Beşinci Kesim.

KAPİTALİST BİRİKİMİN GENEL YASASI

BEŞİNCİ KESİM. — GENEL KAPİTALİST BİRİKİM YASASININ ÖRNEKLENDİRİLMESİ

(a) 1846-1866 Arasında İngiltere

Kapitalist birikimin incelenmesi için modern toplumda hiç bir dönem son 20 yıllık dönem kadar uygun değildir. Bu dönem, sanki Fortunatus'un[8*] hazinesini bulmuş gibidir. Bütün ülkeler (sayfa 665) arasında İngiltere gene klasik örneği vermektedir; çünkü, dünya pazarında ön sırayı tutmakta, kapitalist üretim yalnız burada tam olarak gelişmiş bulunmakta ve ensonu, 1846'dan beri süregelen serbest ticaretin mutluluk döneminin başlamasıyla, vülger ekonomi son sığınağından da kovulmuş bulunmaktadır. Üretimdeki dev ilerleme —bunda da son yirmi yıllık dönem, ilkini geniş ölçüde aşmaktadır— Dördüncü Bölümde yeterince işlenmişti.

Son yarım yüzyılda İngiltere nüfusundaki mutlak artış çok büyük olmakla birlikte, resmi nüfus sayımından alınan aşağıdaki tablonun da gösterdiği gibi, nüfustaki nispi artış ya da artış oranı devamlı olarak düşmüştür.

İNGİLTERE İLE GALLER ÜLKESİNDE, ONAR YILLIK ARAYLA YÜZDE OLARAK NÜFUS ARTIŞI

1811-1821 1.533%

1821-1831 1.446%

1831-1841 1.326%

1841-1851 1.216%

1851-1861 1.141%

Şimdi de buna karşılık zenginlikteki artışı görelim. Burada en güvenilir dayanak, gelir vergisine giren, kârın, toprak rantının vb. hareketidir. Büyük Britanya'da 1853 ile 1864 yılları arasında gelir vergisine tâbi kârlardaki artış (çiftlikler ile diğer bazı kategoriler alınmamıştır), %50,47'ye ya da yıllık ortalama olarak %4,58'e ulaşmıştır;[102] aynı dönemde nüfustaki artış ise aşağı yukarı %12'dir. Vergiye tâbi toprak rantındaki artış (evler, demiryolları, madenler, dalyanlar vb. dahil) 1853 ile 1864 yılları arasında %38'e ya da yıllık olarak %3'5/12'ye ulaşır. Burada, aşağıdaki kategoriler en büyük artışı göstermektedir. Eğer 1853-1864 döneminin birbirini izleyen her dört yılını birbirleriyle karşılaştırırsak, gelirlerdeki artış oranının devamlı (sayfa 666) yükseldiğini görürüz. Örneğin, bu oran, kârdan gelen gelirler için 1853-1857 döneminde yılda %1,73; 1857-1861 döneminde yılda %2,74 ve 1861-64 döneminde yılda %9,30'dur. Birleşik Krallık'ta, gelir vergisine tâbi gelirlerin toplamı, 1856 yılında, 307.068.898 sterlin; 1859 yılında 328.127.416 sterlin; 1862 yılında 351.745.241 sterlin; 1863 yılında 359.142.897 sterlin; 1864 yılında 362.462.279 sterlin; 1865 yılında 385.530.020 sterlindir.[104]

Sermaye birikimi, aynı zamanda, sermaye yoğunlaşmasını ve merkezileşmesini de birlikte getiriyordu. İngiltere için resmi tarım istatistikleri olmamakla birlikte (bunlar İrlanda için vardı), 10 kontlukta bunlar gönüllü olarak verilmiştir. Bunlara göre, 1851-1861 döneminde 100 acre'dan küçük çiftlik sayısı 31.583'ten 26.567'ye inmişti, yani böylece 5.016 tanesi daha geniş çiftliklere katılmıştı.[105] 1815-1825 arasında, veraset vergisine tâbi, 1.000.000 sterlini aşan taşınabilir mal yoktu; oysa 1825-1855 arasında 8 tane, 1855'ten 1859 Haziran ayına kadar, yani 4,5 yılda 4 tane böyle taşınabilir mal görülmüştü.[106] Bununla birlikte bu merkezileşme, en iyi şekilde, 1864 ve 1865 yıllarında, Gelir Vergisi D Cetvelinin (çiftlikler vb. hariç, kârlar) kısa bir tahlilinden anlaşılabilir. Ba kaynaktan gelen gelirlerin ancak 60 sterlinden yukarı olanlarının gelir vergisine tâbi olduğunu önceden belirtelim. 1864 yılında, İngiltere, Galler ve İskoçya'da vergiye tâbi gelirler, 95.844.222 sterline, 1865'te 105.435.787 sterline ulaşıyordu.[107] 23.891.009 kişilik nüfusun 1864 yılında vergilendirilen insan sayısı 308.416; 1865 yılında ise 24.127.003 nüfustan 332.431 kişi idi. Aşağıdaki tablo bu gelirlerin iki yıllık dağılımını gösteriyor: Birleşik Krallık'ta, 1855 yılında, 16.113.267 sterlin değerinde 61.453.079 ton kömür üretilmişti; bu sayılar 1864 yılında, 92.787.873 (sayfa 667) ton ve 23.197.968 sterlindir. 1855 yılında, 8.045.385 sterlin değerinde 3.218.154 ton pik demir üretilmişti; bu sayılar, 1864 yılında, 4.767.951 ton ve 11.919.877 sterlindir. 1854 yılında, Birleşik Krallık'ta, işleyen demiryolu uzunluğu 8.054 mildi, ödenmiş sermaye 286.068.794 sterlin, 1864 yılında uzunluk 12.789 mil, ödenmiş sermaye 425.719.613 sterlin. 1854 yılında Birleşik Krallık'ın ithalat ve ihracat toplamı 268.210.145 sterlin; 1865 yılında, 489.923.285 sterlindi. Aşağıdaki tablo ihracat hareketini göstermektedir:

1847 58.842.377 £

1849 63.596.052 £

1856 115.826.948£

1860 135.842.817£

1865 165.862.402£

1866 188.917.563£ [108]

Bu birkaç örnekten sonra, İngiliz Genel Sayım yetkilisinin attığı şu zafer çığlığının nedeni anlaşılır: "Nüfus hızla artmakla birlikte, sanayi ile servetteki ilerlemeye ayak uyduramamıştır."[109] Şimdi de, bu sanayide doğrudan çalışanlara, bu servetin yaratıcılanna, işçi sınıfına bir gözatalım. "Bu ülkenin toplumsal durumunda en hüzün verici görünüşlerden birisi" diyor Gladstone, "halkın tüketim gücündeki bir azalmaya emekçi sınıfın yoksulluğu ile sefaletinde bir artmaya karşın, aynı zamanda, üst sınıflarda devamlı bir servet birikimi, sermayede sürekli bir artış olmaktadir."[110] İşte 13 Şubat 1843 günü bu tatlı dilli bakan, Avam Kamarasında böyle diyordu. Yirmi yıl sonra, 16 Nisan 1863 (sayfa 668) tarihinde ise, hazırladığı bütçeyi sunarken şöyle konuşuyordu: "1842-1852 yilları arasında, ülkenin vergilendirilebilen geliri yüzde 6 artmış bulunuyor. ... Oysa, 1853 ile 1861 yılları arasındaki 8 yıldaki artış, 1853 esas alınarak, yüzde 20'dir! Bu durum, inanılmayacak derecede şaşırtıcıdır. ... Bu başdöndürücü servet ve kudret artışı ... tamamıyla mülk sahibi sınıfa aittir ... ama, genel tüketim mallarının fiyatlarını düşürdüğü için dolaylı yoldan emekçi nüfusun da yararınadır. Bir yandan zenginler daha da zenginleşirken, yoksullar da daha az yoksul hale gelmektedirler. Gene de ben, burada, aşırı yoksulluğun azaldığını söyleyemem."[111] Ne zavallı bir dönüş! İşçi sınıfı, zengin sınıflara "başdöndürücü servet ve kudret artışını" sağlaması oranında "yoksul"ken "daha az yoksul" kaldığına göre, bu sınıf, gene eskisi gibi yoksul kalıyor demekti. Aşırı yoksulluk azalmadığına göre, aşırı zenginlik arttığına göre, o da artmış demektir. Geçim araçları fiyatının ucuzlamasına gelince, resmi istatistikler, örneğin Londra Yetimler Yurdunun hesapları, 1851-1853 dönemi ile karşılaştırıldığında, 1860-1862 yılları arasındaki üç yılda ortalama olarak fiyatlarda %20 bir artış olduğunu göstermektedir. Bunu izleyen üç yılda, 1863-1865, et, tereyağı, süt, şeker, tuz, kömür ve bir yığın temel geçim araçlarının fiyatlarında, gitgide artan bir yükselme olmuştur.[112] Gladstone'un daha sonraki 7 Nisan 1864 tarihli bütçe konuşması, artı-değer yapımındaki ilerleme ve "yoksullukla yoğrulmuş" halkın mutluluğu üzerine Pindar'a yakışır bir kasidedir. Önce, "sefaletin sınırına dayanmış" kitlelerden, "ücretlerin artmamış bulunduğu" işkollarından sözetmekte ve sonunda, işçi sınıfının mutluluğunu şu sözlerle özetlemektedir: "İnsan yaşamının, onda-dokuzu, varolma savaşıdır."[113] Gladstone gibi resmi (sayfa 669) düşüncelerle bağlı olmayan Profesör Fawcett açıkça ilân ediyor: "Ücretlerin (son on yılda) sermaye artışıyla yükseldiğini kuşkusuz yadsıyacak değilim, ama bu görünüşteki yarar, gerekli tüketim maddelerinin çoğunun pahalılaşması nedeniyle kaybolmuştur." (0 bunun, değerli madenlerin değerindeki düşmeden ileri geldiğine inanır.) "... Zenginler hızla daha da zengin oluyor, ama çalışan sınıfların durumunda gözle görülür bir ilerleme yoktur. ... Onlar" (emekçiler) "borçlandıkları esnafın neredeyse kölesi durumuna düşüyorlar."[114]

"İşgünü" ve "makine" bölümlerinde okur, İngiliz işçi sınıfının hangi koşullar altında, mülkiyet sahibi sınıflar için "başdöndürücü servet ve kudret artışını" yarattığını görmüş bulunuyor. Biz, burada, her şeyden önce, emekçinin toplumsal işlevi ile ilgilenmiştik. Ama, birikim yasasını iyice kavramak için işyeri dışındaki durumunun, beslenme ve barınma koşullarının da incelenmesi gerekir. Bu kitabın sınırları, bizi, burada her şeyden önce, biraraya gelince işçi sınıfının çoğunluğunu oluşturan sanayi proletaryası ile tarım emekçilerinin en düşük ücret alan kesimi ile ilgilenmeye zorluyor.

Ama önce, resmi yoksulluk ya da işçi sınıfının varlık koşulunu (emek-gücünü satma olanağını) yitiren ve ancak kamunun sağladığı sadakalarla kıtıkıtına yaşayabilen kesimi üzerinde bir-iki söz söyleyelim. İngiltere'de"[115] resmi listelere göre yoksul sayısı 1855'te 851.369 kişi; 1856'da 877.767; 1865'te 971.433. Pamuk kıtlığı sonucu bu sayı, 1863 ve 1864'te, 1.079.382'ye ve 1.014.978'e yükselmiştir. En ağır biçimde Londra'yı etkileyen 1866 bunalımı, dünya pazarının İskoçya krallığından daha kalabalık bu merkezinde, yoksul sayısında 1865'e göre, 1866 yılında, %19,5, 1864'e göre (sayfa 670) %24,4 bir artış göstermiş ve bu artış, 1866'ya göre 1867'nin ilk aylarında daha da büyük olmuştur. Yoksullukla ilgili istatistiklerin tahlilinde iki nokta dikkate alınabilir. Bir yandan, yoksul sayısındaki azalıp çoğalmalar, sınai çevrimin devresel değişikliklerini yansıtmaktadır. Öte yandan, sermaye birikimi, sınıf savaşımı ve dolayısıyla işçi-kişinin sınıf bilincinin gelişmesiyle orantılı olarak yoksulluğun fiili büyüklüğü ile ilgili resmi istatistikler gitgide daha yanıltıcı olmaktadır. Orneğin, son iki yilda İngiliz basınının (The Times, Pall Mall Gazette vb.) yoksullara karşı barbarca davranıldığı konusunda kopardıkları gürültü yeni bir şey değildir. F. Engels, daha 1844 yılında, aynı korkunç olayları ve "sansasyon yazınının" gene aynı ve geçici yaygaralarını gözler önüne sermişti. Son on yılda Londra'da "açlık nedeniyle ölümlerdeki" korkunç artış, işçi halkın işliklerde, bu sefaletin cezaevlerinde katlandıkları köleliğin artan dehşetini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tanıtlamaktadır.[116]

(b) İngiliz Sanayi İşçi Sınıfının Çok Düşük Ücret Alan Tabakası

1862 pamuk kıtlığı sırasında, Dr. Smith, Privy Council tarafından, Lancashire ve Cheshire bölgelerinde felakete uğrayan işçilerin beslenme koşulları konusunda bir araştırma yapmakla görevlendirilmişti. Daha önceki yıllarda yaptığı incelemeler, onu, şu sonuca ulaştırmıştı: "Açlığın yolaçtığı hastalıklardan kurtulmak için" ortalama bir kadının günlük yiyeceğinde en az 3.900 grain[9*] karbon ve 180 grain azot; ortalama bir erkeğin günlük yiyeceğinde ise en az 4.300 grain karbon, 200 grain azot bulunmalıdır; aynı miktarda besleyici öğe, kadınlar için 2 librelik iyi buğdaydan yapılan ekmekte bulunur, erkekler için ise bu 1/9 fazla olmalıdır; yetişkin erkek ve kadının ortalama haftalık gereksinmesi 28.600 grain karbon ve 1.330 grain azottur. Dr. Smith'in bu hesapları, yoksulluğun, pamuk işçilerini bununla yetinmeye zorladığı, pek zavallı ve sefil yiyecek miktarı ile şaşılacak bir benzerlik göstererek doğrulamıştır. 1862 Aralığında, işçilerin, (sayfa 671) buna uygun haftalık besini 29.211 grain karbon ve 1.295 grain azottu.

1863 yılında Privy Council, İngiliz işçi sınıfının en kötü beslenme yüzünden çok kötü durumda olan kesiminde bir soruşturma açılmasını emretti. Privy Council'ın sağlık uzmanı Dr. Simon, bu iş için yukarda sözü edilen Dr. Smith'i seçti. Araştırması, bir yandan tarım emekçilerini, öte yandan ipek dokuyucuları, dikişçi kadınları, deri eldivencileri, çorap örücüleri, eldiven örücüleri ve ayakkabıcıları kapsıyordu. Son kategoridekiler, çorap dokuyucular hariç, özellikle kentlerde oturuyorlardı. Araştırmada, her kategoride, en sağlıklı aileler, ve ötekelerine göre en iyi koşullar altında olanların seçilmesi bir kural olmuştu.

Genel olarak şu sonuca ulaşılmıştı: "İncelemeye tâbi tutulan kapalı yerde çalışan işçilerden yalnız bir sınıfta, alınan ortalama azot miktarında fazlalık vardı, oysa bir başkasında tahmin edilen yeterli ölçüte" (yani, açlık nedeniyle hastalığı önleyebilecek ölçüte) "neredeyse yaklaşılıyordu ve iki sınıfta hem azot ve hem de karbon eksikliği vardı; bunlardan birindeki eksiklik çok büyüktü. Üstelik, tarımsal nüfusa dahil aileler arasında yapılan incelemeler, bunlardan beşte-birinden fazlasının, yeterli karbonlu besinden yoksun olduğunu, üçte-birinden fazlasının, yeterli azotlu besinden yoksun olduğunu ve üç kontlukta (Berkshire, Oxfordshire ve Somersetshire) azotlu besin yetersizliği ortalama günlük besinin altındaydı."[117] Birleşik Krallık'ın en zengin bölgesi olan İngiltere'de tarım emekçileri en kötü beslenen emekçilerd.[118] Tarım emekçileri arasında besin yetersizliği, kural olarak başlıca kadınlarla çocuklara düşüyordu, çünkü, "çalışabilmesi için erkeğin yemesi gerekti". İncelenen iki yerdeki kentli işçiler arasında daha büyük bir besin yetersizliği salgını vardı. "Bunlar o kadar kötü besleniyorlar ki, aralarında çok şiddetli mahrumiyet ve sıkıntısının bulunduğu muhakkaktır."[119] (İşte kapitalistin yatattığı "mahrumiyet", yani "işçilerinin"' sırf yaşayabilmeleri için mutlaka geçim araçlarını alabilecekleri ücretten yaptıkları "perhiz".)

