinden çıktığı ve değerindeki değişmeyi temsil ettiği kısmı ile ilişkili değildir, yatırılmış toplam sermaye de ekonomik bakımdan büyük önem taşır. Biz, bu nedenle, üçüncü kitapta bu oranı enine-boyuna ele alacağız. Sermayenin bir bölümünün, emek-gücüne çevirmekle değerini genişletebilmesi için, diğer bir kısmının üretim araçlarına çevrilmesi gerekir. Değişen sermayenin görevini yerine getirebiimesi için, değişmeyen sermayenin uygun oranda yatırılması gerekir ve bu oran her emek-sürecinin özel teknik koşullarınca belirlenir. Bir kimyasal süreç için imbik ve diğer kaplara gereksinme duyulması, kimyacıyı, tahlil sonucunda bunları (sayfa 230) hesaba katmaya zorlayamaz. Eğer biz, üretim araçlarına, değer yaratma ilişkileri açısından, ve her şeyden ayrı olarak değerin miktarındaki değişmeler yönünden bakacak olursak, bunlar, yalnızca emek-gücünün, değer yaratıcısının maddeleştiği malzeme gibi görünürler. Ne doğanın, ne de bu malzemenin bir önemi vardır. Gerekli olan tek şey, üretim sırasında harcanan emeği emecek miktarda malzemenin bulunmasıdır. Bu miktar varsa, malzemenin değerinin yükselmesinin ya da düşmesinin, veya toprak ya da deniz gibi hiç bir değer taşımamasının, değerin yaratılması ya da miktarının değişmesi üzerinde herhangi bir etkisi olamaz.[28]

Öyleyse önce değişmeyen sermayeyi sıfıra eşitleyeceğiz. Böylece, yatırılmış sermaye s+d'dan d'ye indirgenmiş olur ve ürün değeri (s+d) + a yerine şimdi üretilen değeri d+a elde etmiş oluruz. Süreç boyunca harcanan bütün emeği temsil eden üretilen yeni değer = 180 sterlin olsa, bundan, değişen sermayenin değeri 90 sterlini çıkarırsak, geriye 90 sterlinlik bir artı-değer miktarı kalır. Bu 90 sterlin ya da a, üretilmiş olan artı-değerin mutlak miktarını ifade eder. Üretilen nispi miktar büyüklük ya da değişen sermayenin artış yüzdesi, kuşkusuz artı-değerin değişen sermaye oranı ile belirlenir ya da a : d ile ifade edilir. Örneğimizde bu oran 90 : 90 olup %100 bir artış verir. Değişen sermayenin değerindeki bu nispi artışa ya da artı-değerin nispi büyüklüğünne, ben, "artı-değer oranı" adını veriyorum.[29]

İşçinin, emek-sürecinin bir kısmında yalnızca kendi emek-gücünün değerini, yani yaşaması için gerekli tüketim araçlarını ürettiğini görmüş bulunuyoruz. Ama onun çalışması, toplumsal isbölümüne dayanan sistemin bir kısmını oluşturduğu için, o, tükettiği bu gerekli maddeleri doğrudan doğruya kendisi üretmez; o, belli bir meta, diyelim iplik üretir ve bu ürünün değeri, bu gerekli maddelerin ya da bunları satınalabileceği paranın değerine eşittir. Günlük emeğinin bu amaca ayrılan bölümü, kendisine ortalama olarak günde gerekli olan maddelerin değeriyle ya da aynı şey demek olan, bunların üretimi için gerekli olan emek-zamanıyla orantılı (sayfa 231) olarak çok ya da az olabilir. Eğer bu gerekli maddelerin değeri ortalama altı saatlik emek sarfını temsil ederse, işçinin bu değeri üretmek için ortalama altı saat çalışması gerekir. İşçi, kapitalist hesabına çalışmayıp da kendi adına bağımsiz çalışsaydı, diğer şeyler aynı kalmak üzere, gene de emek-gücünün değerini üretmek ve böylece varlığının korunması ya da üretime devam edebilmesi için gerekli tüketim maddelerini sağlayabilmek için aynı saat süresince çalışmak zorunda kalacaktı. Ama biz gördük ki, emek-gücünün değerini, diyelim üç şilini, ürettiği günlük emeğinin bu bölümü sırasında yalnızca kapitalist tarafından zaten yatırılmış[2*] bulunan emek-gücü değerinin eşdeğerini üretmektedir; yaratılan yeni değer, ancak yatırılan değişen sermayenin verini almaktadır. İşte bunun için, üç şilin değerindeki yeni üretim, salt bir yeniden-üretim görünüşünü alır. İşgününün bu yeniden-üretimin yapıldığı kısmına ben "gerekli" emek-zamanı ve bu sürede harcanan emeğe "gerekli"-emek diyorum.[30] İşçi yönünden, emeğinin özel toplumsal biçiminden bağımsız olduğu için gereklidir; sermaye açısından ve kapitalist dünya açısından, işçinin devamlı olarak varolması onların varlığının da temel koşulu olduğu için gereklidir.

Emek-sürecinin, emeğinin artık gerekli olmadığı ikinci dönemi boyunca da işçinin çalıştığı ve emek-gücü harcadığı doğrudur, ama onun emeği artık gerekli-emek olmadığından kendisi için bir değer yaratmaz. Bu dönemde, kapitalist için, hiç yoktan yaratmanın bütün güzelliklerini taşıyan artı-değeri yaratır. İşgününün bu kısmına ben artı-emek zamanı ve bu zamanda harcanan emeğe artı-emek adını veriyorum. Değerin niteliğinin iyice kavranması için nasıl ki onun, salt şu kadar saatlik emeğin maddeleşmiş şekli olduğu, ve bu madde haline gelmiş emekten başka bir şey olmadığının anlaşılması önemliyse, artı-değerin doğru bir şekilde kavranması için de, onun salt artı-emek zamanının madde haline gelmiş şekli, salt (sayfa 232) maddeleşmiş artı-emek olduğunun anlaşılması da o kadar önemlidir. Toplumun çeşitli ekonomik biçimleri arasındaki temel ayrım, örneğin, köle emeğine dayanan toplum ile ücretli emeğe dayanan toplum arasındaki ayrım, bu artı-emeğin fiili üreticisinden, işçiden sızdırılması biçimine dayanır.[31]

Bir yandan, değişen sermayenin değeri ile, bu sermayeyle satınalınan emek-gücünün değeri eşit olduğuna, ve bu emek-gücünün değeri, işgününün gerekli kısmını belirlediğine göre; öte yandan da işgününün artı kısmı artı-değeri belirlediğine göre: artı-emeğin gerekli-emeğe oranı ne ise, artı-değerin değişen sermayeye oranı odur, ya da başka bir deyişle, artı-değerin oranı a/d=artı-emek/gerekli-emek 'dir. Her iki orantıda, a/d ile artı-emek/gerekli-emek, aynı şeyi değişik biçimlerde ifade ederler; birinde somutlaşmış, maddeleşmiş emek, diğerinde canlı, akıcı emek biçiminde.