Aşağıdaki tablo, hepsi de kentte oturan işçilerden yukarda sözü edilen kategorilerin, Dr. Smith tarafından kabul edilen asgari besin miktarı ve büyük kıtlık yıllarında pamuk işçilerine (sayfa 672) verilen yiyeceğe oranla beslenme durumlarını gösteriyor. İncelenen sınai emek kategorilerinden yarısı, ya da %48'i hiç bira içmediği gibi %28'i de süt içmiyor. Aile başına haftalık ortalama sıvı besin miktarı terzi kadınlar için 7 ons, çorapçılar için 24¾ ons. Süt içmeyenlerin çoğunluğunu Londra'daki terzi işçiliği yapan kadınlar oluşturuyordu. Haftada tüketilen ekmek miktarı, terzi kadınlar için 7¾ libre, ayakkabıcılar için l¼ libre idi ve yetişkinler için haftalık toplam, ortalama 9,9 libre oluyordu. Şeker (şurup vb.), deri eldivenciler için haftalık 4 ons ile çorapçılar için 11 ons arasında değişiyordu ve bütün kategoriler için toplam haftalık ortalama yetişkin işçi başına 8 onstu. Ortalama haftalık toplam tereyağı (hayvani yağlar vb.), yetişkin işçi başına 5 ons. Haftalık ortalama et (domuz vb.) çorap dokuyucuları için 7¼ ons ile deri eldivenciler için 18¼ ons arasında değişiyor ve çeşitli kategoriler için toplam ortalama 13,6 ons oluyordu. Yetişkin her işçi için haftalık ortalama yiyecek masrafı: ipek dokumacısı 2 şilin 2½ peni, terzi kadın 2 şilin 7 peni, deri eldivenci 2 şilin 9½ peni, ayakkabıcı 2 şilin 7¾ peni, çorapçı 2 şilin 6¼ peni. Macclesfield'li ipek dokumacıları için, bu ortalama, yalnız 1 şilin 8½ peni idi. En kötü durumdaki meslek sahipleri, terzi kadınlar, ipek dokumacıları ve deri eldivencilerdi.[121] Bu gerçekler konusunda Dr. Simon, Genel Sağlık Raporunda şöyle diyor: "Eksik beslenmenin hastalığın nedeni ya da hızlandırıcısı olduğunu belirten sayısız olaylar, yoksul yasaları ile ilgili sağlık personeli ile, hastanelerde ve sağlık odalarında çalışan herkes tarafından doğrulanabilir. ... Ama bu konuda kanımca çok önemli bir noktanın daha dikkate alınması gerekir. Besin yoksunluğuna çok güç katlanıldığı ve büyük yiyecek noksanlığının ancak diğer (sayfa 673) yoksulluklardan sonra ortaya çıktığını da unutmamamak gerekir. Yetersiz beslenme, sağlık yönünden kaygı verici hale gelmezden çok önce, doktorlar, yaşamayla açlıktan ölmenin sınırı üzerinde bulunan karbon ile azot miktarını ölçmeden çok önce, içinde yaşanılan evin her türlü maddi olanaktan yoksun hale gelmesi gerekir; bu durumda giyecek ile yakıtın yiyecekten de az olması doğaldır — havanın acımasızlığına karşı yeterince korunamayacaklardır — oturdukları yerin alanı, hastalığı üretecek ya da artıracak derecede dar ve kalabalık olacaktır; kapkacak ve ev eşyası, belki de yok denecek kadar az olacaktır — temizlik bile bir yük ve masraf sayılacaktır; kendilerine saygı duyma sonucu buna kalkışsalar bile, buna kalkıştıklarında açlığın acısını daha da fazla duyacaklardır. Yuva denilen yer, en ucuza sağlanan barınak halini alacak ve bu evler, sağlık denetiminden en nasipsiz, lağımları bozuk, çöpleri toplanmaz, yaşayanların huzuruna kimsenin kulak asmadığı, suyu kıt mahallelerde bulunacak ve eğer kent içindeyse ışık ve havadan yoksun olacaktır. Yiyecek bir lokma ekmek bulsa bile, yoksulun yüzyüze bulunduğu sağlık koşulları ve sağlığa yönelmiş tehlikeler işte bunlar olacaktır. Bütün bunların toplamı, yaşamın karşısına dikilmiş büyük tehlikeler olmakla birlikte gene de tek başına besin kıtlığı en korkunç beladır. ... Hele bir de bu yoksulluğun tembellikten ileri gelen bir yoksulluk sonucu olmadığı düşünülürse, bunlar çok acı verici görüntüler. Bu çalışan nüfusun başına bütün bunlar, yoksulluktan gelir. Bir lokma yiyecek sağlamak için kentli işçilerin çalıştıkları işler çoğu kez son derece uzun saatleri kapsar. Gene de bu işin, insanı yaşatabilecek şeyleri sağladığı söylenemez. ... Ve geniş ölçüde alındığında, bu sözde yaşamaya yeterlilik, sonu yoksulluğa çıkan uzun ya da kısa bir çember gibidir."[122]

İşçi sınıfının en çalışkan tabakalarının çektiği açlık sancısı ile, zenginlerin kapitalist birikime dayanan, kaba ya da ince aşırı tüketimleri arasındaki yakın ilişki, ancak ekonomik yasalar bilinince kendini ortaya koyar. Ama "yoksulların barınması işinde" durum böyle değildir. Üretim araçlarının bir merkezde toplanması ölçüsünde, emekçilerin belli bir yere üstüste yığıldıklarını, tarafsız her gözlemci rahatça görebilir; kapitalist birikimin hızı ne kadar büyük olursa, işçi nüfusun barındıkları yerler (sayfa 674) de o kadar sefil ve perişandır. Servetin artışıyla birlikte kentlerde görülen "imar hareketleri", eski yapı mahallelerin yıkılması, bankalar, mağazalar vb. için işhanlarının yükselmesi, iş trafiği, lüks arabalar, tramvaylar vb. için caddelerin genişletilmesi, yoksulları gittikçe daha da kötü kenar mahallelere sürer. Öte yandan, herkes bilir ki, evlerin pahalılığı ile nitelikleri ters orantılıdır ve sefalet madenini, ev spekülatörleri, Potosi'deki gümüş madenlerinden daha büyük bir kârla ve daha az masrafla sömürürler. Kapitalist birikimin uzlaşmaz karşıt niteliği ve dolayısıyla genel olarak kapitalist mülkiyet ilişkileri[123] burada o kadar açıktır ki, bu konudaki resmi İngiliz raporları bile, "mülkiyet ve mülkiyet hakları" üzerinde alışılagelene aykırı düşen çıkışlarla doludur. Sanayiin gelişmesi, sermaye birikimi, kentlerin büyümesi ve "ge1işmesi" ile birlikte kötülükler de öyle hızlı ilerlemektedir ki "saygıdeğer kişilere" bile saygısı olmayan bulaşıcı hastalık korkusu yüzünden, 1847-1864 yılları arasında sağlık konusunda Parlamentodan en az on tane yasa çıkmış ve Liverpool, Glasgow vb. gibi bazı kentlerdeki korkuya kapılan burjuvazi, belediyeleri aracılığı ile çok sıkı önlemler almıştır. Bununla birlikte Dr. Simon, 1865 tarihli raporunda şöyle diyor: "Genel bir ifadeyle, kötülüklerin İngiltere'de serbestçe kolgezdiği söylenebilir." İnceleme Kurulunun buyruğuyla, 1864 yılında tarım emekçilerinin, 1865'te de kentteki yoksul sınıfların barınma durumları üzerinde bir araştırma yapılmıştır. Dr. Julian Hunter'in hayran olunacak çalışmalarının sonuçları, yedinci (1865) ve sekizinci (1866) "Halk Sağlığı" raporlarında görülebilir. Tarım emekçilerine daha sonra değineceğim. Kentteki meskenlerin durumu konusunda, bir giriş olmak üzere Dr. Simon'in genel bir görüşünü buraya alıyorum. "Benim resmi görüşüm salt sağlık açısından olmakla birlikte, insanlık duyguları, bu derdin diğer yanlarını da görmezlikten gelmemeyi emrediyor. ... En yüksek derecesinde" (yani pek kalabalık), "kaçınılmaz olarak, insanlarla bedensel faaliyetlerin pis bir şekilde birbirine karışması, hayvanca cinsel bir çıplaklığın gözler önüne serilmesi gibi, insandan çok hayvanlara yakışan, her türlü ar ve haya duygularına ters düşen bir (sayfa 675) durum yaratıyor. Sürekli olarak bu gibi durumların etkisi altında bulunmak, insanda gitgide derinleşen yozlaşmaya yolaçar. Bu lanetli durumun içinde doğan çocuklar, daha o anda, rezaletin ortasında vaftiz edilmişlerdir. Böylece koşullanan insanların, başka bakımlardan, özü, fizik ve ruh temizliği olan uygarlık atmosferine heves edeceklerini beklemek, boş bir umuda kapılmak olur."[124]

Londra, insanoğlunun yaşamasına kesinlike uygun olmayan, aşırı kalabalık konutlar konusunda ön sırada gelir. Dr. Hunter, "iki nokta apaçık ortadadır" diyor "bunlardan birincisi, Londra'da herbirinde yaklaşık olarak 10.000 kişinin barındığı 20 kadar geniş yerleşme noktası vardır; buralardaki sefalet İngiltere'nin başka yerlerinde görülemeyecek derecede olup, tamamıyla kötü barınma koşullarının sonucudur. Sonra, buralardaki evlerin kalabalık ve harap hali, 20 yıl öncesinden de berbattır."[125] "Londra ile Newcastle'ın bazı kesimlerinde, yaşamın, bir cehennem yaşamı olduğunu söylemek tazla abartma olmaz."[126]

Ayrıca Londra'da işçi sınıfının daha hali-vakti yerinde kesimi ile küçük esnaf ve aşağı orta-sınıfın diğer bölümleri, kentteki "gelişmeler", yani eski sokaklarla evlerin yıkılması, metropoldeki fabrikalar ile buralara insan akınının çoğalması ve ensonu, ev kiralarının toprak rantı ile yükselmesi oranında, bu berbat barınma koşullarının içine düşmektedirler. "Kiralar o derece ağırlaştı ki, bir odadan fazlasına ancak birkaç emekçinin gücü yetmektedir."[127] Londra'da, işin içine "middlemen"in [Komisyoncu, simsar. -ç.] girmediği ev mülkiyeti yok gibidir. Londra'da arsa fiyatı, yıllık gelirine göre daima çok yüksek olduğu için, her alıcı, arsasını, ya jürinin koyacağı (yeminli jüri üyelerinin belirleyeceği kamulaştınma değeri) fiyat üzerinden tekrar elden çıkartarak spekülasyon (sayfa 676) yoluna gider, ya da çevrede kurulian büyük bir tesis nedeniyle ortaya çıkan olağanüstü değer artışını cebe indirir. Bunun sonucu olarak süresi dolan kira sözleşmelerinin alım-satımı normal ticaret halini almıştır. "Bu işi kendilerine meslek edinmiş bayların yaptıkları tek şey, evde oturdukları sürece kiracılardan çok şey koparmak ve daha sonrakilere elden geldiğinde, az şey bırakmaktır."[128]

Kiralar haftalık, olduğu için, bu baylar hiç bir kayba uğramazlar. Kentte demiryolu yapımı sonucu, "Londra'nın doğusunda birkaç ailenin, bir cumartesi gecesi, sırtlarına üç-beş parça dünya malını vurarak, işevlerinin yolunu tuttukları, son günlerde görülen manzaralar arasındadır."[129] İşevleri zaten ağzına kadar doludur ve Parlamentonun onayladığı "imar hareketi" daha yeni başlamıştır. Eski evleri yıkılarak sokağa atılan emekçiler, eski mahallelerinin yöresinden ayrılamazlar ya da ona yakın bir yerde yerleşirler. "Doğal olarak işyerlerine elden geldiğince yakın bir yerde kalmaya çalışırlar. Bura halkı, aynı ya da bitişik mahalleden öteye gitmek istemez, iki oda yerine tek bir odaya dolmuşlardır. ... Evlerini kaybedenlerden kirayı peşin ödeyenler bile, eski zavallı barınaklarını aratacak bir yeri ancak bulabilirler. ... Strand'daki işçilerin yarısı... işlerine gitmek için iki mil yol yürürler."[130] Ana caddesi, Londra'nin serveti konusunda yabancıya çarpıcı bir fikir veren bu aynı Strand, bu kentte insanların nasıl balık istifi yaşadıkları konusunda da örnek olabilir. Mahallelerinin birinde, sağlık memuru, acre başına 581 kişi düştüğünü hesaplamıştır; oysa Thames nehrinin yarısı da bu hesaba dahildi. Londra'da alınan her türlü sağlık önlemleri sonucu, oturulamaz evlerin yıkılması, emekçileri bir mahalleden diğerine göç etmek zorunda bırakarak, daha içiçe yaşamaya zorlamaktan başka bir işe yaramamıştır. Dr. Hunter, "Ya bütün bu işlere saçma oldukları için bir son vermek gerekir" diyor, "ya da, ellerinde birikmiş paraları olmadığı için başlarını sokacak bir yer sağlayamadıkları halde her hafta ev sahiplerine tıkır tıkır kira ödeyenlere konut sağlanması için, bugün artık kuşkusuz ulusal bir borç halini alan bu sorunun çözümlenmesi konusunda kamuoyu (!) etkin bir şekilde uyandırılmalıdır."[131] Şu kapitalist (sayfa 677) adalete nasıl hayran olunmaz! Arsa ve ev sahipleriyle işadamları, demiryolu yapımı ya da caddelerin genişletilmesi gibi "improvements"[Geliştirmeler. -ç] nedeniyle malları kamulaştırıldığı zaman bunun tam bedelini almakla kalmazlar. Hem insanal ve hem de tanrısal adalet gereğince, bunlara, ayrıca, bu zorunlu "perhiz"lerini ödüllendirmek için dolgunca bir kâr da verilmesi gerekir. Karısıyla, çocuğuyla, eşyasıyla sokağa atılan emekçi — eğer kentin, belediye kurallarının sıkı sıkıya uygulandığı bölgelerine kalabalık bir halde giderse, sağlık gerekleri adına kovuşturmaya da uğrar!

  1. yüzyılın başında İngfltere'de, Londra dışında, nüfusu 100.000'i aşan kent yoktu. Ancak beş kentin nüfusu 50.000'in üzerindeydi. Şimdi ise, nüfusu 50.000'in üzerinde 28 kent var. "Bu değişiklik, yalnız kentli sınıfın büyük ölçüde artması sonucu olmamış, eski sıkışık düzendeki küçük kentler, şimdi dörtbir yanı sarılı, açık hava nedir bilmeyen merkezler halini almış ve bu durumları ile artık zenginlerin gözlerinden düşmüşler ve bunlar, daha güzel dış mahallelere taşınmışlardır. Bu zenginlerin yerine gelenler, aile başına bir oda olmak üzere büyük binaları doldurmakta [... ve hatta bu arada bir-iki kiracıya bile yer bulmakta ...] ve böylece, bunların gereksinmeleri ve durumları gözönünde bulundurulmadan yapılan bu evler, büyükler için yozlaştırıcı, çocuklar için tamamen yıkıcı birer ortam olmaktadır."[132] Bir sanayi ya da ticaret merkezi olan kentte sermaye ne denli hızla birikir, buralara, sömürülebilir insan malzemesinin akışı ne denli hızlı olursa, işçilerin sığınmak zorunda oldukları konutlar da o derece sefil ve perişan olur.

    Newcastle-on-Tyne, üretimi gitgide artan bir kömür ve demir bölgesinin merkeziolarak, barınma sorununun cehennemi andırması yönünden Londra'dan sonra ikinci yeri alır. Burada, 34.000'den fazla insan tek bir odada oturur. Toplum için oluşturdukları mutlak tehlike nedeniyle, son zamanlarda pek çok ev, Newcastle ve Gateshead yetkililerince yıktırılmıştır. Yeni evlerin yapımı ağır, oysa iş hızla ilerlemekte. Bu yüzden kent, 1865 yılında ağız ağıza dolmuştu. Kiralık oda bulmak bir sorun. Newcastle Ateşli Hastalıklar Hastanesinden Dr. Embleton şöyle diyor: "Tifüsün sürüp gitmesinin ve yayılmasının en büyük nedeni, (sayfa 678) kuşkusuz, insanların üstüste yaşamaları ve oturdukları konutların pisliğidir. Çoğu durumlarda emekçilerin oturdukları odalar, çıkmaz sokaklar ya da avlular içinde dörtbir yanı kapalı yerlerdir; genişlik, aydınlık, hava ve temizlik yönünden tam bir yetersizlik ve sağlığa aykırılık örnekleri oldukları gibi, uygar toplum için yüzkarasıdır; geceleri, kadın, erkek, çocuk birarada içiçe yatarlar; erkeklerin gece vardiyaları gündüzü, gündüz vardiyaları da geceyi izledikleri için, yatakların havalanıp soğuyacak zamanları bile kalmaz; evlerde su durumu kötü olduğu gibi, hela durumu daha da kötüdür; her taraf pislik, havasızlık içinde birer mikrop yuvasıdır."[133] Bu gibi yerlerin haftalık kiraları 8 peni ile 3 şilin arasında değişir. "Newcastle-on-Tyne kenti" diyor Dr. Hunter, "ev ve sokak gibi dış koşullarla çoğu zaman neredeyse yabanıl bir yozlaşmanın çukurund yuvarlanmış köylülerimizin en güzel soylarının örneklerini verir."[134]

    Sermaye ile emeğin iniş-çıkışlarına göre, sanayi kentlerindeki konutların durumu, bugün dayanılabilir, yarın ise tamamen korkunç bir durum alabilir. Ya da kent yönetimi, bu berbat yerlerin ortadan kaldırılması için ensonu bir karara varır. Ertesi gün, perişan İrlandalılar ile zavallı İngiliz tarım emekçileri, çekirge sürüleri gibi ortalığa yayılırlar. Bunlar, bodrumlara, tavan aralarına tıkılırlar ya da o zamana kadar oldukça iyi durumdaki işçi evleri, Otuz Yıl Savaşındaki asker çadırları gibi, personelin biri gidip diğeri gelen pansiyonlara dönerler. Örnek: Bradford (Yorkshire). Buralardaki kalın kafalı belediyeciler, kentin imarına dalıp gitmişlerdi. Ayrıca, 1861 yılında, Bradford'da, hâlâ 1.751 boş ev vardı. Ardından işler birden canlandı ve zenci dostu, ılımlı liberal Mr. Forster geçenlerde tatlı tatlı laflar etmeye başladı. İşlerin canlanmasıyla birlikte, doğal olarak durmadan kaynaşan bir "yedek ordu" ya da "nispi artı-nüfus" akımı dalga dalga ortalığı kapladı. Dr. Hunter'ın, bir sigorta şirketi temsilcisinden aldığı listede,[135] çoğu iyi ücret alan emekçilerin, korkunç durumdaki bodrumlarla odalarda oturdukları görülüyordu. Bunlar, eğer bulsalar, daha iyi yerlere daha yüksek kira ödeyebileceklerini söylüyorlardı. Bu arada, bir yandan, emekçiler gitgide kötü duruma düşer ve hastalanırken Parlamento üyesi ılımlı liberal Forster de serbest ticaretin sağladığı yararlar ve yünlü kumaş tüccarı (sayfa 679) Bradfodlu seçkin kimselerin kârları üzerine gözyaşartıcı sözler ediyordu. Bradford'da yoksul yasasının uygulanmasıyla görevli doktorlardan Dr. Bell, 5 Eylül 1865 tarihli raporunda, bölgesindeki ateşli hastalıklardan ileri gelen korkunç ölüm oranının nedeni olarak, emekçilerin oturdukları yerleri gösteriyordu. "1.500 foot küplük küçük bir bodrumda on kişi oturuyor. ... Vincent Street, Green Air Blace ve Leys'teki 223 evde 1.450 kişi oturuyor ve ancak 435 yatak ve 36 hela var. ... Yataklarda —her türlü pis paçavra yığını ya da talaş dolu torba bunun kapsamına girer— ortalama 3,3 kişi yatıyor, çoğuna ise 5-6 kişi düşüyor; bazı insanların ise hiç yatağı bulunmadığını söylediler, bunlar elbiseleriyle tahtaların üzerinde yatıyorlar; genç erkeklerle kadınlar, evlilerle bekarlar hep birarada. Bunların, karanlık, nemli, pis, berbat kokulu, insan oturmasına hiç de uygun olmayan yerler olduğunu sözlerime eklememe gerek yoktur. Hastalık ve ölüm, bu yerlerden, toplumun ortasında çıbanbaşı olmasına gözyumanların (sayfa 680) yaşadıkları daha iyi durumdaki yerlere doğru yayılmaktadır."[136]

    Bristol, evlerin sefaleti yönünden, Londra'dan sonra üçüncü yeri alır. "Bu Avrupa'nın en zengin kentinde, kopkoyu bir yoksulluk ve sefalet kolgezer."[137]

(c) Göçebe Nüfus

Şimdi de, kökeni tarımsal, ama uğraşı büyük ölçüde sanayi olan bir halk sınıfını ele alacağız. Bunlar, gereksinmeye göre bazan şu, bazan da bu noktaya sürülen, sermayenin hafif piyadeleridir. Bunlar yürüyüş halinde olmadıkları zaman "konaklarlar". Göçebe emek, çeşitli inşaat, kanalizasyon, tuğlacılık, kireççilik, demiryolu yapımı vb. gibi işlerde kullanılır. Bu uçan salgın hastalıklar kolu, her kamp kurduğu yöreye, çiçek, tifo, tifüs, kolera, kızıl vb. gibi hastalıkları yayarlar.[138] Demiryolu döşenmesi gibi büyük sermaye yatırımını gerektiren işlerde, müteahhit çoğu zaman ordusuna tahta baraka ve benzeri korunma.yerleri sağlar ve buralar, her türlü sağlık koşullarından yoksun, yerel yönetimin denetimi dışında uydurma birer köy halini aldığı gibi, müteahhite, emekçiyi, hem sanayi ordusu ve hem de kiracı olarak iki yandan sömürme olanağını verir. Barakanın, 1, 2, 3 oyuklu olmasına göre, içinde oturan demiryolu işçisi ya da her ne ise, haftada, 1, 3 ya da 4 şilin ödemek zorundadır.[139] Bu konuda bir örnek yetecektir. Dr. Simon'in bildirdiğine göre, Sevenoaks bölgesi Hastalıklarla Savaşım Komitesi başkanı, İçişleri Bakanı Sir George Vrey'e 1864 Eylülünde şu şikayette bulunmuştu. — "Oniki ay öncesine kadar bu bölgede çiçek hastalığı pek az duyulan bir olaydı. Bu süreden kısa zaman önce, Lewisham'dan Tunbridge'e demiryolu yapımı başladı; bellibaşlı işlerin bu kentin hemen çevresinde yapılmasının yanısıra, yapılan bütün işlere ait bir de depo kuruldu ve burada çok sayıda insan çalışmaya başladı. Çevredeki kulübeler bu çalışanların hepsini barındırmaya yetmediği için, yol boyunca müteahhit Bay Jay tarafından birkaç yerde kulübeler yaptırıldı. Bu kulübelerde, ne havalandırma, ne de lağım vardır ve ayrıca, bunların herbiri (sayfa 681) ancak iki odalı olduğu halde, burayı tutanlar, ailesi kaç kişi olursa olsun, başka işçileri de kiracı olarak almak zorunda bulundukları için, buraların hepsi de, tıklım tıklım doludur. Aldığımız raporlara göre, bunun sonucu, geceleri, bu zavallı insanlar, pencerelerinin hemen altındaki pis ve durgun sularla helalardan çıkan berbat kokulardan boğulmamak için korkunç ıstıraplara katlanıyorlardı. Ensonu, bu barakalara sık sık giden bir sağlık memuru Hastalıklarla Savaşım Komitesine şikayette bulunarak buralardaki barınma koşullarını sert bir dille eleştirdi ve gerekli bazı sağlık önlemleri alınmadığı takdirde, çok ciddi sonuçlarla yüzyüze gelinebileceğini ifade etti. Bir yıl kadar önce Bay Jay, bulaşıcı hastalıklara tutulanların hemen yatırılabilecekleri bir baraka ayırmaya söz verdi. Bu sözünü 23 Temmuzda yineledi, ama bu tarihten beri birçok çiçek hastalığı görüldüğü ve aynı hastalıktan iki kişi öldüğü halde, bu sözünü yerine getirecek hiç bir şey yapmadı. 9 Eylül tarihinde operatör Bay Kelson, bana, aynı barakalarda daha başka çiçek hastalıkları olduğunu bildirdi ve buralardaki durumun çok yüzkızartıcı olduğunu söyledi. Şurasını da sizin [İçişleri Bakanının] bilgilerinize sunmak isterim ki, bölgemizde, bulaşıcı hastalıklara yakalananlar için "Salgın Hastalıklar Koğuşu" adı verilen bir tecrit evi vardır, ama burası, aylardır bu gibi hastalıkları çekenlerle doludur; tek bir ailede beş çocuk çiçekten ve hummadan öldü; bu yılın 1 Nisanı ile 1 Eylülü arasındaki beş ayda, bölgede çiçekten ölenlerin sayısı en az on kişi; bunların dört tanesi sözü edilen kulübelerden; ailelerin çoğu, bu gibi şeyleri sır gibi gizledikleri için, bu hastalığa tutulanların asıl sayılarını bilme olanağı yoktur."[140]

Kömür ve diğer madenlerde çalışan emekçiler, İngiliz proletaryasının en iyi ücret alan kategorisine girerler. Onların ücretlerini satınaldıkları fiyatlar daha önceki bir sayfada gösterilmişti.[141] Ben, burada, yalnızca bunların barınma koşullarına kısaca (sayfa 682) bir gözatacağım. Kural olarak, bir maden işleticisi, o madenin sahibi olsun, kiracısı olsun, işçileri için bir miktar kulübe yaptırır. İşçiler bu kulübelerde yaktıkları kömüre "para ödemezler" — yani bunlar, ücretlerinin aynî ödenen kısmını oluşturur. Buralarda oturmayan işçiler, buna karşılık, yılda 4 sterlin alırlar. Maden bölgeleri, maden çevresinde toplanan madenciler, zanaatçılar, küçük esnaf vb. olmak üzere, geniş bir nüfusu hızla kendisine çeker. Nüfusun yoğun olduğu bütün yerlerde olduğu gibi toprak rantı çok yüksektir. Bu yüzden patronlar, ocağın ağzından elden geldiğince dar bir yere, işçilerle ailelerinin sığışabilecekleri sayıda kulübe kurmaya gayret eder. Çevrede yeni bir maden açılması ya da eski bir madenin yeniden işletilmesi halinde bu sıkışıklık daha da artar. Kulübelerin yapımında önemle gözönünde bulundurulan tek nokta, büsbütün kaçınılması olanaksız masraflar konusunda kapitalistin elden geldiğince "perhiz" yapmasıdır. "Northumberland ve Durham madenlerinde çalışan madencilerle diğer emekçilerin oturdukları yerler genellikle" diyor Dr. Julian Hunter, "Monmouthshire'in benzer mahalleleri dışta tutulursa, belki de İngiltere'de bu tür evler içersinde en berbatı ve pahalı olanlarıdır. ... En kötü yanları, tek bir odaya sığınan insanların çok kalabalık olması, avuç içi kadar yere bir yığın evin içiçe yapılması, su kıtlığı, hela yokluğu, birbiri üzerine durmadan ev yapılması, ya da evlerin sık sık bölünmesidir. ... Maden sahibi ya da işleticisi, sanki bu kiracılar burada oturan insanlar değil de, yalnızca burada konaklayan kimselermiş gibi davranırlar."[142]

"Aldığım talimata göre" diyor Dr. Stevens, "Durham Union'daki büyük maden köylerinin çoğunu dolaştım. ... Birkaçı dışın da, burada oturanların sağlık durumlarının korunması için hiç bir önlem alınmadığını söylemek doğru ve yerinde olur. ... Bütün madenciler, ocağı işletene ya da maden sahibine oniki ay süreyle bağlanmış" (bu, "bağlanmış" sözü, tıpkı "köle" sözü gibi ta kölelik çağından kalmıştır) "durumdadırlar. ... Eğer madenciler hoşnutsuzluk gösterir ya da 'gözcü'nün herhangi bir şekilde canını sıkacak olursa, listedeki adları karşısına bir işaret konur ve yıllık 'bağlanmada' bu gibilerine derhal yol verilir. ... Bana kalırsa, aynî ödeme sisteminin hiç bir şekli, bu yoğun nüfuslu bölgelerdeki kadar berbat bir durum alamaz. Madenci, ücretinin bir kısmını, (sayfa 683) pislik ortasındaki bir evin kirası karşılığı almış durumdadır; işçi burada çaresizlik içersindedir ve malsahibinden başka, çevrede ona elini uzatacak kimse yoktur" (yani sözcüğün tam anlamıyla serf durumundadır); "malsahibi önce bilançosuna bir gözatar ve sonuç, aşağı yukarı bellidir. Suyu da çoğu zaman malsahibi sağlar, iyi de olsa, kötü de olsa parasını ödemek zorundadır, daha olmazsa ücretinden kesilir."[143]

Sermaye, "kamuoyuna" ve hatta sağlık yetkililerinin düşüncelerine aykırı olarak, işçinin hem çalışma ve hem de yaşamını attığı kısmen tehlikeli, kısmen alçaltıcı koşulları, kâr sağlamak için zorunlu oldukları gerekçesiyle "haklı göstermekte" büyük güçlük çekmemektedir. Sermaye, fabrikalarda tehlikeli makinelere karşı koruyucu önlem alma, madenlerde havalandırma ve. güvenlik araçları bulundurma vb. konularında "perhiz" yaptığı zaman da, gene aynı şey olur. Burada, madencilerin barındırılması konusunda da aynı şey sözkonusudur. Araştırma kurulu hekimi Dr. Simon, resmi raporunda şöyle diyor: "Bu sefil barınma koşullarını mazur göstermek için, ... madenlerin genellikle kira usulüyle işletildiği öne sürülüyor; kiracının işletme süresinin (bu süre maden ocaklarında genellikle 21 yıldır), işletmenin, emekçileriyle bu işyerinde çalışan diğer zanaatçıların barınmaları için elverişli daha iyi konutlar yapmaya değmeyecek kadar kısa olduğu bahanesi ortaya atılıyor; eğer işletmeci, bu konuda, daha liberal davranmak eğiliminde olsa bile, bu eğilim, toprak sahibinin yerraltı alemi sakinlerinin, yeryüzünde doğru dürüst köylerde yaşama ayrıcalığı için toprak kirası isteyeceği aşırı fiyat yüzünden engellenmiş olur; bu engelleyici fiyat, ayrıca, düpedüz bir engelleme olmasa bile, böyle bir köy kurmak isteyen başkalarını da caydırmış olur. Yukarda öne sürülen bahanelerin geçerliliği konusunda tartışmaya girişmek, bu raporun amacına yabancı düşecektir. Ayrıca, oturulabilecek gibi konutlar yapılmış olsa bile, bunun bedelinin, eninde sonunda, malsahibine mi, kiracıya mı, yoksa emekçiye, ya da halka mı yükleneceği sorusunu da burada ele almaya gerek yoktur. Ama, [Dr. Hunter'ın, Dr. Stevens'ın vb.] ilişik raporlarında sözü edilen utanç verici durumlar karşısında, buna bir çare bulmak zorunludur. ... Mülkiyet hakkı böylece kamuya zarar verecek şekilde kullanılmış oluyor. Toprak sahibi, madenin (sayfa 684) de maliki olarak, bir sanayi topluluğunu kendi topraklarında çalışmaya çağırıyor ve ardından da, toprağın mülkiyetine sahip kimse olarak, topladığı emekçilerin içglerinde yaşayacakları doğru dürüst konut bulmalarını olanaksız hale getiriyor. Madeni kiralayan [kapitalist işletmeci] adamın, bu ikili pazarlığa karşı koymasını gerektirecek herhangi bir kazancı yoktur; çünkü malsahibinin talepleri aşırı olsa bile, bunun sonuçlarına, kendisinin değil, emekçilerinin katlanmak zorunda kalacaklarını çok iyi bilir; ayrıca bu emekçilerin ne sağlık konusundaki haklarını, ne oturdukları konutların berbatlığını, ne de içtikleri suyun pisliğini bilecek kadar eğitim görmediklerini, bütün bunların, emekçileri, bir 'greve' götürecek nedenler olamayacağını da gene pekâlâ tahmin eder."[144]