Artı-değer oranı, bu nedenle, emek-gücünün sermaye, ya da işçinin kapitalist tarafından sömürülme derecesinin tam ve kesin ifadesidir.[32]

Bizim örneğimizde, ürünün değeri = 410 sterlin değişmeyen + 90 sterlin değişen + 90 sterlin artı-değer ve yatırılmış sermaye = 500 sterlindi. Artı-değer = 90 sterlin ve yatırılmış sermaye = 500 sterlin olduğuna göre, her zamanki hesaplarımızla (çoğu zaman kâr oranı ile karıştırılan) artı-değer oranı olarak %18'i buluruz; bulunan bu oran o kadar düşüktür ki, Bay Carey ile diğer telifçilere herhalde hoş bir sürpriz gibi gelecektir. Ama aslında artı- değer oranı, a/S ya da a/s+d 'ye değil, a/d 'ye eşittir: böylece 900/500 değil, 90/90 ya da %100'dür, ve görünüşte sömürü derecesinin (sayfa 233) beş katından fazladır. Ele aldığımız durumda, işgününün fiili uzunluğunu, emek-sürecinin gün ya da hafta olarak süresini, kullanılan işçi sayısını bilmemekle birlikte, artı-değer oranı a/d eşdeğer ifadesi olan, artı-emek/gerekli-emek oranı aracılığı ile, bize, işgününün iki kısmı arasındaki ilişkiyi doğru olarak açıklamaktadır. Oran %100 olmakla buradaki ilişki tam bir eşitlik ilişkisidir. Yani örneğimizdeki işçinin, günün yarısında kendisi için, öbür yarısında kapitalist için çalıştığı açıktır.

Artı-değer oranını hesaplama yöntemi bu nedenle kısaca şöyledir: Ürünün toplam değerini alır, bu değerde salt tekrar görünen değişmeyen sermayeyi sıfıra eşitleriz. Geriye kalan, meta üretimi sürecinde fiilen yaratılan biricik değerdir. Eğer artı-değer miktarı verilmişse, değişen sermayeyi bulmak için yapılacak. tek şey, bu artı-değeri geriye kalan değer-üründen çıkarmaktır. Yok eğer değişen sermaye verilmişse ve biz artı-değeri bulmak istiyorsak, işlemi ters yönden yaparız. Eğer her ikisi de verilmişse, bizim yalnızca son işlemi yapmamız gerekir, yani artı-değerin değişen sermayeye oranını a/d 'yi hesaplamak.

Yöntem çok basit olmakla birlikte, birkaç örnek vererek okuru bunun temelinde yatan yeni ilkenin uygulanmasına alıştırmak yerinde olacaktır.

Önce, içinde 10.000 iplik eğirme ve bükme makinesi olan, Amerikan pamuğundan 32 numara iplik eğiren ve iğ başına haftada bir libre iplik üreten bir iplik fabrikasını alalım. Diyelim ki, %6 fire veriliyor: bu koşullar altında, haftada 10.600 libre pamuk tüketilmekte, bunun 600 libresi fireye gitmektedir. 1871 Nisanında, pamuğun libresi, 73/4 peni idi; bu durumda hammadde yuvarlak hesap 342 sterlindir. 10.000 iğ, hazırlayıcı makineler ve güç, kaynağı ile birlikte, diyelim her iğ için 1 sterlin hesabıyla 10.000 sterlin olsun. Yıpranma ve aşınma payı olarak %10 hesabıyla, yıllık 1.000 sterlin, haftalık 20 sterlin koyalım. Bina kirası, diyelim yılda.300 sterlin ya da haftada 6 sterlindir. Tüketilen kömür (haftada 60 saat, her saat beygirgücü başına 4 libreden 100 beygirgücü için, ve fabrikanın ısıtılması için tüketilen de dahil olmak üzere) tonu 8 şilin 6 peniden, haftada 11 ton, yani haftada yaklaşık 4,5 sterlin; gaz haftada 1 sterlin,. yağ vb. haftada 4,5 sterlin. Yukarda sayılan malzemenin toplam masrafı haftada 10 sterlin. Bunun sonucu haftalık ürünün değerinin değişmeyen kısmı 378 sterlin. (sayfa 234) Ödenen ücret haftada 52 sterlin. İpliğin fiyatı, libresi 12¼ peniden, 10.000 librenin değeri 512 sterlin. Bu durumda artı-değer 510 - 430 = 80 sterlin. Ürün değerinin değişmeyen kısmını, değer yaratmamızda bir rol oynamadığı için sıfıra eşitliyoruz. Geriye haftalık yaratılan değer olarak 132 sterlin kalıyor, bunun 52 sterlini değişen sermaye, 80 sterlini artı-değerdir. Öyleyse artı-değer orani 80/52 = %15311/13 olur. Ortalama emek 10 saatlik bir iş gününde sonuç,: gerekli-emek = 331/33 saat, ve artı-emek = 62/33 saattir.[33]

Bir örnek daha, Yakup, 1815 yılı için şu hesabı veriyor. Hesap daha önce birkaç kez yapılan düzeltmeler nedeniyle epeyce hatalıdır, ama bizim amacımızı belirtmek için yeterlidir. Hesapta o, buğdayın 25 libresi için 8 şilin ve acre başına ortalama mahsul 22 kile diyor.

ACRE BAŞINA ÜRETİLEN DEĞER

Tohum 1 sterlin 9 şilin Ondalık ve vergiler 1 sterlin 1 şilin

Gübre 2 sterlin 10 şilin Kira 1 sterlin 8 şilin

Ücretler 3 sterlin 10 şilin Çiftçinin kârı ve faiz 1 sterlin 2 şilin

Toplam

7 sterlin 9 şilin

Toplam

3 sterlin 11 şilin

Ürünün fiyatının, değeri ile aynı olduğu varsayımı ile, artı-değerin kâr, faiz, kira vb. gibi çeşitli koşullar altında dağıldığını görürüz.