(d) Bunalımların İşçi Sınıfının En İyi Ücret Alan Kesimi Üzerindeki Etkisi

Gerçek tarım emekçilerine geçmeden önce, sınai kargaşalıkların, işçi sınıfının en iyi ücret alan kısmını, aristokrasisini bile nasıl etkilediğini bir örnekle göstermek istiyorum. Anımsanacağı gibi 1857 yılı, dönemsel sınai çevrimlerin son bulduğu büyük bunalımlardan bir tanesinin patlak verdiği yıldı. Bunu izleyen bunalım, 1866 yılına raslıyordu. Çok miktarda sermayenin kendi yatırım alanından, para piyasasının büyük merkezlerine kaymasına yolaçan pamuk kıtlığı nedeniyle, bunalım, bu kez, özellikle mali bir niteliğe bürünmüştü. O koskocaman Londra Bankasının iflası ve hemen ardından bir yığın düzenbaz şirketin çöküşü, 1866 yılında bunalım patlamasının işareti oldu. Darbeyi yiyen Londra'daki büyük sanayi kollarından birisi de, saç gemi yapımı idi. Bu alandaki büyük işadamları, satışların iyi olduğu sırada ölçüsüz aşırı üretim yapmakla kalmayıp, kredi akımının devamlı olacağı düşüncesiyle, büyük sözleşmeler de yapmışlardı. Oysa şimdi korkunç bir tepki doğmuştu ve bu, şu anda bile (Mart 1867 sonu) bu kolda ve Londra'daki diğer sanayi kollarında devam ediyordu.[145] (sayfa 685) Emekçilerin durumunu göstermek için, 1866 yılı sonu ile 1867 yılı başında, bellibaşlı felaket bölgelerini dolaşan Morning Star muhabirinin ayrıntılı haberinden şu kısmı alıyorum: "Londra'nın doğu yakasında Poplar, Milwall, Greenwich, Deptford, Limehouse ve Canning Town bölgelerinde, en az 15.000 işçi ile aileleri tam bir felaket ve yoksulluk içersindeler. (Altı ayı geçen bir işsizlik ve çaresizlik döneminden sonra) 3.000 kalifiye makine işçisi işevinde taş kırıyor. ... Aç insanların meydana getirdiği kalabalığı yarıp işevinin kapısına güçlükle ulaştım. ... Bunlar karnelerini bekliyorlardı, ama dağıtım henüz başlamamıştı. Avlu, çevresi sundurmalarla çevrili kare şeklinde büyük bir meydandı, ortaya öbek öbek kar yığılmıştı. Orta yerde, gene, koyun ağılları gibi hasırla çevrilmiş küçük bölmeler vardı, iyi havalarda insanlar burada çalışıyorlardı. Ama benim gittiğim gün buralarda o kadar çok kar vardı ki, kimse yere oturup çalışamazdı. Gene de bazıları sundurmanın altında kaldırım taşı yontmakla uğraşıyorlardı. Hepsi büyük birer taşın üzerine oturmuş, ellerindeki kocaman çekiçlerle, buz kaplı kayaları yontuyor ve 5 kilelik iş çıkardıktan sonra günlük işlerini bitirmiş oluyorlardı. ... Hakettiği yevmiye, 3 peni ile bir de yiyecek karnesiydi. Avlunun bir yanında, üzeri tahta küçük bir baraka vardı. Kapısını açtık, içersi, ısınmak için birbirine sokulmuş insanlarla doluydu. Önlerindeki üstüpüyü didikliyorlardı ve belli miktarda bir yiyecekle kimin daha uzun süre çalışabileceğini tartışıyorlardı: onlar için işe dayanıklılık bir onur sorunuydu. Bu tek bir işevindeki ... yedi bin kişi ... aldıkları yardımla yaşıyorlardı ... ve bunların yüzlercesi ... altı-sekiz ay öncesine kadar bir zanaatçıya ödenen en yüksek ücreti alıyorlardı. ... Tasarruf ettikleri bir miktar parayı bitirdikleri halde, hâlâ rehine verecek bir şeyleri olduğu için yardım almak üzere kiliseye henüz başvurmamış olanlar da hesaba katılırsa, bunların sayıları iki katına çıkabilir. İşevinden ayrılınca, Poplar çevresinde pek çok görülen tek katlı küçük evlerin çevrelediği sokaklarda yürüdüm. Bana kılavuzluk eden, işsizler komitesi üyelerinden birisiydi. ... İlk ziyaretimizi yirmiyedi haftadır işsiz olan bir demir işçisine yaptık. Ailesiyle birlikte küçük bir arka odada oturuyordu. Odada az da olsa eşya (sayfa 686) vardı ve ocak da hafiften yanıyordu. Çok soğuk bir gün olduğundan, bu, küçük çocukların çıplak ayaklarının donmaması için gerekliydi. Ocağın önündeki tepside üstüpü vardı; çocuklar ile anneleri yardım alabilmek için bunu didikliyorlardı. Adam, işevindeki taşı yontma yerinde biraz yiecekle üç peni gündelik almak için çalışıyordu. Yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle, bize, öğle yemeğine geldiğini, karnının zil çaldığını söyledi; önündeki yemek, üzerine domuz yağı sürülmüş birkaç dilim ekmek ve bir bardak sütsüz çaydı. ... Çaldığımız ikinci kapıyı orta yaşlı bir kadın açtı, tek sözcük söylemeden bizi arka yandaki küçük bir oturma odasına götürdü. Bütün aile, burada, gözleri, sönmekte olan ateşe dikili, sessizce oturuyordu. Bu insanlarla küçük odalarını öylesine bir yalnızlık ve umutsuzluk havası doldurmuştu ki, böyle bir şeye bir daha tanık olmak istemem. Kadın, oğullarını göstererek, "Yirmialtı haftadır, dedi, hiç bir iş yaptıkları yok bayım. Bütün paramız bitti; ilk zamanlarda babayla benim bir yana koyduğumuz.yirmi sterlinin hepsi. Çalışamayacağımız günleri atlatır diye biriktirdiğimiz bu para da işte tükendi." Bir banka defteri getirerek, hırsla, "Şuna bakın!" dedi; yatırılan ve çekilen paralar dikkatle birer birer yazılıydı; ilk beş şilinlik yatırımla bu küçük servetin nasıl başladığını, ufak ufak artışlarla yirmi sterline nasıl çıktığını ve bunun ardından sterlinlerin yavaş yavaş eriyerek tekrar şilinlere dönüştüğünü, en son çekilen parayla da defterin nasıl boş bir kağıt parçası gibi değersiz hale geldiğini gördük. Bu aile, işevinden yardım alıyor ve bu da ancak günde bir-iki lokmalık öğüne yetiyordu. ... Daha sonra, kocası gene işevinde çalışan bir demir işçisinin karısını ziyaret ettik. Besinsizlikten hastalanmış, üstündeki giyeceğiyle bir şilteye uzanmıştı; yatak-yorgan gibi şeylerin hepsi rehine verildiği için üzerine bir kilim parçası örtmüştü. İki perişan çocuk güya analarına bakıyorlardı, oysa onların da en az anaları kadar bakıma gereksinmeleri olduğu besbelliydi. Ondokuz haftalık zorunlu işsizlik, onları bu duruma düşürmüştü: geçmiş acı günleri anlatırken inleyen ana, geleceğe bağladığı bütün umutlarını yitirmiş gibiydi. ... Dışarı çıkınca genç bir çocuk arkamızdan koştu, evine girmemizi ve eğer mümkünse kendisine yardım etmemizi rica etti. İçerde genç bir kadın, iki güzel çocuk, bir deste rehin makbuzu ve bomboş bir odaydı bize gösterdiği. ..."

1866 bunalımı sonrası acıları konusundaki aşağıdaki parçayı bir tori gazetesinden alıyorum. Şurası unutulmamalı ki, burada (sayfa 687) ele aldığımız Londra'nın doğu yakası, yalnızca yukarda sözü edilen saç gemi yapımı merkezi değil, aynı zamanda, daima düşük ücretli olan sözde "ev sanayii"nin de merkezidir. "Başkentin bir kesiminde dün korkunç bir görünüm vardı. Doğu yakasındaki binlerce işsiz, ellerinde kara bayraklarla en masse [yığın halinde. -ç.] geçit yapmadılar, ama insan seli gene de çok etkiliydi. Bu insanların acılarının ne olduğunu bilelim. Bunlar açlıktan ölüyorlar. Yalın ve müthiş gerçek işte bu. Tam 40.000 insan bu durumda. ... Bu şahane sanayi merkezinin bir mahallesinde —dünyanın şimdiye kadar gördüğü bu muazzam servet birikiminin hemen yanıbaşında— 40.000 çaresiz insan açlıktan ölümle yüzyüze. Bu binlerce insan şimdi diğer mahallelere yayılıyor; yarı-açlıktan sefaletlerini kulaklarımıza ve gökyüzüne haykırıyorlar; sefalet içersindeki yuvalarından bize, iş bulamadıklarını ve dilenmelerinin de yararsız olduğunu söylüyorlar. Buralarda oturan vergi yükümlülerinin kendileri de, kilisenin yüklediği yardım zorunluluğu karşısında sefalet uçurumunun kenarına gelmiş durumdalar." (Standard, 5 Nisan 1867.)

İngiliz kapitalistleri arasında Belçika'yı, ne işçi sendikalarının, ne de fabrika yasalarının zorbaca önlemleri ile sınırlandırılmayan "çalışma özgürlügü" ya da aynı şey olan "sermaye özgürlüğü"nün cenneti diye örnek vermek adet haline geldiği için, burada Belçikalı emekçilerin "mutluluğu" üzerine de bir-iki söz söylemek yerinde olacaktır. Bu mutluluğun sınırlarını herhalde Belçika cezaevleri ve hayır kurumları genel denetmeni ve Belçika Merkez İstatistik Komisyonu üyesi M. Ducpétiaux'dan daha iyi kimse bilemez. Bay Ducpétiaux'nun, Budgets économiques des classes ouvriéres en Belgique, Bruxelles 1855, adlı yapıtını alalım. Burada, biz, diğer şeyler yanında, yıllık geliri ile harcamaları çok kesin verilere dayanılarak hesaplanan ve beslenme koşulları, askerlerle, denizcilerle ve tutuklularla karşılaştırılan normal bir Belçikalı emekçi ailesini görüyoruz. Aile, "baba, ana ve dört çocuktan oluşuyor". Bu altı kişiden, "dördü, bütün yıl boyunca yararlı bir şekilde çalıştırılabilir" durumda. "Bunlar arasında ne hasta, ne de çalışamayacak durumda kimse bulumnadığı, ufak bir kilise aidati dışında, dinsel, manevi ve zihinsel amaçlar için bir harcama sözkonusu olmadığı gibi, banka tasarrufu ya da (sayfa 688) kâr getiren şirketlere para yatırılmadığı, lüks ve benzeri şeyler için para harcanmadığı" varsayılıyor. Bununla birlikte, baba ile en büyük oğul, "tütün kullanmayı" ve pazar günleri "cabaret'ye gitmeyi" adet edinmişler ve bu iş için haftada 86 santim harcıyorlar. "Çeşitli işlerde emekçilere verilen genel ücretlere göre erkeklere verilen en yüksek ortalama günlük ücret 1 frank 56 santim, kadınlara 89 santim, erkek çocuklara 56 santim ve kız çocuklara 55 santimdir. Bu hesaba göre ailenin toplam yıllık geliri en fazla 1.068 frank olabilir. ... Bu örnek ailede, biz, olası bütün gelir kaynaklarını hesaba kattık. Ama, ailede anneye ücret ödenmediğini varsaymakla, ev işini kimin yapacağı sorunu ortaya çıkar. Ev içindeki işleri kim yürütecek? Küçük çocuklara kim bakacak? Yemeği kim pişirecek, bulaşığı ve çamaşırı kim yıkayacak, sökükleri kim dikecek? Emekçilerin devamlı karşılaştıkları ikilem bunlar."

Buna göre ailenin bütçesi şöyle: Emekci, eğer aşağıdaki kimseler gibi beslenmiş olsaydı, ailenin yıllık gideri şu açığı verirdi: "Görüyoruz ki, emekçi ailelerinin çoğu, ortalama deniz ya da kara eri kadar değil, bir mahküm kadar bile beslenememektedir. 1847-1849 döneminde, çeşitli hapisanelerdeki bir mahkümun genel ortalama masrafı, 63 santim idi. Bu rakam, bir emekçinin günlük masrafı ile karşılaştırılırsa, 13 santimlik bir fark gösterir. Ayrıca şurasını da belirtmek gerekir ki, hapisanelerde, yönetim ve denetim ile ilgili giderler de hesaba katılmakla birlikte, buna karşın, mahkümlar, barınmaları için bir şey ödememektedirler; kantinlerden yaptıkları alıyverişler bu bakım giderlerine dahil edilmediği gibi, bu gibi yerlerde bulunan insan sayısının kabarık oluşu ile, tükettikleri yiyecek ve diğer şeylerin sözleşmelerle ya da toptan satınalınması sonucu giderler epeyce düşmektedir. (sayfa 689) ... Öyleyse bu durumda, çok sayıda emekçi ve hatta emekçilerin büyük çoğunluğu daha az giderle nasıl yaşayabiliyorlar? Bunu ... sırrını yalnız emekçilerin bildikleri bazı çarelere başvurarak beceriyorlar; örneğin, günlük yiyecek miktarını azaltıyorlar; buğday ekmeği yerine çavdar ekmeği yiyorlar; daha az et yiyorlar ya da hiç yemiyorlar, tereyağı ile baharatı da öyle; bütün ailenin üstüste oturduğu bir-iki odayla yetiniyorlar ve oğlanlarla kızlar yanyana ve çoğu zaman aynı hasırın üzerinde yatıyorlar; giyim, yıkanma ve öteki temizlik gereçlerinden kısıyorlar; pazar eğlencelerinden vazgeçiyorlar; yani kısacasi kendilerini en ıstıraplı yoksunluğa mahküm ediyorlar. Bu son sınıra dayandıktan sonra, yiyecek fiyatlarında ufak bir yükselme, işin durması, hastalık gibi nedenler, emekçinin çektiği sıkıntıyı artırıyor ve büsbütün mahvolmasına yolaçıyor; borçlar birikiyor, veresiye kesiliyor, en gerekli giyecekler ve eşyalar rehine veriliyor ve en sonunda aile, kendisini, yoksullar listesine kaydettiriyor."[145a] Gerçekten de, bu "kapitalist cennet"inde gerekli tüketim maddelerinin fiyatındaki en ufak bir değişmeyi, ölüm ve suç sayılarında bir değişme izliyor! (Bkz: Manifest der Maatschappij: De Vlamingen Vooruit! Brussel 1860, s. 15, 16.) Belçika'da toplam 930.000 aile var, resmi istatistiklere göre bunların 90.000'i servet sahibi, ve seçmen sayısı = 450.000; kentliler ile köylerdeki aşağı orta-sınıf 390.000 aile ve büyük kısmı devamlı proleterleşmekte ve bunlar = 1.950.000 kişi. Ve ensonu 450.000 işçi sınıfı ailesi = 2.250.000 kişi, içlerinde iyi durumda olanlar Ducpétiaux'nun anlattığı mutluluğu tadıyorlar. 450.000 işçi sınıfı ailesinden 200.000'i aşkını yoksullar listesinde.

(e) İngiliz Tarım Proletaryası

Kapitalist üretim ve birikimin uzlaşmaz karşıt niteliği hiç bir yerde, İngiliz tarımındaki (hayvancılık dahil) ilerleme ile İngiliz tarım emekçisinin durumundaki gerilemede olduğu kadar kendisini zalimce ortaya koyamaz. Bugünkü duruma dönmeden önce, geriye, hızla bir gözatacağım. İngiltere'de modern tarım, üretim tarzındaki değişikliğin başlangıç noktasını oluşturan toprak mülkiyetindeki devrim daha eski tarihlere gitmekle birlikte, 18. yüzyılın ortasında başlar. (sayfa 690)

Dikkatli bir gözlemci ama yüzeyde kalan bir düşünür olan Arthur Young'ın 1771 yıllarında tarım emekçisi ile ilgili olarak söylediklerine bakılırsa, bunları şimdi, "kent ve köydeki İngiliz emekçisinin altın çağı olan" 15. yüzyıl şöyle dursun "emekçilerin bolluk içinde yaşadıkları ve servet biriktirdikleri"[146] 14. yüzyıldaki emekçilere göre çok acınacak durumdadırlar. Ama, bu kadar gerilere gitmemize de gerek yok. 1777 yılında yayınlanan çok öğretici bir yapıtta şu satırları okuruz: "Yoksul emekçi hemen hemen yerlebir olurken, büyük çiftçi nerdeyse bir Gentleman [beyefendi, centilmen. -ç.] düzeyine yükseldi. Yalnızca kırk yıl öncekiyle bugünkü durum karşılaştırılınca, düştüğü zavallı durum apaçık ortaya çıkar. ... Toprakbeyleri ile kiracılar ... emekçiyi ... ezmek için hep elbirliği yaptılar."[147] Bunun ardından 1737 ile 1777 yılları arasında gerçek tarım emekçileri ücretinin, nerdeyse ¼, yani %25 düştüğü, ayrıntıları ile tanıtlanıyor. Dr. Richard Price da, "modern politika", diyor, "aslında yüksek sınıfların daha fazla yararınadır; zamanla vereceği sonuçlar, bütün krallığı yalnızca beyler ile dilenciler ya da efendiler ve kölelerden oluşur hale getirecektir".[148]

Gene de İngiliz tarım emekçilerinin durumu 1770 ile 1780 yılları arasında, yiyecek ve barınma bakımından olduğu kadar, kendine saygı ve eğlence vb. yönünden de, o zamandan beri, bir daha ulaşamadığı ideal olarak kalmıştır. Ortalama ücreti, 1770 ile 1771 yıllarında 90 pint [0.550 litre. -ç.] buğday, Eden zamaninda (1797), yalnızca 65 pint, 1808'de ise 60 pint olarak ifade ediliyordu.[149]

Toprak sahiplerinin, çiftçilerin, fabrikatörlerin, tüccarların, bankerlerin, borsa spekülatörlerinin, orduya mal satanların vb. (sayfa 691) büyük servetler edindikleri Jakobenlere-Karşı Savaşın sonunda tarım emekçilerinin durumu yukarda gösterildiği gibiydi. Nominal ücretler, kısmen banknotun değerini yitirmesi, kısmen de bundan bağımsız olarak temel geçim araçlarının fiyatlarındaki artış sonucu yükselmişti. Ama reel ücret değişmesi, burada gereksiz ayrıntılara girmeksizin basit bir şekilde gösterilebilir. Yoksul yasası ile uygulanışı, 1795 ile 1814'te aynıydı. Bu yasanın kırsal bölgelerde nasıl uygulandığı anımsanacaktır: nominal ücret ile emekçinin yaşayabilmesi için gerekli nominal miktar arasındaki farkı, oradaki yardım kurumları sadaka şeklinde tamamlıyordu. Çiftçinin ödediği ücret ile, yardım kurumlarının kapadıkları ücret açığı arasındaki oran, bize, iki şeyi göstermektedir. Önce, ücretlerin, asgari düzeyin altına düştüğünü; sonra, tarım emekçisinin ne oranda ücretli emekçi ve dilenci karışımı haline geldiğini, ya da kilise yardım kurulunun kölesi haline gelme derecesini. Diğer bütün kontluklardaki ortalama durumu temsil eden tek bir kontluğu ele alalım. 1795 yılında Northamptonshire'da ortalama haftalık ücret 7 şilin 6 peniydi; 6 kişilik bir ailenin toplam yıllık gideri ise 36 sterlin 12 şilin 5 peni; bunların toplam geliri 29 sterlin 18 şilin; yardım kurumunun kapadığı açık 6 sterlin 14 şilin 5 peni. 1814 yılında aynı kontlukta haftalık ücret 12 şilin 2 peni; 5 kişilik bir ailenin yıllık toplam gideri 54 sterlin 18 şilin 4 peni; ailenin toplam geliri 36 sterlin 2 şilin; yardım kurumunun kapadığı açık 18 sterlin 6 şilin 4 peni.[150] Kapatılan açık, 1895'te, ücretin 1/4'ten azı, 1814'te yarısından fazlasıydı. Bu koşullar altında, Eden'in hâlâ tarım emekçilerinin kulübelerinde bulduğu azıcık rahat ve huzur, 1814'te büsbütün yokolmuştu.[151] Çiftçinin elinde bütün hayvanlar içinde emekçi, bu instrumantum vocale,[konuşan alet. -ç.] artık, en çok ezilen, en kötü beslenen ve en çok zulüm göreniydi.