Bu ayrıntılar ile bizim ilgimiz yoktur; biz, yalnızca, bunları biraraya topluyoruz ve sonuç 3 sterlin 11 şilinlik bir artı-değer oluyor. Tohum ile gübreye ödenen 3 sterlin 19 şilin değişmeyen sermayedir ve biz, bunu, sıfıra eşitliyoruz. Geriye, önceden yatırılan değişen sermaye 3 sterlin 10 şilin kalıyor: ve görüyoruz ki, onun yerine, 3 sterlin 10 şilin + 3 sterlin 11 şilin yeni bir değer üretilmiştir. Öyleyse a/d = 3 sterlin 11 şilin/3 sterlin 10 şilin olur ki, burada artı-değer orani %100'den fazladır. Bu durumda, işçi, işgününün yarısından fazlasını artı-değer üretmek için kullanıyor, ve bunu çeşitli kimseler, çeşitli bahanelerle aralarında bölüşüyorlar.[34] (sayfa 235)

İKİNCİ KESİM. - ÜRÜNÜN DEĞERİNİ OLUŞTURAN PARÇALARIN

ÜRÜNÜN BU PARÇALARA TEKABÜL EDEN

ORANTILI KISIMLARI İLE TEMSİL EDİLMESİ

Şimdi, kapitalistin parayı sermayeye nasıl dönüştürdüğünü bize göstermiş alan örneğe dönelim.

Oniki saatlik bir işgününün ürünü, 20 libre ağırlığında, 30 şilin değerinde ipliktir. Bu değerin 8/l0'inden, 24 şilinden az olmayan kısmı, üretim araçlarının (20 şilinlik 20 libre pamuk, 4 şilinlik aşınan iğ) üründe yalnızca tekrar görünen değerlerdir, bu nedenle değişmeyen sermayedir. Geriye kalan 8/10'lik kısım ya da 6 şilin, eğirme süreci sırasında yaratılan yeni değerdir: bunun yarısı, günlük emek-gücünün değerini, yani değişen sermayeyi, geri kalan yarısı, 3 şilinlik artı-değeri karşılar. Bu durumda 20 libre ipliğin toplam değeri şöyle oluşur:

30 şilin iplik değeri = 24 şilin değişmeyen + 3 şilin değişen + 3 şilin artı-değer.

Bu değerin tümü, üretilen 25 libre iplikte bulunduğuna göre, bu değerin çeşitli öğelerinin de, ürünün buna tekabül eden kısımlarında bulunuyormuş gibi temsil edilebilmesi gerekir.

Eğer 30 şilinlik bir değer 20 libre iplikte bulunuyorsa, bu değerin 3/l0'ü ya da bunun 24 şilinlik değişmeyen kısmı, ürünün 8/10'inde, ya da 16 libre iplikte bulunuyor demektir. Bunun 13 ¼ libresi, hammaddenin değerini, yani eğirilen 20 şilin değerindeki pamuğu, ve 22/3 libresi, sürçte aşınan iğin vb. 4 şilinlik değerini temsil eder.

Bu durumda, 131/3 libre iplik, 20 libre ipliğin tamamı için harcanan bütün pamuğu temsil etmektedir. Bu miktar iplikte, gerçi ağırlık olarak yalnız 131/3 şilin değerinde, 131/3 libreden fazla pamuk yoktur ama ortda bulunan 62/3 şilinlik ek değer, geri kalan 62/3 libre ipliğin eğirilmesinde kullanılan pamuğun eşdeğeridir. Ama öyle bir izlenim bırakır ki, sanki bu 62/3 libre iplik hiç pamuk taşımamaktadır, ve sanki 20 libre ağırlığındaki tüm pamuk 13½ libre iplikte yoğunlaşmiştir. Öte yandan bu son ağırlık, yardımcı malzemeler ile emek araçlarının değerinden tek bir zerre bile taşımadığı gibi, süreçte yaratılmış bulunan yeni değerden de bir şey taşımaz.

Aynı şekilde, değişmeyen sermayeden geride kalan 4 şilinini taşıyan 22/3 libre iplik, 20 libre ipliğin üretim sırasında tüketilen (sayfa 236) yardımcı maddeler ile emek araçlarının değerinden başka bir şeyi temsil etmez.

Bu durumda şöyle bir sonuca ulaşmış oluyoruz: ürünün ondasekizi, yani 16 libre iplik, bir kullanım-değeri niteliğiyle, tıpkı ürünün geri kalan kısmı gibi iplikçinin emeğinin yarattığı bir şey olmakla birlikte, biraz önce belirtilen açıdan bakıldığı zaman, eğirme sürecinde harcanan emekten hiç bir şey taşımamıştır ve hiç bir şey emmemiştir. Sanki dışardan hiç bir yardım görmeksizin pamuk kendi başına ipliğe dönüşmüştür: sanki büründüğü bu şekil, bir hokkabazlık ve hile sonucudur: çünkü kapitalistimiz, bunu, 24 şiline satıp da bu para ile üretim araçlarını yenileyince, bu 16 libre ipliğin yalnızca kılık değiştirmiş pamuk ile aşınan iğden başka bir şey olmadığı gün gibi açığa çıkar.

Öte yandan, ürünün geri kalan 2/10'si ya da 4 libre iplik, 12 saatlik eğirme süreci sırasında yaratılmış 6 şilinlik yeni değer temsil eder. Bu dört libre ipliğe hammadde ile tüketilen emek araçlarından aktarılan tüm değer, deyim yerindeyse, ilk eğirilen 16 libreye dahil edilmek için alıkonulmuştur. Bu durumda sanki iplikçi 4 libre ipliği havadan eğirmiş, ya da bunu doğa vergisi pamuk ile iğin yardımıyla eğirmiştir de, bu yüzden ürüne hiç bir değer aktarmamıştır.

Süreç sırasında yeni yaratılan değerin bütününün yoğunlaştığı bu 4 libre ipliğin yarısı, tüktilen emeğin eşdeğerini ya da 3 şilinlik değişen sermayeyi, diğer yarısı 3 şilinlik artı-değeri temsil eder.

Eğiricinin 12 işsaati 6 şilinde maddeleştiği için, 30 şilin değerindeki iplikte 60 işsaatinin cisimleşmesi gerekir. Ve gerçekten de 20 libre iplikte, bu miktarda emek-zamanı vardır: çünkü bunun 8/10'inde ya da 16 libresinde, eğirme sürecinin başlamasından önce, üretim aracı üzerinde harcanan 48 saatlik emek maddeleşmiştir; ve geriye kalan 2/10'sinde ya da 4 libresinde, sürecin kendisinde yapılan 12 saatlik emek maddeleşmiştir.

Daha önce gördük ki, ipliğin değeri, üretimi sırasında yaratılan yeni değer ile üretim araçlarında önceden varolan değerin toplamına eşittir.

Şimdi, ürünün değerini oluşturan bölümlerin, birbirinden işlevsel olarak farklı olan bölümlerin ürünün kendisinin bunlara tekabül eden orantılı kısımlarıyla nasıl temsil edilebildikleri gösterilmiş oluyor.

Ürünün bu biçimde farklı parçalara bölünmesi ve bunlardan (sayfa 237) birisinin, yalnızca üretim araçları üzerinde önceden harcanan emeği ya da değişmeyen sermayeyi, diğerinin salt üretim süreci sırasında harcanan gerekli-emeği ya da değişen sermayeyi, ve ensonu bir diğerinin de yalnız aynı süreç sırasında harcanan artı-emeği ya da artı-değeri temsil etmesi, bunun daha sonraki karmaşık ve henüz çözümlenmemiş problemlere uygulanmasından görüleceği gibi, basit, ama önemli bir şeydir.

Biz, bu incelememizde, toplam ürünü, 12 saatlik işgününün sonunda kullanıma hazır ürün olarak ele aldık. Bununla birlikte, biz, bu toplam ürünü, üretimin bütün aşamaları boyunca izleyebiliriz; farklı üretim aşamalarında elde edilen kısımları, son ve toplam ürünün işlevsel olarak farklı bölümleri olarak temsil edersek gene aynı sonuca ulaşmış oluruz.

İplikçi 12 saatte 20 libre, ya da saatte l23 libre iplik üretir; dolayısıyla 8 saatte ürettiği 132/3 libre iplik, bir tam işgününde ipliğe çevrilen pamuğun toplam değerine eşit değerden bir parça üründür. Aynı şekilde, bunu izleyen 1 saat 36 dakikada üretilen parça ürün 22/3 libre ipliktir: bu miktar, 12 saatte tüketilen emek araçlarının değerini temsil eder. Bundan sonraki 1 saat 12 dakikada iplikçi üç şilin değerinde 2 libre iplik üretmektededir ve bu değer onun 6 saatlik gerekli-emeği boyunca yarattığı bütün değere eşittir. Ensonu, son 1 saat 12 dakikada tekrar 2 libre iplik üretir, ve bunun değeri, yarım gün süresince artı-emeği ile yarattığı artı-değere eşittir. Bu hesaplama yöntemi, İngiliz imalatçılarının kullanageldikleri hesaplama yöntemidir; bunlar, işgününün ilk 8 saatinde, ya da 2/3'sinde pamuğun değerini elde ettiklerini söylerler; ve geri kalan saatler de diğerlerini karşılar. Bu, gerçekten de mükemmel bir yöntemdir: aslında yukarda verilen ilk yöntemden ancak şu farkla ayrılır ki, ürünün tamamlanmış kısımlarının yanyana bulundukları "mekan" yerine, bu parçaların birbiri ardına üretildikleri zaman ele alınmış oluyor. Ne var ki, böylece, değer büyümesine, değere değer katma sürecine pratik olarak ilgi duyan ve ama aynı süreci teorik olarak yanlış anlayan kimselerin kafalarında çok barbarca düşünceleri de birlikte getirebilir. Bu gibi kimseler, örneğin bizim iplikçinin, işgününün ilk 8 saatinde pamuğun değerini, bunu izleyen 1 saat 36 dakikada aşınan emek araçlarının değerini, daha sonraki 1 saat 12 dakikada da ödenen ücretlerin değerini ürettiğini ya. da yerine koyduğunu; fabrikada sahibi için ürettiği artı-değere de yalnızca o çok ünlü "son saati" (sayfa 238) ayırdığını kafalarına koyabilirler. Böylece zavallı iplikçiden iki mucizeyi birarada yaratması beklenir; hem pamuğu, iği, buhar makinesini, kömürü, yağı vb. üretecek, hem de, bunlarla ipliği eğirdikten başka, bir işgününü beş işgünü haline getirecek; çünkü ele aldığımız örnekte, hammadde ile iş araçlararının üretimi, herbiri oniki saatlik dört işgününü gerektirdiği gibi bunların ipliğe çevrilmesi için de böyle bir gün daha gerekmektedir. Para sevdası insanı böylesine mucizelere kolayca inandırabilir ve bunların doğruluğunu tanıtlamaya yeltenen dalkavuk doktrinerler, tarihte şu ünlü olayın da gösterdiği gibi hiç de nadir değildir.

ÜÇÜNCÜ KESİM. - SENİOR'ÜN "SON SAATİ"

1836 yılının güzel bir sabahı, kendisine İngiliz iktisatçılarının en esprilisi denilebilecek, ayrıca ekonomi "bilimi" ve güzel üslubu ile de ünlü Nassau W. Senior, Oxford'da öğrettiği ekonomi politiği öğrensin diye Manchester'e çağrıldı. İmalatçılar, onu, yalnız yeni çıkmış olan Factory Act'a karşı değil, aynı zamanda daha da tehdit edici On Saatlik [işgünü -ç.] kışkırtmasına karşı savunucu olarak seçmişlerdi. Her zamanki pratik zekalarıyla, bilge profesörün, "daha epeyce derse gereksinmesi olduğunu" keşfettiler, ve bu nedenle onu çağırdılar. Profesörün yanında, Manchester'li imalatçılardan aldığı dersi içeren, Letters on the Factory Act, as it affects the cotton manufacture, London 1837, başlıklı bir kitapçık vardı. Bu kitapçıkta, diğerleri arasında şu öğretici bölümü buluyoruz: "Bugünkü yasaya göre, 18 yaşından küçük kimseleri kullanan hiç bir fabrika, ... günde 11,5 saatten fazla, yani haftada 5 gün için 12 saatten fazla ve cumartesi de 9 saatten fazla çalıştıramaz.