Aynı durum, "1830 Swing ayaklanmaları bize" (yani egemen sınıflara), "ateşe verilen harmanların ışığında, manüfaktür İngilteresinde olduğu kadar, tarım İngilteresinde de, sefalet ve isyan ettirici kapkara bir huzursuzluğun, için için kıvılcımlandığını gösterene kadar"[152] sessizce sürdü gitti. Bu sıralarda, Sadler, Avam Kamarasında, tarım emekçilerine "beyaz köleler" adını takmış, (sayfa 692) Lordlar Kamarasında bir piskopos aynı unvanı yinelemişti. O dönemin en dikkate değer iktisatçısı E. G. Wakefield şöyle diyor: "Güney İngiltere köylüsü ... ne özgür insandır, ne de köle; o, yalnızca dilencidir."[153]

Tahıl yasalarının yürürlükten kaldırılmasından önceki dönem, tarım emekçilerinin durumuna yeni bir ışık getirdi. Bir yandan, tahıl yasalarının gerçek hububat üreticilerini ne derece az koruduğunu tanıtlamak orta-sınıf çığırtkanlarının çıkarınaydı; öte yandan, toprak aristokrasisinin fabrika sistemini yermeleri, bu yozlaşmış, kalpsiz ve kibar serserilerin, fabrika işçilerinin ıstıraplarına karşı duydukları sözde anlayış ve gene bunların fabrika yasaları için gösterdikleri "diplomatik çaba", sanayi burjuvazisini öfkeden deliye döndürüyordu. Eski bir İngiliz atasözü, "hırsızlar birbirine düşünce, namuslular kazançlı çıkar" der. Gerçekten de, egemen sınıfın iki düşman kesimi arasında, emekçileri hangisinin daha utanmazca sömürdüğü konusundaki gürültülü ve ateşli kavga, doğruların ortaya çıkmasına yaradı. Shaftesbury kontu olan Lord Ashley, fabrika sistemine karşı girişilen kampanyanın aristokrat ve insancıl başkomutanıydı. Bu yüzden o, 1845'te Morning Chronicle'ın tarım emekçilerinin durumu ile ilgili açıklamalarında en gözde hedefti. Zamanın en liberal yayın organı olan bu gazete, tarım bölgelerine özel muhabirler gönderiyor ve bunlar, yalnız genel bilgiler ve istatistiklerle yetinmeyerek, hem konuştukları emekçi ailelerinin ve hem de bunların efendilerinin adlarını yayımlıyordu. Aşağıdaki liste, Blanford, Wimbourne ve Poole yöresinde üç köye ödenen ücretleri göstermektedir. Bu köyler Bay G. Bankes ile Shaftesbury kontunun malıdır. Görüleceği üzere, bu "aşağı kilise papası", ve İngiliz sofularının başı, tıpkı Bankes gibi, emekçilerin zaten pek zavallı olan ücretlerinin büyük bir kısmını ev kirası bahanesiyle cebe indirmektedir:

Tahıl yasalarının kaldırılması, İngiliz tarımı için olağanüstü bir dürtü oldu.[154] Büyük çapta boşaltma kanalları, hayvanları ahırda beslemek ve yapay otlaklar yetiştirmek için yeni yöntemler, mekanik gübreleme aygıtlarının kullanılması, killi toprağı işlemede yeni yollar, madeni gübrelerin daha fazla kullanılması, (sayfa 693) buharlı makinelerden ve her türlü yeni makinelerden yararlanma, genellikle daha yoğun bir tarım, bu devrin özelliğiydi. Krallık Tarımsal Kurumunun başkanı Bay Pusey, yeni makinelerin kullanılmasıyla, çiftlikte (nispi) giderlerin yarı yarıya azaldığını söylüyor. Öte yandan da, toprağın gerçek verimi hızla yükseldi. Acre başına daha fazla sermaye yatırımı ve dolayısıyla çiftliklerde daha fazla yoğunlaşma, yeni yöntemin temel koşullarıydı.[156] Aynı (sayfa 694) zamanda, işlenen toprağın alanı 1846-1856 arasında 464.119 acre arttı, ve doğu kontluklarında, tavşan yatağı ve cılız meralar halindeyken, mükemmel ekin tarlaları haline getirilen büyük alanları bu hesaba katmıyoruz. Bu arada, tarımda çalışan toplam emekçi sayısında bir düşme olduğunu daha önce görmüş bulunuyoruz. Her iki cinslyetten ve her yaştan fiili tarım emekçisi sayısı, 1851'de 1.241.396 iken, 1861'de, 1.163.217'ye düşmüştür.[157] Bu nedenle, İngiliz Genel Saymanı haklı olarak şöyle diyordu: "1801 yılından bu yana, çiftçi ve çiftlik emekçisi sayısındaki artış ... tarımsal ürünlerin artışıyla hiç bir orantı göstermemektedir";[158] bu oransızlık tarım nüfusundaki azalmanın, işlenen toprakların alanındaki artış, daha yoğun bir işleme yöntemi, toprağa ve toprağın işletilmesine yatırılan sermaye birikimindeki görülmemiş büyüme, toprak ürünlerinde İngiliz tarım tarihinde eşi görülmemiş yükselme, toprakbeylerine giden payların büyük miktarlara ulaşması ve kapitalist çiftçilerin genişleyen servetleriyle elele gittiği son dönemde, daha göze batar bir durum almıştı. Bütün bunların, pazarların, yani kentlerin sürekli ve hızlı gelişmesi, ve serbest ticaretin egemenliği ile birlikte olduğu dikkate alınırsa, tarım emekçisinin, ensonu, post tot discrimine rerum,[10] kendisini mutluluktan sarhoş edecek, secundum artem[11] ortamı içinde bulması gerekir.

Ne var ki, Profesör Rogers, İngiliz tarım emekçisinin yazgısının, 14. yüzyılın son yarısı ile 15. yüzyıldakiler şöyle dursun, 1770 ile 1780 yılları arasındakiler ile karşılaştırıldığında bile çok daha beter olduğu, "köylünün tekrar serf haline" ve hem de daha kötü beslenen ve giyinen bir serf haline geldiği sonucuna varmaktadır.[159] Tarım emekçilerinin konutları konusunda devir açan yapıtında Dr. Julian Hunter şöyle diyor: "Hind'in" (tarım emekçilerinin kölelik zamanından kalma adı) "masrafları, yaşayabileceği en düşük miktar olarak saptanır ... ücreti ve barınma giderleri, kendisinden sağlanan kâra göre hesaplanmaz. Çiftçilik hesaplarında emekçi sıfırdır.[160] ... Varolma" (geçim) "araçları (sayfa 695) daima değişmeyen bir miktar olarak düşünülür.[161] Gelirinde daha da fazla bir azalma için, nihil habeo, nihil curo[12*] diyebilir. Elinde ancak yaşayabilecek kadar yedek yiyeceği olduğu için, gelecekle ilgili kaygısı yoktur. Çiftçinin hesaplarına esas aldığı sıfır noktasına zaten ulaşmış durumdadır. Gelecekteki günler ne getirirse getirsin, ne bolluktan, ne de kıtlıktan payına düşecek bir şey yoktur."[162]

1863 yılında, sürgüne ve ağır hapis cezasına çarptırılmış suçluların beslenme ve çalışma koşulları konusunda resmi bir araştırma yapılmıştır. Sonuçlar iki kalın cilt Mavi kitapta yer aldı. Diğer şeyler yanında şöyle deniyordu: "İngiltere'de cezaevlerindeki mahkumların beslenme durumu ile işevlerindeki yoksullar ve aynı ülkedeki serbest emekçiler arasında yapılacak ayrıntılı bir karşılaştırma ... kuşkusuz, mahkumların diğer iki sınıftan daha iyi beslendiği sonucunu ortaya koyacaktır."[163] Oysa, "ağır hapse çarptırılmış herhangi bir mahkumdan istenen iş miktarı, gene sıradan bir gündelikçiden istenilen miktarın neredeyse yarısı kadardır."[164] Edinburgh cezaevi müdürü John Smith'in tanık olarak verdiği ifadeden birkaç ilginç nokta: n° 5056. "İngiliz cezaevlerindeki yiyecek durumu, İngiltere'deki sıradan emekçilerin yiyeceğinden daha iyidir." n° 50. "İskoçya'da sıradan tarım emekçisinin ... pek seyrek et yediği bir gerçektir." n° 3047. "Bu hükümlülerin, sıradan bir tarım emekçisinden çok daha iyi beslenmelerini gerektirecek bir neden var mıdır? — Kesinlikle yoktur." n° 3048. "Kamu işlerinde çalıştırılan hükümlülerin beslenme durumlarını, serbest emekçilerin beslenme durumlarına yaklaştırmak irin daha başka denemeler yapılması sizce gerekli midir?"[165] ... "O" (tarım emekçisi) "şöyle diyebilir: Çok çalışıyorum ama yeteri kadar yemek yiyemiyorum, oysa cezaevindeyken, daha fazle çalışmadığım halde daha fazla yerdim; böyle olunca benim için tekrar cezaevine girmek daha iyi."[166] Raporun birinci cildine konulan tablodan aşağıdaki karşılaştırmalı özeti derledim. (sayfa 696)

1863 tarihli hekimler komisyonunun, en kötü beslenen sınıfların aldıkları besin konusunda yaptığı araştırmanın genel sonuçlarını okur zaten biliyor. Tarım emekçisi ailelerinin büyük bir kısmının aldıkları besinin, "açlığın getireceği hastalıkları önleyecek" miktarın altında olduğu anımsanacaktır. Cornwall, Devon, Somerset, Wilts, Stafford, Oxford, Berks ve Herts gibi tamamen kırsal bölgelerde özellikle durum böyleydi. Dr. E. Smith, "Emekçinin kendisinin aldığı besin" diyor, "belirtilen ortalama miktardan fazladır, çünkü çalışabilmek için ... ailenin öteki üyelerinden ... daha fazla yemek yemek zorundadır ... daha yoksul bölgelerde hemen hemen etle domuz etinin hepsini o yer. ... Kadınlar ile hızlı büyüme çağındaki çocukların aldıkları besin miktarı, çoğu zaman ve hemen bütün kontluklarda, başta azot olmak üzere yetersizdir.".[168] Çiftçilerle birlikte oturan kadın ve erkek hizmetkarlar yeter derecede beslenirler. Bunların sayıları, 1851'de 288.277 iken, 1861'de 204.962'ye inmiştir. "Kadınların tarlalarda çalışması" diyor Dr. Smith "ne denli sakıncaları beraberinde getirirse getirsin ... şimdiki koşullar altında aileye büyük yarar sağlar; çünkü böylece ailenin gelirine, ayakkabı, giyecek alabilecek, kirayı ödeyebilecek ... bir ek gelir katılarak, daha iyi beslenmeleri olanağı doğar.".[169] İncelemenin en dikkate değer sonuçlarından birisi de, Birleşik Krallık'ın diğer bölgelerine göre, İngiltere'deki tarım emekçilerinin, aşağıdaki tablonun da gösterdiği gibi "oldukça daha kötü beslendikleridir". (sayfa 697)

Dr. Simon, resmi sağlık raporunda, "Dr. Hunter'in raporunun hemen her sayfası" diyor, "tarım emekçilerimizin konut durumlarındaki yetertizliğe ve sefalete tanıklık ediyor. Uzun yıllardır, bu yönden emekçilerin durumu gitgide kötüleşmektedir; bir göz oda bulmak şimdi daha da güçleştiği gibi, bulsa bile, gereksinmelerine belki şimdi geçmiş yüzyıllarda olduğundan çok daha az uygun durumdadır. Özellikle son yirmi-otuz yıldır bu kötü durum hızla artmakta ve emekçilerin konut sorunları şimdi son derece (sayfa 698) kötü bir duruma gelmiş bulunmaktadır. Emeğiyle zengin ettiği kimselerin kendisine bir tür merhametle davranmayı uygun buldukları durumlar dışında, bu konuda tam bir çaresizlik içersindedir. İşlediği toprak üzerinde başını sokacak bir yer bulması, bu bulduğu tek göz odanın doğru dürüst bir yer ya da domuz ağılı gibi olması, yoksulluğun baskısını geniş ölçüde azaltacak bir avuç bahçeye sahip olabilmesi — bütün bunlar, dilediği gibi bir konut bulma ya da kirasını ödeyebilme gücüne değil, başkalarının, 'mallarını keyiflerince kullanma hakkını' istedikleri gibi uygulamalarına bağlıdır. Bir çiftlik, ne kadar geniş olursa olsun, üzerindeki emekçi konutlarının ne sayısını, ne de doğru dürüst olmasını öngören bir yasa vardır; emeği, güneş gibi, yağmur gibi gerekli olan bir toprak üzerinde, emekçiye en ufak bir hak tanıyan bir yasa da yoktur. ... Bu konuya dışardan katılan bir öğe de gene onun aleyhine işler 'yoksul yasasının konut ve vergi yükümlülüğüyle ilgili maddelerinin baskısı altındadır."[171] Bu hükümler nedeniyle, her yerel kilise yönetiminin, bölgede oturan emekçi sayısını azaltmada maddi çıkarı vardır; — ne yazık ki, tarım emekçiliği, çalışkan emekçiyle ailesine güven ve sürekli bir bağımsızlık getirecek yerde, çoğu zaman sonu dilenciliğe varan kısa ya da uzun bir yol olur — ve bu yol boyunca yoksulluk ve dilencilik o kadar yakındır ki, bir hastalık ya da geçici bir işsizlik, derhal kilise yardımına muhtaç olmaya yolaçar; işte bu yüzden, bir bölgedeki tarım emekçileri nüfusu daima yoksullara yardım yükümlülüğüne namzet bir topluluktur. ... Büyük toprak sahipleri[172] ... toprakları üzerinde emekçi konutları bulundurmamaya karar vermekle, (sayfa 699) yoksullara karşı olan sorumluluklarının yarısından o anda kurtulmuş olur. İngiliz anayasasi ile yasaların, toprak üzerinde bu tür bir mutlak imülkiyet hakkına ne derece elverişli olduğu, toprakbeyine 'malını keyfince kullanma' ve toprağı elleriyle işleyenleri her an toprağından sürüp çıkartacak kadar düşmanca davranma hakkını ne ölçüde tanıdığı burada tartışmayı düşünmediğim konulardır. ... Üstelik bu topraktan sürüp atmak" (yetkisi) "... yalnızca sözde kalmaz. Çok geniş ölçüde uygulandığı gibi ... aslında bu uygulama tarım emekçilerinin konut koşullarında başlıca ilkedir. ... Bu pisliğin yaygınlığı konusunda Dr. Hunter'ın son sayımdan derlediği bir noktaya değinmek yetecektir: konuta olan gereksinme her yerde arttığı halde, son on yıldaki ev yıkımı, İngiltere'nin 821 bölgesinde ya da mahallesinde alıp yürümüş ve" (çalıştıkları bölgenin dışında oturmaya zorlanan kimseler) "hiç hesaba katılmasa bile sözü edilen bölgeler, 1861 yılında, 1851 yılına göre, yüzde 51/3 oranında daha fazla nüfusu, yüzde 4½ oranında daha az sayıdaki eve sığdırmak durumunda kalmışlardır. ... Bu ıssızlaştırma süreci tamamlandığında, diyor Dr. Hunter, sonuç, ancak çobanlarla bahçıvanların ve korucuların oturabilecekleri birkaç kulübenin bulunduğu ve yaptıkları iş gereği efendilerinden genellikle iyi muamele gören hizmetkarların yaşadıkları göstermelik köyler (show-village) olacaktır."[173] Ama toprağın işlenmesi gerekmektedir, oysa bu toprakta çalışan emekçiler, toprak sahibinin kiracıları olmayıp, kulübeleri yıkıldığı zaman belki de üç mil ötedeki bir komşu köyde bir damaltı bulmuşlardır ve çalışmaya oradan gelmektedirler. Durumun böyle bir gidişe yöneldiği yerlerde, hâlâ ayakta kalabilen kulübelerin bakımsız ve perişan durumları, mahkum oldukları akibet hakkında bir fikir verir. Hepsi de yavaş yavaş yıkılıp gitmek üzeredirler. Çatısı henüz yıkılmamış olanların emekçiler tarafından kiralanmasına izin verilir ve sanki doğru dürüst bir evmiş gibi kira ödediği halde, emekçi de bu durumdan memnundur. Artık görüp göreceği onarım ve bakım, ancak içindeki meteliksiz kiracının gücü yettiği ölçüde olacaktır. Ve ensonu, (sayfa 700) büsbütün barınılamaz duruma gelince —en alçakgönüllü kölelik ölçülerine göre bile içinde durulamaz duruma gelince— bir kulübe daha toprağa karışmış olacak ve gelecekteki yoksulluk vergisi biraz daha hafifleyecektir. Büyük toprak sahipleri, egemenlikleri altındaki toprak üzerindeki nüfusu seyrekleştirmek yoluyla yoksulluk vergisinden böylece kurtulurlarken, yerlerinden edilmiş emekçiler en yakın kasaba ya da açık köyün yolunu tutarlar: en yakın diyorum ama bu 'en yakın', emekçinin her gün terini toprağına karıştırdığı çiftlikten üç-dört mil ötede olabilir. Bu günlük zahmetli çalışmaya, şimdi bir de, bir lokma ekmeğin hatırına altı ya da sekiz mil yolu tepmek eklenecek ve bu, kimsenin umurunda olmayacaktır. Ve eğer karısıyla çocukları da, çiftlikte çalışıyorlarsa, aynı şey onlar için de sözkonusu olacaktır. Bu uzun yolun, başına açtığı dert, bu kadar da değildir. Açık köylerde, kulübe spekülatörleri, elden geldiğince ucuza maledecekleri bir yığın ini sığdırmak üzere, küçük toprak parçaları satınalırlar. Ve işte bu sefil yerlerde (açık köylerde oldukları halde, kentteki en berbat konutun en kötü özelliklerini taşıyan bu barınaklarda) İngiliz tarım emekçileri üstüste yaşar giderler.[174] ... Ne var ki, buna karşılık, emekçinin, ekip-biçtiği toprak üzerinde oturduğu yerlerde, konut durumunun, üretken emeğine layık biçimde olduğunu sanmak yanlış olur. En büyük malikanelerde bile.... emekçinin kulübesi ... en sefil ve perişan durumda olabilir. Emekçileri ile ailelerine konut diye herhangi bir ahırı yeterli bulan toprakbeyi, (sayfa 701) kira konusunda en çetin pazarlıklara girişmekten de utanmaz.[175] Burası, ocağı, helası, penceresi, bir hendekten başka akarsuyu, bahçesi olmayan tek odalı bir kulübe olabilir, ama emekçi bu haksız durum karşısında bile çaresizdir. ... Ve sağlığı koruma yasaları, ancak kağıt üzerinde varolan ölü sözcüklerdir ... ve uygulanmaları geniş ölçüde, bu gibi inleri konut diye kiralayan malsahiplerinin keyfine bırakılmıştır. ... Parlak ama pek az görülen durumlara bakarak, İngiliz uygarlığının yüzkarası olan bu gerçeklerin ezici ağırlığını gözden kaçırmak haksızlık olur. Bugünkü konut durumunun berbatlığı ortadayken, bu konuda uzman gözlemcilerin, bu halin, sayıca yetersizlik karşısında çok daha küçük bir felaket olduğunu söylemeleri, durumun gerçekten korkunç olduğunu gösteriyor. Kırsal bölgedeki emekçi konutlarının ağız ağıza dolu oluşu, yalnız işin sağlık yönünü önemseyenler için değil, insanca ve ahlaklı bir yaşam sürdürülmesini dileyenler için de, yıllardır derin bir kaygı kaynağı olmuştur. Kırsal bölgelerde bulaşıcı hastalıkların yayılmasıyla ilgili haberlerde daima bu aşırı kalabalığın, hastalığın önlenmesi konusundaki her türlü çabayı etkisiz duruma getirdiği üzerinde ısrarla durulması, sanki aynı kalemden çıkmış gibi, aynı tümcelerle yinelenir durur. Kırsal yaşamın sağlık üzerindeki çok yararlı etkilerine karşın, bulaşıcı hastalıkların yayılmasına elverişli olan bu nüfus yoğunluğunun, aynı zamanda, bulaşıcı olmayan hastalıkların ortaya çıkmaları için de uygun bir ortam yarattığı gene tekrar tekrar belirtilir. Kırsal nüfustaki bu aşırı yoğunluğun kötülüklerini belirtenler, daha büyük kötülükler karşısında da susmamışlardır. Bunların başlıca konuları, yalnızca sağlığa zararlı etkiler olduğu halde, bu konudaki diğer ilişkiler üzerinde de hemen daima aynı ilgiyle durmuşlar ve dikkatleri çekmişlerdir. Evli ya da bekar her iki cinsiyetten yetişkin kimselerin, ufacık bir odada sıkış sıkış yatıp kalkmalarının çok sık görülen durumlar olduğunu ve bu durumda her türlü ar ve haya duygularının zedelendiğini, ahlakın zorunlu olarak bozulduğunu (sayfa 702) raporlarında bir inanç olarak belirtmişlerdir.[176] Örneğin, Buckighamshire'ın Wing bölgesinde, bir tifo salgını konusundaki son yıllık raporun ekinde Dr. Ord, ateşler içinde kendisine gelen, Wingrave'den bir delikanlının 'hastalığının ilk günlerinde dokuz kişiyle aynı odada uyuduğunu, iki hafta içinde bunlardan birkaç tanesinin de hastalığa yakalandığını ve birkaç hafta içinde bu dokuz kişiden beşinin ateşinin yükseldiğini ve bir tanasinin de öldüğünü' söylediğini belirtir. ... Salgın sırasında Wing'e giden St. George hastanesi hekimlerinden Dr. Harvey'den tıpkı bu rapora benzeyen bilgiler alınmıştır. ... 'Ateşli bir hastalığa tutulan genç bir kadın, babası, anası, piç çocuğu, kardeşi iki delikanlı, herbirinin birer piçi olan iki kız kardeşi ... hepsi 10 kişi ile birlikte aynı odada yatıyordu. Birkaç hafta önce ise, bu odada 13 kişi kalıyordu.'"[177]