"Şimdi aşağıdaki tahlil [!], böyle çalışan bir fabrikada bütün net kârın son saatten elde edileceğini gösterecektir. 80.000 sterlini fabrikaya makineler, 20.000 sterlini hammadde ile ücretler olmak üzere, bir imalatçının 100.000 sterlin yatırımda bulunduğunu varsayıyorum. Sermayenin yılda bir kez devrettiği gayri safi kârın yüzde-onbeş olduğu hesabıyla fabrikanın yıllık gelirinin 115.000 sterliri değerinde malın satışı ile meydana gelmesi gerekir. ... Bu 115.000 sterlinin, 23 yarım işsaatinin herbiri, 5/115'ini ya da 1/23'ini üretir. 115.000 sterlinin tümünü meydana getiren bu 23/23'ün 20/23'si, yani 115.000 sterlinin 100.000 sterlini, yalnızca sermayeyi yerine (sayfa 239) koyar; 1/23'i (ya da 115.000 sterlinin 5.000 sterlini) fabrika ile makinelerdeki aşınma payını karşılar. Geriye kalan 2/23'si, yani her günün yirmiüç yarım saatinin son ikisi, %10'luk net kârı üretir. Bu durumda, (fiyatlar aynı kalmak üzere) fabrika, 11½ saat yerine 13 saat çalıştırılırsa, aşağı yukarı 2.600 sterlinlik döner sermaye ilavesiyle net kâr iki katından fazla olur. Öte yandan, eğer işsaati, günde 1 saat azaltılırsa (fiyatlar aynı kalmak üzere) net kârın hepsi, 1½ saat azaltılırsa gayri safi kârın tamamı yokedilmiş olur."[35]

İşte profesörün "tahlil" dediği şey bu. Eğer imalatçıların şamatasına güvenerek, işçinin günün en iyi kısmını üretimde, yani binaların, makinelerin, pamuğun, kömürün vb. yeniden-üretimi ya da yerine konulması için harcadığına inandıysa, yaptığı bu tahlil gereksizdi. Bu durumda vereceği yanıt hemen şu olacaktı: Baylar! eğer fabrikanızı onbirbuçuk saat yerine on saat çalıştırırsanız, diğer şeyler eşit olmak üzere, pamuğun, makinenin vb. günlük tüketimi aynı oranda azalacaktır. Bu durumda kazancınız, tam kaybınız kadar olur. İşçileriniz ilerde, yatırılan sermayenin yeniden-üretimi, ya da yerine konulması için birkuçuk saat daha az zaman harcayacaktır. Yok eğer, daha fazla soruşturmaksızın onlara inanmayıp da bu konuların uzmanı olarak bir tahlili gerekli gördüyse, o zaman da yalnızca net kâr ile işgünü uzunluğu arasındaki (sayfa 240) ilişkilerle ilgili bir sorunda, her şeyden ünce imalatçılara, makineleri, işyerini, hammaddeyi ve emeği üstüste yığmamalarını, ve binalara, makinelere, hammaddeye vb. yatırılan değişmeyen sermayeyi hesabın bir yanına, ücretlere yatırılan sermayeyi ise öteki yanına koymaya dikkat etmelerini öğütlemesi gerekirdi. Eğer o zaman profesör, imalatçıların hesabi gereğince işçinin ücretini 2 yarım saatte, yeniden ürettiğini ya da yerine koyduğunu görürse tahliline şöyle devam etmesi gerekirdi:

Sizin rakamlarınıza göre, işçi, sondan bir saat önce ücretini, son saatte de artı-değerinizi ya da net kârı üretmektedir. Öyleyse, eşit sürelerde eşit değerler üreteceğine göre, sondan bir önceki saatin ürünü ile son saatin ürününün aynı olması gerekir. Ayrıca işçi, ancak, çalıştığı sürece değer üretebilir ve bu emeğin miktarı emek-zamanı ile ölçülür. Söylediğinize göre, bu süre, günde 11½ saattir. O, bu 11½ saatin bir kısmını ücretini üretmek ya da yerine koymak, geri kalan kısmını sizin net kârınızı üretmek için kullanıyor. Bunun ötesinde bir şey yaptığı yok. Ama sizin varsayımınız gereği, ücreti ile ürettiği artı-değer eşit değerler olduğuna göre, ücretini 5¾ saatte, ve sizin net kârınızı öteki 5¾ saatte üretmesi gerekir. Gene, 2 saatte üretilen ipliğin değeri, ücretler ile net kârınızın değerleri toplamına eşit olduğuna göre, bu ipliğin değer ölçüsünün 11½ işsaati olması gerekir; bu işaatinin, 5¾ saati son saatte üretilen ipliğin değerini ölçer. Şimdi çok nazik bir noktaya geldik, aman dikkat! Sondan bir önceki işsaati, tıpkı ilki gibi, olağan bir işsaatidir; ne eksik, ne de fazla. Öyleyse nasıl olur da, bir iplikçi, 1 saatte iplik şeklinde, 5¾ saatlik emeğin maddeleştiği bir değer üretebilir? Aslında onun böyle bir mucize falan gösterdiği yok. Onun 1 saatte ürettiği kullanım-değeri, belirli miktarda ipliktir. Bu ipliğin değeri, 5¾ işsaati ile ölçülür, ve bunun 4¾'ü onun hiç rolü olmadan üretim araçlarında, pamukta, makinede vb. daha önce maddeleşen kısımdır, yalnız geriye kalan 1 saati o katmıştır. Bu nedenle, onun ücreti 5¾ saatte üretildiğine ve aynı zamanda 1 saatte üretilen iplik de 5¾ saatlik emeği içerdiğine göre, sonuçta, 5¾ saatlik eğirmeyle yarattığı değerin, bir saatte ürettiği değerle eşit olması gibi bir büyücülük de yoktur. Eğer siz onun, pamuğun, makinenin vb. yeniden-üretimi ya da yerine konması için emek-gücünün bir anını bile yitirdiğini sanıyorsanız, tamamen aldanıyorsunuz. Tersine, onun emeği, pamuk ile iği ipliğe çevirdiği ve o, bu eğirme işini yaptığı için, pamuk ile iğin (sayfa 241) değerleri, ipliğe, kendiliğinden geçmektedir. Bu sonuç, işçinin emeğinin niteliği ile meydana gelir, niceliği ile değil. Onun bir saatte pamuk biçiminde, ipliğe kattığı değerin, yarım saatte kattığı değerden daha fazla olduğu doğrudur; ama bu, yalnızca bir saatte, yarım saatte olduğundan daha çok pamuk eğirdiği içindir. Görüyorsunuz ki, sizin, işçinin sondan bir önceki saatte ücretinin değerini ve son saatte de sizin net kârınızı ürettiği yolundaki iddianız yalnızca şu anlama geliyor: onun 2 işsaatinde ürettiği iplikte, bu 2 saat, ister işgününün başında, ister sonunda olsun, bu iplikte, 11½ işaatlik emek ya da tam bir günlük çalışma somutlaşmıştır, yani onun çalışmasının iki saati ile başka kimselerin çalışmasının 9½ saati. Ve gene benim, işçi ilk 5¾ saatte kendi ücretini, ve son 5¾ saatte sizin net kârınızı üretir biçimdeki tezim, siz bunun ancak ilk kısmının karşılığını ödüyorsunuz, ama son kısmının karşılığını ödemiyorsunuz anlamına gelir. Sizin dilinizi kullanarak, emek-gücünün karşılığının ödenmesi yerine, emeğin karşılığının ödenmesi diyorum. Şimdi baylar, karşılığını ödediğiniz emek-zamanı ile karşılığını ödemediğiniz emek-zamanını karşılaştırırsanız, bunun, yarım güne yarım gün olduğunu göreceksiniz, bu %100 gibi bir oranı verir ve çok iyi bir yüzde oranıdır. Üstelik şunda da en küçük bir kuşku yoktur ki, eğer siz, "işçiler"inize ("hands") 11½ saat yerine 13 saat ter döktürürseniz ve sizlerden umulacağı gibi bu fazladan 1½ saatlik emeği salt artı-değer olarak ele alırsaniz, son bölüm 5¾ işsaatinden 7¼ işsaatine, artı-değer de, %100'den %1262/23'e yükselecektir. İşgününe 1½ saatlik bir ekleme yapmakla, eğer siz, bu oranın %100'den %200'e ve daha fazlasına, ya da başka bir deyimle "iki katından fazlasına" çıkacağını umuyorsanız, pek heyecanlı bir tip sayılırsınız. Öte yandan, -hele kesesinde taşırsa insan kalbi ne kadar fevkalade bir şeydir- işsaatinin 11½'den 10'a indirilmesiyle bütün net kârınızın uçup gideceğinden korkuyorsanız, o zaman,da siz, çok kötümsersiniz demektir. Bu kadar da değil. Bütün öteki koşullar aynı kalmak üzere, artı-emek 5 ¾ saatten 4¾ saate düşecek, ve bu süre %8214/23 gibi çok kârlı bir artı-değer oranı verecektir. Ama üzerinde, bin yıl sonra İsa'nın tekrar yeryüzüne ineceği kıyamet gününden daha fazla masallar uydurduğunuz o korkunç "son saat" ise "all bosh". ["Baştan sona zirva." -ç.] Böyle olsa bile, siz ne net kârınızdan olursunuz, ne de kullandığınız kızlar ile oğlanlar (sayfa 242) "ruh temizlikleri"nden.[36] Günü gelip de sizin "son saat"iniz gerçekten çaldığında, Oxford'lu profesörü anımsayınız. Ve şimdi baylar, "Elveda, daha iyi bir dünyada tekrar görüşmek üzere, ama daha önce değil".

1836 yılında Senior'ün icadettiği "son saat" borusu işte bu.[37] (sayfa 243) 15 Nisan 1848 tarihli Economist dergisinde aynı çiğlik bu sefer de sözü geçen bir iktisatçı tarafından atıldı: şimdi de, 10 saatlik yasaya karşı.

DÖRDÜNCÜ KESİM. - ARTI-ÜRÜN

Ürünün, artı-değeri temsiL eden kısmına (kesim 2'de verilen örnekte, 20 libre ipliğin onda-birine, ya da 2 libresine) biz "artı-ürün" adını veriyoruz. Tıpkı, artı-değer oranının, sermayenin toplamı ile değil, onun değişen kısmıyla orantılı olması gibi, artı-ürünün nispi miktarı da aynı şekilde, bu ürünün, geri kalan kısmı ile değil, gerekli-emeğin somutlaştığı kısmı ile orantılı olarak belirlenir. Artı-değerin üretimi, kapitalist üretimin başlıca ereği ve amacı olduğuna göre, insanın ya da ulusun servetinin büyüklüğünün, ürünün mutlak büyüklüğü ile değil, arti-ürünün nispi büyüklüğü ile ölçülmesi gerekir.[38]

Gerekli-emek ile artı-emeğin toplamı, yani işçinin, kendi emek-gücünün değeri ile artı-değeri ürettiği zaman süreleri, onun fiilen çalıştığı zamanı, yani işgününü meydana getirir. (sayfa 244)

Dipnotlar

[27] "Kullanılan sabit sermayenin değerini, eğer yatırılmış olan sermayenin bir kısmı olarak düşünürsek, yıl sonunda bu sermayenin geriye kalan değerini, yıllık gelirin bir parçası olarak hesaba katmamız gerekir." (Malthus, Princ. of Pol. Econ.. 2. baskı, London 1836, s. 269.)

[28] Lucretius'un söylediği söz apaçıktır: "nil posse creari de nihilo", yoktan hiç bir şey yaratılamaz. Değer yaratımı, emek-gücünün emeğe çevrilmesidir. Emek-gücünün kendisi ise, besleyici maddeler aracılığı ile insan organizmasına aktarılan enerjidir. [Lucretius, De Rerum Natura, I, 149, 205: 11, 287.]

[29] Bunu, İngilizlerin, "kâr oranı" (rate of profit) ve "faiz orani" (rate of interest) ifadelerini kullandıkları şekilde kullanıyorum. Üçüncü Ciltte, artı-değer yasaları bilindikten sonra, kâr oranının bir sır olmadığı görülecektir. Eğer süreci tersinden alırsak, ne birini, ne de ötekini anlıyabiliriz.

[30] Biz, bu yapıtta şimdiye kadar, herhangi bir metaın üretimi için belli toplumsal koşullar altında gerekli olan zamanı belirtmek için "gerekli-emek zamanı" terimini kullandık. Bundan sonra, özel bir meta olan emek-gücünün üretimi için gerekli zamanı belirtmek üzere de bu terimi kullanacağız. Bir ve aynı teknik terimi farklı anlamlarda kullanmak, sakıncalı olabilir, ama bundan büsbütün kaçınmak hiç bir bilimde mümkün değildir. Örneğin, matematiğin yüksek dalları ile alçak dallarını karşılaştırınız.

[31] Bay Wilhelm Thucydides Roscher, boşa giden bir buluş yaptı. Önemli buluşu şuydu: bir yandan, artı-değerin ya da artı-ürünün meydana gelmesi ve dolayısıyla sermaye birikimi, bugün artık kapitalistin tutumluluğu sayesinde olurken, öte yandan, uygarlığın başlangıç aşamalarında, güçsüzleri tasarrufa zorlayan güçlükler oluyordu (l.c., s. 78). Neden tasarrufa? Emekten mi? Yoksa, zaten varolmayan fazla servetten mi? Roscher ve benzerlerini, kapitalistin artı-değere elkoymasını, azçok aklauygun göstermek amacıyla buldukları mazur gösterme nedenlerini, artı-değerin kökeni şeklinde tersine çevirmeye zorlayan şey nedir? Gerçek bilisizliklerinin yanı sıra, mazur gösterme korkusu içersinde, değer ve artı-değeri, bilimsel şekilde incelemekten ve büyük olasılıkla, güçlülerin hoşuna gitmeyecek sonuçlara ulaşmaktan kaçınmak istemektedirler.