Dr. Hunter, tamamen tarım bölgelerinde değil, İngiltere'nin bütün kontluklarında, 5.375 tane tarım emekçisi kulübesinde araştırmalar yapmıştır. Bunlardan 2.195'inde yalnızca tek bir yatak odası (çoğu kez aynı zamanda oturma odası olarak da kullanılır), 2.930'unda iki ve 250'sinde ikiden fazla oda bulunmaktadır. Aşağıda bir düzine kontluktan seçilen birkaç örnek veriyorum.

(1.) Bedfordshire

Wrestlingtworth. — Çoğu daha küçük olmakla birlikte yatak odaları 12 ayak uzunlukta 10 ayak genişliğinde. Küçük tek katlı kulübeler çoğu zaman, tahta perde ile iki yatak odasına bölünmüş, 5 ayak 6 inç yüksekliğindeki mutfakta da çoğu kez bir yatak bulunur. Kira, yıllık 6 sterlin. Kiracılar helalarını kendileri yapar, ev sahibi yalnız bir çukur sağlar. Bir kişi hela yapar yapmaz, bütün komşular bundan yararlanmaya başlarlar. Richardson denilen bir aileye ait bir ev, kusursuz bir güzellik örneğiydi. "Sıvalı duvarlar, baloya giden bir hanımın elbisesi gibi dalgalıydı. (sayfa 703) Tavanın bir ucu içeri, öteki ucu dışarı kalkıktı ve burada, fil hortumu gibi büküntülü çamur ve tahta bacasıyla talihsiz bir ocak dikilip kalmıştı. Yuvarlanmasın diye uzun direkten bir de desteğı vardı. Kapısıyla penceresi baklava gibi yapılmıştı." Gezilen evden yalnızca 4 tanesinde birden fazla yatak odası vardı ve hepsi de tıka-basa doluydu. Tek yatak odasındaki serili şilteler 3 yetişkin, 3 çocuk, 6 çocuklu evli bir çift vb. barındırıyordu.

Dunton. — 4-5 sterlin arasında değişen yüksek. kiralar; haftalık işçi ücreti 10 şilin. Ailedeki hasır örmeciliği ile kirayı karşılamayı umuyorlar. Kiralar yükseldikçe, bunu karşılamak için daha çok sayıda insan çalışmak zorunda. Bir yatak odasında oturan 4 çocuklu altı yetişkin insan, 3 sterlin 10 şilin ödüyor. Dunton'da, dış ölçüleri 15 ayak uzunluğunda 10 ayak genişliğinde en ucuz evin kirası 3 sterlin. İncelenen evlerden yalnız bir tanesinin 2 yatak odası var. Köyün biraz dışında, "kiracıların, pisliklerini etrafına yaptıkları" evin kapısı, alt tarafından 9 inç çürüyüp yokolmuş; geceleri birkaç tuğla ve hasırla ustalıkla kapatılan bir giriş. Pencerede camla gerçevenin yarısı parçalanmış. Eşya diye bir şey yok, 3 yetişkin insan, 5 çocuk içiçe uzanmış; Dunton, Biggleswade Birliğinde diğer yerlerden daha kötü durumda sayılmaz.

(2.) Berkshire

Beenham. — 1864 Haziranında bir adam, karısı ve dört çocuğu ile tek katlı bir kulübede oturuyordu. Kızlarından birisi, kızıla yakalanarak işten eve döndü. Öldü. Çocuklarından birisi de hastalanıp öldü. Dr. Hunter ziyaret ettiği sırada, ana ile çocuklardan birisi tifüsten yatıyordu. Baba ile çocuklardan birisi dışarda yatıyordu, ama burayı tecrit etme güçlüğü vardı, çünkü hastalıktan kırılan evin, kirli çamaşırları, zavallı köyün kalabalık pazar yerinde yıkanmayı bekliyordu. Evin kirası haftada 1 şilindi; karı-koca ve 6 çocuk için bir yatak odası vardı. Evlerden birisinin haftalık kirası 8 peniydi, 14 ayak 6 inç uzunluğunda, 7 ayak genişliğindeydi; mutfağın yüksekliği 6 ayaktı; yatak odası penceresizdi; ocağı, kapısı yoktu, yalnız girişe açılıyordu; bahçe de yoktu. Bir adam, burada, yetişkin kızları ve oğluyla uzun süre oturmuştu; baba ile oğul yatakta yatıyorlardı, kızlar da girişte. Aile burada otururken her iki kızın da birer çocuğu vardı, bir tanesi işevine sığındı, ama sonra eve döndü. (sayfa 704)

(3.) Buckinghamshire

30 kulübede —1.000 acre'lık yerde— 130-140 kişi yaşıyor. Bradenham mahallesi, 1.000 acre yer kaplıyor. 1851'de 36 evde 84 erkek 54 kadın yaşıyordu. Cinsiyetler arasındaki bu sayı eşitsizliği 1861'de 98 erkek ve 87 kadın olmak üzere kısmen giderildi; 10 yılda artış; 14 erkek ve 33 kadın. Bu arada ev sayısında bir eksilme.

Winslow. — Büyük kısmı oldukça iyi biçimde yeni yapı; evlere olan talep fazla, çünkü çok perişan durumdaki kulübelerin haftalığı, 1 şilin ile 1 şilin 3 peni arasında.

Water Eaton. — Burada toprakbeyleri, artan nüfus karşısında, evlerin aşağı yukarı yüzde 20'sini yıkmışlar. İşine gitmek için 4 mil kadar yol yürüyen yoksul bir emekçiye daha yakın bir kulübe bulup bulamayacağı sorulunca, "Hayır, dedi, bu kalabalık ailemle kimse bana ev vermez.".

Tinker's End, Winslow yakınında. — İçinde 4 büyük ve 5 çocuğun yatıp kalktığı bir oda; 11 ayak uzunluğunda 9 ayak genişliğinde, en yüksek yeri 6 ayak 5 inç; bir başkası, 11 ayak 7 inç uzunluğunda, 9 ayak genişliğinde, 5 ayak 10 inç yüksekliğinde ve 6 kişi barındırıyor. Bu ailelerin herbiri, bir hükümlü için gerekli görülenden daha az yerde oturuyor. Her evde tek bir yatak odası var, hiç birinde arka kapı yok; su pek az; haftalık kira, ziyaret edilen evlerde 1 ş. 4 p. ile 2 ş. arasında. Görülen 16 evden yalnız birinde, bir erkek, haftada 10 şilin kazanıyor. Yukarda anlatılan koşullarda adam başına düşen hava miktarı, boyutları 4'er ayak olan bir kutuya bütün gece kapatılmış bir insanın hava miktarı kadardır. Ne var ki, bu eski kulübeler, orasından burasından zaten havalanmakta.

(4.) Cambridgeshire

Gamblingay, birkaç toprakbeyine aittir. Buradaki kulübeler benzerlerinin en sefil ve perişanıdır. Çoğu hasırdan yapılmadır. "Öldürücü bir miskinlik, pisliğe umutsuzca boyun eğme" burada egemenliğini sürdürüyor. Merkezdeki ihmal, evlerin çürümekte olduğu kuzey ve güney dış mahallelerde öldürücü bir hal almış. Ortalıkta görünmeyen toprakbeyleri, bu zavallıların kanlarını rahatça emiyorlar. Kiralar çok yüksek; 8-9 kişi ufak bir yatak odasında üstüste; iki yerde de, herbiri 1-2 çocuklu 6 insan tek bir küçük odada yatıp kalkıyor. (sayfa 705)

(5.) Essex

Bu kontlukta, insan sayısı ile kulübe sayısındaki azalma, birçok mahallede elele gidiyor. Bununla birlikte, 22 mahallede, evlerin yıkılması, nüfus artışını önleyemedi, ya da genellikle "kentlere göç" adı altında yeralan zorunlu boşalmaları gerçekleştiremedi. Fingringhoe'da 3.443 acre'lık bir mahallede, 1851'de 145 ev vardı; 1861'de ise yalnız 110 ev. Ama halk buradan uzaklaşmak istemiyordu, ve bu koşullar altında çoğalmayı da başardı. 1851'de 252 kişi 61 evde oturuyordu, ama 1861'de 262 kişi 49 eve sığıştı. Basilden'de 1851'de, 157 kişi, 1.827 acre üzerinde, 35 evde yaşıyordu, on yılın sonunda 180 kişi 27 evde. Fingringhoe'nun mahalleleri, South Farnbridge, Widford, Basilden ve Ramsden Crags'da, 1851'de 1.392 kişi, 8.449 acre üzerinde 316 evde oturuyordu, 1861'de, aynı alanda, 1.473 kişi 249 evde.

(6.) Herefordshire

İngiltere'de "tahliye-isterisi"nden en çok acı çeken yer, bu küçük kasaba oldu. Nadby'de genellikle iki odalı aşırı kalabalık kulübelerin çoğu, çiftçilerindi. Bunları, yıllığı, 3-4 sterlinden kolayca kiralayabiliyorlardı, ödedikleri haftalık ücret 9 şilindi.

(7.) Huntingdonshire

Hartford'da 1851'de 87 ev vardı; kısa süre sonra bu 1.720 acre'lık küçük mahallede 19 kulübe yıkıldı; 1831'de nüfus 452, 1851'de 382, 1861'de 341. Tek odalı 14 kulübe ziyaret edildi. Bir tanesinde, evli bir çift, 3 büyük oğlan, 1 büyük kız, 4 çocuk — top!am 10 nüfus; bir başkasında 3 büyük, 6 çocuk. İçinde 8 kişinin yattığı odalardan biri, 12 ayak 10 inç boyunda, 12 ayak 2 inç enindeydi, yüksekliği 6 ayak 9 inçti: çıkıntılar dahil adam başına ortalama 130 ayak küp düşüyordu. 14 odada 34 büyük, 33 çocuk. Kulübenin pek azında bahçe vardı, ama oturanların çoğu, 10 ya da 12 şiline bir rood [dönümün onda biri. -ç.] büyüklüğünde küçük bir toprak kiralıyordu. Bu bahçeler, zaten helası olmayan evden uzaktaydılar. Aile, "ihtiyacını defetmek için ya oraya kadar giderler", ya da bu mahallede olduğu gibi, haşa huzurdan, "bir dolabin çekmecelerini sırayla doldurarak bunları haftada bir kez gübre niyetine bahçelerine götürüp boşaltırlar". Japonya'da yaşam koşulları, herhalde bundan daha temiz ilerliyor. (sayfa 706)

(8.) Lincolnshire

Langtoft. — Burada Wright'in evinde bir adam, karısı, anası ve 5 çocuğu ile oturuyor; evde bir mutfak, bulaşıkyeri ve mutfağın üzerinde bir yatak odası var; mutfakla oda 12 ayak 2 inç boyunda ve 9 ayak 5 inç eninde; alt katın tamamı 21 ayak 3 inçe 9 ayak 5 inç. Yukardaki yatak odası tavanarasındadır ve duvarları tepe noktasında üçgen gibi birleşir, önde ufak bir pencere vardır. "Bu adam burada niçin oturuyordu? Bahçenin hatırına mı? Hayır, çünkü bahçe çok küçük. Kira ne kadar? Yüksek, haftada 1 şilin 3 peni. İşine mi yakın? Hayır, 6 mil uzak, yani günde gidiş-geliş 12 mil yol yürüyor. Burada oturmasının nedeni, burası kiralıktı" ve nerede, hangi koşulla olursa olsun, tek başına bir kulübede oturmak istiyordu. Aşağıda, Langtoft'ta 12 yatak odalı, 38 yetişkin ve 36 çocuğun oturduğu 12 evin istatistiği verilmiştir: (9.) Kent

Kennington, 1859 yılında difteri salgını çıktığı ve bölge doktorunun yoksul, sınıfların durumları üzerine bir araştırma yaptığı sıralarda çok kalabalık bir yerdi. Hekim, çok insanın çalıştığı bu bölgede, bazı kulübelerin yıkıldığını, ama yeni hiç bir kulübenin yapılmadığını gördü. Bir mahallede, kuşkafesi denilen dört ev vardı; herbirinde aşağıdaki boyutlarda (ayak ve inç olarak) 4 bölüm vardı:

(10.) Northamptonshire

Brinworth, Pickford ve Floore. — Bu köylerde kışın, 20-30 kişi işsizlikten sokaklarda dolaşıp duruyordu. Çiftçiler daima buğday ve yumru bitkiler yetişen toprakları yeterince sürmüyorlar, toprakbeyi, iki-üç çiftliğini birleştirmeyi yeğliyordu. Böylece işsizlik başlıyordu. Bir yanda toprak, emekçiyi çağırırken, öte yanda gereksinme içinde toprak emekçileri onu istekle seyrediyorlardi. Yazın aşırı-çalışmaktan pestilleri çıkan, kışın ise neredeyse açlıktan ölecek duruma gelen emekçiler, kendilerine özgü argoları ile şöyle diyorlardi: "the parson and gentlefolks seem frit to death at them" ("rahiplerle soylular anlaşılan elbirliği ile bizi gebertecekler").