[32] Artı-değer oranı, emek-gücünün sömürü derecesini gösteren kesin bir ifade olmakla birlikte, sömürünün mutlak büyüklüğünü hiç bir zaman ifade edemez. Örneğin, gerekli-emek = 5 saat ve artı-emek = 5 saat ise, sömürü derecesi %l00'dür. Sömürme büyüklüğü burada 5 saat ile ölçülmüştür. Oysa gerekli-emek = 6 saat, artı-emek = 6 saat olsaydı, sömürme derecesi gene eskisi gibi %100 olurdu, ama fiili sömürü miktarı %20 artmış olurdu, yani beş saatten altı saate çıkardı.

[33] Güvenilebileceğini sandığım yukardaki bilgiyi Manchester'li bir iplikçi vermiştir. İngiltere'de bir makinenin beygirgücü, eskiden silindirinin çapı ile ölçülürdü, şimdi göstergenin gösterdiği fiili beygirgücü alınıyor.

[34] Metindeki hesaplar, salt örnek olsun diye verilmiştir. Biz, aslında, fiyatlar = değerler varsayımına dayandık. Ne var ki, ortalama fiyatlar sözkonusu olduğu zamanlar bile, varsayımın böyle çok basit şekilde yapılamayacağını Üçüncü Kitapta [ciltte -ç.] göreceğiz.

[35] Senior, l.c., s. 12, 31. Amaçlarımız bakımından önem taşımayan bu garip düşünceler üzerinde durmayacağız; örneğin, fabrikatorün, makinelerin yıpranma ve aşınmalarını karşılamak, ya da bir başka deyişle sermayenin bir kısmını yerine koymak için gerekli meblağı, brüt ya da net kârının bir kısmı olarak hesaba katma iddiası bunlardan bir tanesidir. Aynı şekilde, verdiği rakamların doğruluğu üzerinde de durmayacağız. Leonard Horner, A Letter to Mr. Senior etc., London 1837'de, bunların, sözde "Tahlil"den öte bir değer taşımadıklarını göstermiştir. Leonard Horner, 1833 yılında kurulan Fabrika Araştırma Komisyonu üyelerinden biriydi ve 1859 yılına kadar fabrika denetmeni, ya da daha doğrusu fabrika sansürcüsü idi. İngiliz işçi sınıfı için ölümsüz hizmetlerde bulunmuştur. Yaşamı boyunca yalnız candüşmanı fabrikatörlere karşı savaşım vermekle kalmamış, patronların Avam Kamarasında verecekleri oyların sayısı, fabrikalardaki "işçiler"in çalışma saatlerinin sayısından çok daha önemli olan kabineye karşı da savaşım vermiştir.

İlke yanlışlıklarından başka, Senior'ün ifadesi karışıktır. Söylemek istediği aslında şudur: Fabrikatör, işçileri, günde, 11 ½ tam saat ya da 23 yarım saat çalıştırmaktadır. İşgünü gibi iş yılının da 11 ½ tam ya da 23 yarım saatten meydana geldiği düşünülebilir, ama bunların, bir yıldaki iş günleri ile çarpılmaları gerekir. Bu varsayıma göre, 23 yarım işsaati, yılda 115.000 sterlin değerinde ürün üretir; yarım işsaati 1/23 x 115.000 sterlin; 20 yarım işsaati 20/23 x 115.000 = 100.000 sterlin değerinde ürün üretir, yani bunlar yatırılan sermayeyi yerine koymuş olurlar. Geriye, 3 yarım işsaati kalır ki, bu da, 3/23 x 115.000 = 15.000 sterlin ya da brüt kârı üretir. Bu, 3 yarım işsaatinden birisi 1/23 x 115.000 = 5,000 sterlin, yani makinelerin yıpranma ve aşınmalarını karşılayan bir meblağ üretir; geriye kalan 2 yarım işsaati, yani son saat, 2/23 x 115.000 = 10.000 sterlin, ya da net kârı üretir. Senior metinde, ürünün son 2/33'sini, bizzat emek-gücünün kısımlarına dönüştürür.

[36] Bir yandan Senior, fabrikatörlerin net kârlarının, İngiliz pamuklu sanayinin varlığının, İngiltere'nin dünya piyasası üzerindeki egemenliğinin, "sonuncu işsaatine", bağlı olduğunu tanıtlamış, öte yandan da, Dr. Andrew Ure çocuklar ile 18 yaşından küçük delikanlıların fabrikanın sıcak ve temiz moral havası içersinde tam 12 saat tutulma yerine, kalpsiz ve anlamsız dış dünyaya bir saat önce salıverilmeleri halinde, aylaklık ve kötü alışkanlıklar yüzünden, ruhlarının kurtuluş umudunun büsbütün yoksun bırakılmış olacaklarını göstermiştir. 1848 yılından beri fabrika denetmenleri, bu "sonuncu", bu "öldürücü saat" konusunda patronlarla çekişmekten bıkıp usanmamışlardır. Mr. Hovell, 31 Mayıs 1855 tarihli raporunda şöyle diyor: "Eğer aşağıdaki dahice hesap (Senior'ün hesapları) doğru olsaydı, Birleşik Krallık'taki bütün pamuklu fabrikaları, 1850'den beri zararına çalışmış olurlardı." (Reports of the Insp. of Fact., for the half-year, ending 30th April, 1855, s. 19, 20.) 1848 yılında, 10 saatlik çalışmanın yasalaşmasından sonra, Dorset ve Somerset sınırlarında birbirlerinden uzak bölgeler üzerinde dağılmış bulunan bazı keten dokuma fabrikalarının patronları, bu yasaya karşı bir dilekçe vermeyi işçilerinden birkaçının omuzlarına yıkmışlardı. Bu dilekçenin maddelerinden bir tanesi şöyle: "Biz dilekçe sahipleri, ana ve baba olarak, boş geçen bir ek saatin, çocukların ahlakını bozmaktan başka bir işe yaramayacağına inanıyoruz, çünkü aylaklık her türlü kötülüğün kaynağıdır." Bu konuda, 31 Ekim 1848 tarihli rapor şöyle diyor: Bu erdemli ve şefkatli ana-babaların çocuklarının çalıştıkları keten dokuma fabrikalarındaki hava, hammaddeden çıkan toz ve liflerle o kadar doludur ki, iplikhanelerde 10 dakika kalmak bile son derece güçtür: çünkü, gözlere, kulaklara, burun deliklerine ve ağza derhal dolan ve kaçınılması olanaksız keten tozu bulutları dayanılmaz bir acı verir. İşin kendini de, makinelerin korkunç hız nedeniyle, yorulmak nedir bilmeyen bir denetim altında, sürekli bir hüner ve hareketliliği gerektirir; böyle bir hava içersinde, böyle bir işte, yemek saatleri dışında tam 10 saat çalışan kendi öz çocuklarına ana-babaların "aylaklık" sözünü yakıştırmaları doğrusu çok yersiz görülüyor. ... Bu çocuklar çevre köylerdeki tarım işçilerinden daha uzun süre çalışıyorlar. ... "Aylaklık ve kötü alışkanlıklar" gibi bu zalimce sözleri, katıksız bir mürailik ve en yüzsüzce ikiyüzlülük damgasıyla damgalamak gerekir. ... Oniki yıl kadar önce halkın bir kısmı, yüksek bir otoriteye dayanılarak, fabrikatörlerin bütün net kârlarının sonuncu saatteki emekten doğduğu ve bu nedenle, işgününde yapılacak bir saatlik kısaltmanın fabrikatörün bu net kârını yokedeceğinin açıkça ve büyük bir ciddilikle ilan edilmesi üzerine o kadar etkilenmişti ki, şimdi halkın bu kesimi, eğer "sonuncu saatin" erdemleri konusundaki bu özgün buluşun o zamandan beri, kârla birlikte ahlaki yönleri de kapsayacak biçimde bir gelişme gösterdiğini bir görecek olsalar kendi gözlerine bile inanmazlar: öyle ki, eğer çocukların çalışma süresi tam 10 saate indirilecek olsa, net kârla birlikte çocukların ahlakları da, her ikisi de bu sonuncu ve hayati önem taşıyan saate bağlı olduklarından, mahvolup gidecektir. (Bkz: Repts., Insp. of Fact., for 31st Oct., 1848, s. 101.) Aynı rapor daha sonra bu temiz yürekli fabrikatörlerin ahlak ve erdemlerinden örnekler vererek, önce birkaç zavallı işçiye böyle bir dilekçeyi zorla imzalatmak, ardından da bunu, Parlamentoya, bütün sanayi kollarının ya da ülkenin dileğiymiş gibi, kabul ettirmek için başvurdukları hileleri, çevirdikleri dolapları, aldatmaları, tehditleri ve sahtekârlıkları anlatir. Ne daha sonraki dönemde -lehine olarak kaydetmek gerekir ki- fabrika yönetmeliğini canlabaşla destekleyen Senior'ün kendisinin ve ne de baştan sona kadar ona karşı çıkmış olanların, bu "özgün buluşun" yanlış sonuçları konusunda bir açıklama yapmamış olmaları, sözde iktisat biliminin bugünkü durumunu gösteren oldukça karakteristik bir noktadır. Bunlar fiili deneyimlerin sözünü ediyorlar, ama niçin ve neden soruları bir sır olarak kalıyor.

[37] Ne olursa olsun, âlim profesör, Manchester gezisinden hayli yararlandı. Letters on the Factory Act'ında tüm net kazancın, "kâr", "faiz" ve hatta işçinin karşılığı ödenmeyen tek bir işsaatine dayanan "bir fazlalığı" içerdiği sonucuna vardı. Bir yıl önce, Oxford öğrencilerinin ve dargörüşlü aydınların yetişmesi için yazılan Outlines of Political Economy adlı yapıtında ayrıca bir de "Ricardo'nun, değerin emekle belirlenmesi görüşüne karşı, kârın, kapitalistin emeğinden, faizin, onun tutumluluğundan, yani "abstinence" ["perhiz"]'inden" ileri geldiğini keşfetmişti. Yaptığı düzenbazlık eskiydi, ama "abstinence" sözcüğü yeniydi. Herr Roscher, bunu, doğru olarak "Enthaltung" sözcüğü ile çevirdi. Latinceden onun kadar haberdar olmayan Brown, Jones ve Robinson gibi bazı yurttaşları, buna, rahiplere yakışan bir sözcükle karşılayıp "Entsagung" ["dünyadan vazgeçime" -ç.] dediler.

[38] "Yıllık kârı 2.000sterlin olan 20.000 sterlinlik sermayeye sahip bir kimse için, bu sermaye ile 100 ya da 1.000 kişi çalıştırması, ürettiği metaın 10.000 ya da 20.000 sterline satılmış olması, bütün bu durumlarda sağladığı kâr 2.000 sterlinin altına düşmemek koşuluyla hiç bir şey farkettirmez. Bir ulusun gerçek çıkarı da böyle değil midir? Net gerçek geliri, rantı ve kârları aynı olmak koşuluyla bir ulusun nüfusunun 10 ya da 12 milyon olması hiç bir önem taşımaz." (Ricardo, l.c., s. 416.) Fanatik bir artı-ürün taraflısı olması dışında, geveze ve ünlü meziyetleri ile ters orantılı, eleştiri gücünden yoksun bir yazar olan Arthur Young, Ricardo'dan çok daha önce şöyle diyordu: "Modern bir krallıkta bütün bu eyaletin eski Roma'daki gibi küçük bağımsız köylüler arasında böylece bölüştürülmesinin, bu topraklar ne kadar iyi işlense de, tek başına alındığında son derece yararsız bir amaç olan, salt insan yetiştirme ve beslenme amacı dışında ne yararı olabilir?" (Arthur Young, Political Arithmetic, etc., London 1774, s. 47.)

"Net olması nedeniyle yararına olmadığı apaçık iken ... net serveti işçi sınıfının yararına gibi gösterme yolundaki ... güçlü eğilim." çok gariptir. (Th. Hopkins, On Rent of Land, etc., London 1823, s. 126.)

[1*] Yatırılan sermaye S, değişmeyen sermaye s, değişen sermaye d, artı-değer a harfleri ile simgelenmiştir. -ç.

[2*] [Üçüncü Almanca baskıya ek not: Yazar, burada, günlük yaşamda kullanılan ekonomik dile başvuruyor. Anımsanacağı gibi, gerçekte, kapitalist işçiye değil, işçi kapitaliste avans vermektedir. - F.E.]