Floore'da ufacık bir odada, 4, 5, 6 çocuklu bir aile; 3 büyük, 5 çocuk; bir karı-koca, dede ve kızıldan yatan 6 çocuğun oturduğu görülmüştür; iki odalı iki evin birinde 8, ötekinde 9 kişi oturuyordu.

(11.) Wiltshire

Stratton. — Gezilen 31 evden 8'inde yalnız tek oda var. Pentill'de kulübe kirası, haftada 1 şilin 3 peni; içinde 4 büyük ve 4 çocuğun yaşadığı oda, yalnızca dört duvar, tabanı çakıl kaplı, tavan ise çürük bir hasırla örtülmüş.

(12.) Worcestershire

Ev yıkımı burada o kadar fazla değil; gene de 1851-1861 arasında her evde oturanların ortalama sayısı 4,2'den 4,6'ya yükselmiş durumda.

Badsey. — Burada oldukça kulübe ve küçük bahçe var. Bazı çiftçiler, kulübelern, "yoksulları buraya çektiği için başlarına bela olduğunu" söylüyorlar. Bir bey de şöyle diyor: "yoksullar için ne yapılsa fayda etmez; 500 kulübe bile yapılsa hemen kapışılır; aslında ne kadar yapsan o kadar istekleri artar." (Ona kalırsa, önce evler kiracıları doğuruyor, sonra da onlar doğal bir yasaya uyarak "barınma aracı" istiyorlar.) Dr. Hunter'ın görüşü: "Bu yoksullar da bir yerlerden geliyorlar ve Badsey'de bunları çekecek, yardım falan gibi, herhangi bir şey olmadığına göre, onları buraya gönderen daha kötü bir yerden ayrılma zorunda kalmış olmaları gerekir. Eğer herkes işine yakın bir yerde, biraz toprakla, (sayfa 708) başını sokacak bir yer bulsaydı, bir karış toprağa çiftçinin ona verdiğinin iki katı para ödediği Badsey'e gelmeye kalkışmazdı."

Kentlere sürekli göc, çiftliklerin biraraya toplanıp yoğunlaşması, ekilebilir toprakların, mera haline getirilmesi, makineleşme vb. nedeniyle kırsal bölgelerde sürekli artı-nüfus meydana gelmesi ve kulübelerin yıkılmasıyla tarımsal nüfusun zorla yerlerinden edilmeleri hep elele gider. Bir bölgede insan ne kadar seyrek olursa, "nispi arti-nüfus" o kadar fazla, çalışma araçları üzerindeki baskı o kadar büyük, tarımsal nüfusun, barınma olanaklarına göre mutlak fazlalığı o derece üstün ve dolayısıyla köylerde yerel artı-nüfus birikimi ile insanların en berbat koşullar altında üstüste yaşamaları o denli yoğun olur. İnsanların kitle halinde, dağınık küçük köylerde ve kasabalarda toplanmaları, topraktan zorla sürülüp çıkarılmaları sonucu meydana gelir. Sayıları azaldığı ve sağladıkları ürünlerin kitlesi büyüdüğü halde, tarım emekçilerinin sürekli olarak gereksiz hale gelmeleri, sefalete düşmelerinin nedeni olur. Bu yoksul ve perişan durumları, bulundukları yerlerden sürülmelerinin nedeni ve son direnme güçlerini de kırarak onları büyük toprak sahipleriyle büyük çiftçilerin kölesi haline dönüştüren sefil barınma koşullarının başlıca kaynağıdır.[178] Böylece, en düşük ücret, onlar için doğa yasası haline gelir. Toprak, üzerindeki sürekli "nispi artı-nüfusa" karşın, gene de seyrek nüfuslu bir yerdir. Bu, yalnızca, insanların, kentlere, madenlere, demiryolu yapımına vb. doğru akttığı noktalarda yerel olarak görülmez, aynı durum, ilkyaz, ve yazın olduğu kadar hasat zamanında da, İngiliz tarımının son derece dikkatli ve yoğun çalıştığı ve ek işçiye gereksinme duyduğu dönemlerde de her yerde farkedilir. Toprağın olağan gereksinmeleri için her zaman gereğinden fazla, (sayfa 709) oysa olağanüstü ya da geçici zamanlar için her zaman gereğinden az tarım emekçisi vardır.[179] İşte bu nedenle, resmi belgelerde, aynı yerlerde ve aynı zamanlarda hem işçi eksikliği ve hem de işçi fazlalığı konusunda çelişik şikayetlere raslıyoruz. Geçici ya da yerel emek gereksinmesi, ücretlerde yükselmeye yolaçmaz, ama kadınlarla çocukların zorla tarlalara gönderilmelerine, ve giderek daha küçük yaşlarda sömürülmelerine yolaçar. Kadınlarla çocukların sömürülmeleri büyük boyutlara ulaşır ulaşmaz, bu durum, erkek tarım emekçilerini artı-nüfus haline getirmenin ve ücretlerini düşürmenin bir aracı haline gelir. İngiltere'nin doğusunda bu cercle vicieux'nün [kısır döngü. -ç.] parlak bir sonucu olarak, burada kısaca ele alınması gereken, "ekip sistemi" denilen şeyi yaratmıştır.[180]

Bu ekip sistemi, Lincoln, Huntington, Cambridge, Norfolk, Suffolk, ve Nottingham kontluklarında bütünüyle, çevredeki Northampton, Bedford ve Rutland kontluklarında yer yer egemendir. Lincolnshire bize örnek olabilir. Bu kontluğun büyük bir kısmı eskiden bataklık halindeki yeni topraklardır ve hatta bu adı taşıyan doğu kontlukları gibi son zamanlarda denizden kazanılmıştır. Buharlı makineler su boşaltma işlerinde harikalar yaratmışlardır. Bir zarmanın bataklık ve kumlukları şimdi hububat ve yüksek rant denizi halini almışlardır. Axholme adası ile Trent kıyılarındaki diğer bölgelerde de, insan emeğiyle kazanılan alüvyon topraklar için de aynı şeyler söylenebilir. Yepyeni çiftliklerin doğup gelişmesi (sayfa 710) ölçüsünde, yeni kulübelerin yapılmaması bir yana, eskiler de. yıkılmış ve gerekli emek-gücü ancak millerce uzaktaki açık köylerden, tepelerin çevresini dolanan uzun yolların aşılmasıyla sağlanabilmiştir. Halk, kış mevsiminin sürekli su baskınlarından korunabilmek için, daha önceleri ancak buralara sığınabilmişti. 400-1.000 acre'lik çiftliklerde oturan emekçiler (bunlara "devamlı emekçiler" denir), yalnızca, sürekli, zor ve atla yapılan türdeki tarım işlerinde çalıştırılıyordu. Her yüz acre'da ortalama yalnız bir kulübe bulunuyordu. Örneğin bu bataklık arazi çiftiçilerinden biri, Araştırma Komisyonu önünde şunları söylemişti: "Hepsi de ekilebilir 320 acre toprak işliyorum. Çiftliğimde hiç kulübe yok. Şimdi çiftliğimde tek bir işçi var. Çevrede oturan dört at sürücüm var. Hafif işleri, biz, gezginci ekiplere yaptırıyoruz."[181] Toprak, yanan otların sökülmesi, çapa, bazı gübreleme işleri, taşların ayıklanması vb. gibi epeyce hafif işe gereksinme gösteriyor. Bu gibi işleri, açık köylerde oturan ekipler ya da örgütlenmiş takımlar yapmaktadır.

Bu ekipler, kadınlarla her iki cinsiyetten gençleri (13-18 yaş arasında, ama çoğu durumlarda 13 yaşındaki oğlan çocukları ekipten çıkartılırlar) ve gene her iki cinsiyetten çocukları (6-13 yaş arasında) kapsayan 10 ile 40-50 kişilik gruplardır. Başlarındaki ekipbaşı, daima sıradan bir tarım emekçisidir, ama genellikle külhanbeyi denilen cinsten, serseri, ayyaş, ama girişken ve savoir faire'dir.[işbilir, becerikli. -ç.] Çiftçinin emrinde değil, kendi emrinde çalışan, ekibi o toplar ve kurar. Çiftçi ile genellikle parça-başı anlaşma yapar ve kazancı, ortalama olarak, sıradan tarım emekçisinden çok fazla olmamakla birlikte,[182] gene de başında bulunduğu ekipten en kısa zamanda elden geldiğince fazla iş sağlama konusunda göstereceği marifete bağlıdır. Çiftçiler, kadınların ancak erkeklerin yönetimi altında düzenli çalıştıklarını ve gene kadınlarla çocukların bir kez işe koyuldu mu —Fourier'nin de bildiği gibi— bütün çabalarını ve güçlerini hiç sakınmadan harcadıklarını, oysa erkeklerin güçlerini elden geldiğince az harcamak için her türlü kurnazlığı gösterdiklerini bilirler. Ekipbaşları, çiftlik çiftlik dolaşırlar ve böylece ekiplerine yılın 6 ila 8'ayında iş bulurlar. Bu nedenle, emekçi (sayfa 711) aileleri için, yalnız arasıra çocuk çalıştıran tek çiftçinin yanında çalışmaktansa, böyle bir ekipte onun emrinde çalışmak çok daha kârlı ve güvenlidir. Bu durum, ekipbaşının etkisini açık köylerde öylesine artırmıştır ki, çocuk işçi genellikle ancak onun aracılığı ile çalıştırılabilir. Bu çocukları ekipten ayrı olarak kiralamak, onun ikinci bir işidir.

Bu sistemin "kusurları" arasında, çocuklarla gençlerin aşırı çalıştırılması, çiftliklere gidiş-dönüş sırasında, 5, 6 ve bazan 7 mile ulaşan uzun yürüyüşler ve ensonu ekibin uğradığı moral çöküntü sayılabilir. Bazı yerlerde "sürücü" adı verilen ekipbaşlarının elinde uzun bir sopa olsa da, o, bunu çok seyrek kullanır ve zalimce davranışlar konusunda şikayetler pek az görülür. O, demokratik bir imparator ya da bir tür Fareli Köyün Kavalcısıdır. Bu yüzden, uyrukları arasında sevimli olmak zorundadır ve onları, kendisine, yönettiği çingene yaşamının sevimli yanlarıyla bağlar. Kaba bir özgürlük, gürültülü bir neşe ve açık-saçık bir umursamazlık, ekibe bir çekicilik kazandırır. Genellikle, ekipbaşı, ücretleri meyhanede öder ve sonra yalpalayan bir alay insanın önünde, sağında solunda iki güçlü kadının desteğiyle, çocuklarla delikanlıların izlediği, alaycı ve yakası açılmadık türküler söyleyen bir topluluk geçip gider. Fourier'nin phanérogame[13*] dediği dönüş yolculuğu, artık başlamıştır. 13-14 yaşındaki kızların, aynı yaştaki arkadaşlarından gebe kalmaları olağan şeylerdendir. Ekibi oluşturan açık köyler, Sodom ve Gomorra'lar[183] halini alır ve buralardaki gayrımeşru doğum oranı, ülkenin geri kalan yerlerindeki oranın iki katına ulaşır. Böyle okullarda yetişen kızların evlendikten sonrada ahlaki durumlarına yukarda değinilmişti. Doğurdukları çocuklar, eğer afyon, işlerini bitirememişse, bu ekiplerin gelecekteki üyeleri olurlar.

Klasik biçimiyle bu ekiplere, genel, ortak ya da gezginci (public, common or tramping gang) ekipler adı verilir. Çünkü, özel ekipler diye bir şey daha vardır. Bunlar da tıpkı genel ekip kuruluşundadır, ama üyeleri daha azdır ve ekipbaşı yerine, çiftçinin nasıl yararlanacağını bilemediği yaşlı bir çiftlik hizmetkarının yönetimi altında çalışırlar. Bunlarda, çingene neşesi yoktur, ama tanıkların söylediğine göre, çocuklara ödenen ücret ve bunlara (sayfa 712) karşı davranış daha kötüdür.

Son yıllarda devamlı bir ilerleme gösteren[184] bu gezginci ekip sistemi, kuşkusuz ekipbaşının keyfi için varolmamıştır. Asıl varlık nedeni, büyük çiftçiler[185] ve dolaylı olarak da toprakbeylerinin[186] zenginleşmesi içindir. Bu büyük çiftçiler için, emekçilerini normal düzeyin altında tuttuğu halde her fazladan iş için elinin altında daima yedekte emekçi bulundurmak, en az parayla[187] en çok emek sağlamak ve yetişkin erkek emekçiyi "bollaştırmak" için bundan daha uygun bir yol olamaz. Buraya kadar yapılan açıklamalardan, bir yandan, tarım emekçileri için az ya da çok bir iş kıtlığını kabul etmekle birlikte, öte yandan da, yetişkin erkek işçi gereksinmesi ve bunların kentlere göç etmesi yüzünden bu sistemin "zorunluluğunu" öne sürmenin asıl nedeni anlaşılmış olmalıdır.[188] Lincolnshire'ın, yabanıl otlardan arındırılmış toprakları ve yabanıl insan otları, kapitalist üretimin karşıt iki kutbudur.[189] (sayfa 713)

(f) İrlanda

Bu kesimi tamamlarken, İrlanda'ya kısa bir yolculuk yapmamız gerekir. Önce, bu konudaki başlıca gerçekler:

İrlanda nüfusu 1841'de 8.222.664'e ulaştı; 1861'de 6.623.985'e, 1861'de 5.850.309'a ve 1866'da 5,5 milyona, yani neredeyse 1801 düzeyine indi. Bu azalma, 1846 kıtlığı ile başladığı ve böylece İrlanda yirmi yıldan az bir zamanda nüfusunun 5/16'sınden fazlasını yitirdi.[190] Göçedenlerin toplam sayısı, 1851 Mayısı ile 1865 Temmuzuna kadar 1.591.487 kişiydi: 1861-1865 yılları arasındaki toplam göç, yarım milyonu aşıyordu. Oturulan evlerin sayısı, 1851-1861 arasında 52.990 kadar azaldı. Gene 1851-1861 arasında, 15-30 acre büyüklüğünde kira ile tutulan çiftliklerin sayısı 61.000, 30 acre'dan büyük olanlarınki 109.000 kadar arttı; oysa bütün çiftliklerin toplam sayısı, 120.000'e düştü. Bu düşüşün nedeni, demek ki, 15 acre'dan küçük çiftliklerin ortadan kalkması, yani bunların merkezileşmesiydi. (sayfa 714) Nüfustaki azalışı, doğal olarak ürün kitlesindeki bir azalma izledi. Bizim için, yarım milyondan fazla insanın göç ettiği ve mutlak nüfusun 1/3 milyondan fazla azaldığı 1861-1865 dönemindeki 5 yılı incelemek yeterli olacaktır. Yukardaki tablodan çıkan sonuçlar:[191] Şimdi de, hem insanların, hem hayvanların geçim araçlarını sağlayan tarıma bir gözatalım. Aşağıdaki tabloda, yıllık azalış ve artış, bir önceki yıla göre hesaplanmıştır. Hububat, buğday, yulaf, arpa, çavdar, bakla ve mercimeği; yeşil bitkiler, patates, şalgam, bayır turpu, pancar, lahana, havuç, kara havuç, ak burçak, vb. gibi bitkileri kapsamaktadır. 1865 yılında, "otlak" hanesine 127.470 acre toprak katıldı; bunun başlıca nedeni, "bataklık ve oturulmayan kıraç bölgelerin" 101.543 acre kadar bir azalma göstermesidir. Eğer 1864 ile 1865 yılları arasında bir karşılaştırma yaparsak, hububatta 246.667 quarter'lık bir azalma olduğunu görürüz; bunun 48.999'u buğday, 166.605'i yulaf, 29.892'si arpa vb.'dır. 1865'te patates ekilen topraklarda bir artış olduğu halde, bu üründe, 446.398 ton bir azalma olmuştur. [Bkz: C Tablosu.]

İrlanda'daki nüfus ve tarım ürünlerindeki hareketi gördükten sonra şimdi de, toprakbeyleriyle, büyük çiftçilerin ve sanayi kapitalistlerinin keselerindeki harekete bir gözatacağız. Bu hareketler, gelir vergisindeki yükselme ve alçalmada yansır. Şurasını da anımsatmak gerekir ki, D tablosuna (büyük çiftçilerin dışındaki kârlar), "serbest meslek" kârları, yani, avukat, doktor vb. gibi kimselerin gelirleri de dahildir; ayrıntıları gösterilmeyen C ve E tablolarına, memurların, subayların, rantıyelerin, devlet alacaklılarının vb. kazançları girer. D tablosunda, , 1863-1864 arasında yıllık ortalama gelir artışı yalnızca 0,93 olmuştur; oysa aynı dönemde, Büyük Britanya'da, bu, 4,58'dir. Aşağıdaki tablo (büyük çiftçilerinki hariç) 1864 ile 1865 yılları için kârların dağılımını gösteriyor: Kapitalist üretimin tamamıyla geliştiği bir sanayi ülkesi olan (sayfa 717) İngiltere, İrlanda'nın karşılaştığı türden bir nüfus boşalmasıyla herhalde kan kaybından ölmüş olurdu. Ama halen İrlanda, hububat, yün, canlı hayvan, sanayi ve ordusu için asker sağladığı ülkeden geniş bir kanalla ayrılmış ve İngiltere'nin yalnız tarımsal bir bölgesi olmuştur.

İrlanda'daki bu nüfus azalması, toprağın büyük bir kısmını işlenemez duruma getirmiş, tarım üretimini büyük ölçüde azaltmış,[195] ve hayvancılığa ayrılan çok büyük bölgelere karşın, hayvancılığın bazı kollarında mutlak bir azalmaya, bazılarında ise sürekli gerilemelerle kesintiye uğrayan, sözü edilmeye değmeyecek ilerlemelere yolaçmıştır. Gene de, nüfustaki bu azalmayla birlikte, toprak rantları ile çiftçilerin kârları —bu kârlardaki yükseliş, rantlardaki kadar kararlı olmamakla. Birlikte— yükselmiştir. Bunun nedeni, kolayça anlaşılabilir. Bir yandan, küçük çiftliklerin büyüklere katılması ve ekilebilir toprakların otlak haline getirilmesiyle, toplam ürünün daha büyük bir kısmı artı-ürün haline gelmiştir. Bu artı-ürün, bir parçasını oluşturduğu toplam ürün azaldığı halde, artmıştır. Öte yandan, son 20 yılda ve özellikle bunun son on yılında İngiliz piyasasında, et, yün vb. fiyatlarının yükselmesi sonucu, (sayfa 718) bu artı-ürünün para değeri, kitlesinden daha büyük bir hızla artmıştır.

Başkalarının emeğiyle birleşerek kendi değerini artırmaksızın, üreticinin bizzat kendisine çalışma ve geçim aracı olarak hizmet eden dağınık üretim araçlarının üretici tarafından tüketilen bir ürünün meta sayılmaması gibi, bunlar da sermaye sayılmazlar. Nüfusun kitlesiyle birlikte tarımda kullanılan üretim araçları kitlesinde de bir azalma olduğu halde, bu alanda kullanılan sermaye miktarındaki büyümenin nedeni, eskiden dağınık olarak bulunan üretim araçlarının bir kısmının şimdi biraraya toplanması ve sermayeye çevrilmesidir.

İrlanda'da tarım dışında, sanayi ve ticarette kullanılan toplam sermaye, son yirmi yılda, yavaş yavaş, büyük ve sürekli dalgalanmalar göstererek birikmiştir; bu yüzden tek tek öğelerinin yoğunlaşması daha hızlı olmuştur. Bununla birlikte, sermayedeki mutlak artışın, küçük olmakla birlikte, azalan nüfusa oranla büyümesi fazla olmuştur.

Öyleyse burada, gözlerimizin önünde ve büyük ölçüde, ortodoks ekonominin, şu ünlü dogmasını desteklemek için arayıp da bulamadığı bir süreç ortaya çıkmıştır: sefalet, mutlak artı-nüfustan ileri gelir, nüfusun azalmasıyla denge yeniden kurulur. Ve bu, 14. yüzyılın ortasında görülen ve maltusçuların göklere çıkardıkları veba salgınından daha önemli bir deneydir. Yalnız işin bir de şu yanı var: eğer bu ezberci öğretmenlerin bönce yorumlarıyla, 14. yüzyılın ölçütleri, 19. yüzyılın üretim ve nüfus ilişkilerine uygulanacak olursa, veba ve beraberinde getirdiği insan kırımının, kanalın bu tarafında, İngiltere'de tarımsal nüfusun kölelikten kurtulmasını ve zenginleşmesini sağladığı halde, öte yanda, Fransa'da daha büyük bir köleliğe ve sefalete yolaçtığını bu saf kişiIer farketmemişler demektir.[196]

İrlanda'daki 1846 kıtlığı, bir milyondan fazla insan öldürdü, ama bu ölenler yalnızca fakir fukaraydı. Ülkenin zenginliğine en küçük bir zararı dokunmadı. Bunu izleyen ve hâlâ da artarak sürüp giden 20 yıllık göç, örneğin Otuz Yıl Savaşlarındaki gibi, (sayfa 719) insanlar ile birlikte üretim araçlarını da yoketmedi. İrlanda dehası, sefalet sahnesinden binlerce mil ötede yoksul halkı yeniden canlandırma konusunda hiç görülmemiş bir yol buldu. Birleşik Devletler'e yerleşen sürgünler, geride kalanlara yol masrafları için her yıl topluca paralar yolluyorlardı. Bu yıl göç eden her topluluk, ertesi yıl, ardından başka bir topluluğu sürüklüyordu. Böylece, İrlanda'ya herhangi bir harcamaya malolmak şöyle dursun, bu göçler, ihracat işlerinde kârlı bir dal oluşturuyordu. Ensonu, bu, nüfusta geçici bir boşluk yaratmakla kalmayıp, her yıl doğumla yeri doldurulanlardan daha fazlasını alıp götüren, ve böylece mutlak nüfus düzeyini yıldan yıla düşüren sistemli bir süreçti.[197]

Geride kalan ve artı-nüfustan kurtulan İrlandalı emekçiler için bunun sonuçları ne olmuştu? Nispi artı-nüfus 1846'da neyse, bugün de oydu, ücretler gene öyle düşüktü, emekçiler daha da fazla eziliyorlardı ve sefalet, ülkeyi yeni yeni bunalımlara doğru itiyordu. Gerçekler çok basitti. Tarımda devrim, göçle aynı hızla yürümüştü. Nispi artı-nüfus üretimi, nüfustaki mutlak azalmadan daha hızlı ilerlemişti. C tablosuna bir gözatmak, ekilebilir toprakların otlak haline gelmesinin, İrlanda'da İngiltere'den daha hızlı olduğunu göstermektedir. İngiltere'de yeşil bitkilerin ekimi, hayvancılıkla birlikte artmakta, İrlanda'da azalmaktadır. Daha önce ekilen büyük toprak parçaları, ya boş duruyor ya da otlak haline gelmiş, eskiden yararlanılmayan çorak arazi ile turbaların büyük kısmı, hayvan yetistiriciliğinin genişletilmesinde kullanılmaya başlanmış. Küçük ve orta çiftçiler —100 acre'dan fazla toprak işlemeyenlerin hepsini bunlar arasında sayıyorum— tüm çiftçi sayısının hâlâ 8/10'ini oluşturmaktadır.[198] Bunlar birbiri ardına ve daha önce bilinmeyen bir güçle, büyük sermayenin yönetimindeki tarımın rekabeti altında eziliyorlar ve bu nedenle de sürekli olarak, ücretli emekçi sınıfın saflarına katılacak yeni adaylar haline geliyorlardi. İrlanda'nın tek büyük sanayi kolu olan keten manüfaktürü nispeten az yetişkin erkeğe gereksinme gösteriyor ve 1861-1866 yıllarında pamuk fiyatlarındaki yükselmeden beri genişlediği halde, nüfusun ancak pek önemsiz bir kısmına iş sağlıyordu. Diğer bütün büyük modern sanayiler gibi kendi alanında, bünyesine aldığı insan kitlesinde mutlak bir artış olduğu halde, (sayfa 720) kesintisiz dalgalanmalar gösteren, sürekli nispi artı-nüfus üretiyordu. Tarımsal nüfusun sefaleti, işçi orduları çoğunlukla ülke yüzeyine dağılmış dev gömlek fabrikalarının üzerinde yükseldiği temeli oluşturuyorlardı. Burada tekrar, yukarda ev sanayiinde anlatılan, düşük ücret ve aşırı çalıştırma yöntemiyle, emekçi fazlalığı yaratmak için bulunan sistemle karşı karşıya geliyoruz. Ensonu, burada, nüfus azalışı, kapitalist üretimin tam olarak gelişmiş olduğu bir ülkede yaratılabileceği gibi yıkıcı bir sonuç vermemekle birlikte, iç pazar üzerinde sürekli bir tepki göstermekten de geri kalmıyor. Göçün yolaçtığı boşluk, yalnız yerel emek talebini sınırlandırmakla kalmıyor, küçük esnafın, zanaatçıların ve genellikle küçük tüccarların kazançlarını da sınırlandırmış oluyor. E tablosunda, 60 ile 100 sterlin arasındaki gelirlerde görülen azalmanın nedeni de, işte bu oluyor.

İrlanda'daki tarım emekçilerinin durumu hakkında açık bir beyan, İrlanda Yoksul Yasası denetmenlerinin raporlarında (1870) bulunabilir.[199] Süngü gücü ve bazan açık, bazan gizli bir kuşatma durumu ile varlığını ancak sürdürebilen bir hükümetin memurları olarak, İngiltere'deki meslektaşlarının kaçındıkları konularda dillerine her şekilde dikkat etmek zorundadırlar. Buna karşın, gene de, hükümetlerin hayal içinde oyalanmasını istemezler. Bunlara göre, ülkede ücret oranı hâlâ düşük olmakla birlikte, son 20 yılda yüzde 50-60 artmış bulunuyor ve şimdi haftada ortalama 6 şilin ile 9 şilin arasındadır. Ne var ki, bu görünüşteki yükselişin ardında, ücretlerde gerçek bir düşüş gizlidir, çünkü gerekli geçim araçlarının fiyatlarında bu arada meydana gelen yükselmelerle hiç bir uygunluk göstermemektedir. Bunun kanıtı, İrlanda'daki bir işevinin resmi hesaplarından alınan şu sayılardır. Gerekli geçim araçlarının fiyatı, bu durumda, 20 yıl (sayfa 721) öncesine göre hemen hemen iki katı, giyecek fiyatları ise tam iki katıdır.

Bu oransızlık bir yana bırakılsa bile, yalnızca altınla ifade edilen ücret oranlarının karşılaştırılması, doğru olmaktan uzak bir sonuç verecektir. Kıtlıktan önce, tarımda, ücretlerin çoğunluğu aynî, ancak çok az bir kısmı para olarak ödenirdi; oysa bugün para olarak ödeme kuraldır. Bundan, gerçek ücret miktarı ne olursa olsun, para oranının yükselmesi gerektiği sonucu çıkar. "Kıtlıktan önce, emekçi, bir kulübe ile ... bir rood ya da yarım veya bir acre toprak ile ... patates yetiştirmek için gerekli şeylerden yararlanırdı. Domuz ve kümes hayvanı besleyebilirdi..... Şimdi ekmeğini bile satınalmak durumunda; domuz ya da tavuk besleyecek artığı olmadığı için, domuz, tavuk ya da yumurta satarak bir kazanç da sağlayamıyor."[200] Aslında eskiden, tarım emekçileri, küçük çiftçilerin en küçüğünden başka bir şey değildi ve çoğu zaman iş bulabildikleri orta ve büyük çiftliklerin bir tür artçılarıydı. Ancak 1846 felaketinden beri, tamamen ücretli emekçiler sınıfının bir parçasını, kendilerine ücret ödeyen patronlarla yalnız parasal ilişkileri oları özel bir sınıfı oluşturdular.

Bunların 1846'daki konut durumlarını biliyoruz. O zamandan beri bu koşullar daha da kötüleşti. Tarım emekçilerinin, sayıları günden güne azalan bir kısmı, hâlâ, çiftçilerden kiralanan aşırı kalabalık kulübelerde oturuyorlar ve bunların iğrençliği, bizim daha önceden bildiğimiz İngiliz tarım emekçilerininkinden çok daha fazla. Ve bu yargı, Ulster'in bazı mahalleleri dışında, güneyde, Cork Limerick, Kilkenny vb. kontlukları, doğuda, Wicklow, Wexford, vb. İrlanda'nın orta kesiminde King's ve Queen's County, Dublin vb., batıda, Sligo, Roscommon, Mayo, Galway, vb. için genellikle geçerlidir. Bir denetmen, "tarım emekçilerinin kulübeleri" diye feryat ediyor, "hıristiyanlık ve bu ülke uygarlığı için yüzkarasıdır".[201] Bu inlerin, emekçiler bakımından çekiciliğini artırmak için, çok eski zamanlardan beri bunlara ait bulunan toprak parçalarına sistemli bir şekilde elkonuldu. "Toprakbeyleri ile bunların adamları tarafından mahkum edildikleri bu kötü davranışlar, bunun bilincine varan emekçilerde ... kendilerine bir tür aşağı ırk muamelesi yapanlara karşı ... düşmanlık ve kin duyguları yarattı."[202]

Tarımsal devrimin ilk işi, tarlalar üzerinde bulunan kulübelerin (sayfa 722) yıkılması oldu. Bu, çok geniş ölçüde ve sanki yüksek bir yerden alınan emre uyuluyormuş gibi yapıldı. Böylece emekçilerin çoğu köylerde ve kasabalarda sığınak aramak zorunda kaldılar. En kötü kenar mahallelerin tavan aralarına, bodrumlarına ve köşe-bucağına çöp yığını gibi fırlatılıp atılmışlardı. Böylece, ulusal önyargılarla dolu İngilizlerin de tanıklık ettikleri gibi, aile ocağına aşırı bağlılıkları, aile yaşamlarındaki kalenderce neşe ve temizlikleriyle tanınan binlerce İrlandalı aile, kendilerini birdenbire günah ve kötülüğün kucağında buldular. Erkekler, şimdi, çevredeki çiftliklerde iş aramak zorunda kalıyorlar ve ancak günlük iş bulabildikleri için en düşük ücretle çalıştırılıyorlardı. Bu nedenle, "bazan işe gidip-gelmek için uzun bir yolu yaya yürüyorlar, sırsıklam oluyorlar, büyük sıkıntı çekiyorlar ve sonu gelmeyen hastalık ve yokluk içine düşüyorlardı".[203]

"Kentler her yıl, kırsal kesimin artı-emek saydığı nüfusu kabul etmek durumundaydı";[204] ve insanlar, "hâlâ kentler ile köylerde emek fazlası bulunmasına karşılık, bazı kırsal yerlerde emek kıtlığı ya da böyle bir tehlikenin olmasına şaşıyorlardı".[205] Gerçekte bu gereksinme, yalnız "hasat zamanında ya da ilkyazda ya da tarımsal çalışmaların arttığı bu gibi zamanlarda kendisini gösteriyor, yılın geri kalan zamanlarında birçok emekçi boş kalıyordu."[206] "Başlıca ürün olan patatesin, ekim ayında başlayıp, gelecek ilkyaza kadar süren sökümü dışında ... bunlara iş yoktu."[207] Ve ayrıca, bu hızlı çalışma dönemlerinde bile, "gün kaybına ve her türden iş kesintisine uğruyorlardı".[208]

Tarımsal devrimin bu sonuçları, yani ekilebilir toprakların otlak haline getirilmesi, makine kullanımı, emek-gücünden büyük tasarruf sağlama vb., aldıkları rantları yabancı ülkelerde harcayacak yerde, İrlanda'daki kendi malikanelerinde oturma alçakgönüllülüğünü gösteren örnek toprakbeyleri yüzünden daha da yoğunlaşıp artmıştır. Arz ve talep yasasının bozulmaması için, bu beyler, "emekçiye dlan gereksinmelerini, neredeyse tamamının ... toprakbeyinin istediği anda ve o günlerde, sıradan bir emekçiye ödenen ücretin epeyce altında bir ücretle çalışmak zorunda olan (sayfa 723) kendi küçük kiracılarından karşılıyorlar ve bu emekçilerin, ekim ve hasat gibi kritik dönemlerde kendi işlerini ihmal etme durumunda kalmaları sonucu uğradıkları zarar ve ziyanı hiç hesaba katmıyorlardı.".[209]

İş güvensizliği ve düzensizliği, sık sık ve uzun süreli işsizlik, nispi artı-nüfusun bütün bu belirtileri, işte böylece Yoksul Yasası dairesinin raporlarında, tarım proletaryasının içinde bulunduğu güçlükler olarak yer alıyordu. İngiliz tarım proletaryasında da benzer görünümlerle karşılaştığımız anımsanacaktır. Ama şu farkla ki, bir sanayi ülkesi olan İngiltere'de, sınai yedek emek-gücü kırsal bölgelerden devşirilir, oysa bir tarım ülkesi olan İrlanda'da, tarımsal yedek emek-gücü kırlardan kovularak kasaba ve kentlere sığınan tarım emekçilerinden devşirilir. Bunların ilkinde, tarım alanındaki fazlalıklar fabrika işçisi olurlar, ikincisinde, kentlere sürülmüş olanlar buralarda ücretler üzerinde bir baskı aracı olmakla birlikte, tarim emekçisi olarak kalırlar ve köylere sık sık iş aramak ve çalışmak için dönerler.

Resmi denetmenler, tarım emekçilerinin maddi durumlarını şöyle özetliyorlar: "Çok idareli bir yaşam sürdükleri halde, ücretleri, ailelerinin yiyecek gereksinmesi ile kiranın ödenmesine kıtı kıtına yetmekte, kendisinin, karısının ve çocuklarının giyinebilmesi için başka kaynaklara başvurmaktadırlar. ... Bu kulübelerin havası, öteki yoksunluklar ile birlikte, bu sınıfı, vereme ve tifüse karşı özellikle güçsüz durumda birakmaktadır."[210] Bu durumda, denetmenlerin ortak ifadelerine göre, bu sınıfın safları arasında koyu bir hoşnutsuzluk egemen olmasına, geçmişin özlemi içersinde yaşayıp, bugünü lanetlemelerine ve gelecekten umutlarını kesmelelerine, kendilerini, "kışkırtıcıların kötü etkilerine kaptırmalarına", kafalarına tek bir sabit fikrin, Amerika'ya göç etme düşüncesinin yerleşmesine şaşmamak gerekir. Malthus'un her derde deva nüfus azalmasının, yeşil Erin'de [İrlanda. -ç.] yarattığı bolluk ülkesi işte budur.

İrlandalı fabrika işçisinin sürdüğü mutlu yaşamı bir örnek bize gösterecektir: İngiliz fabrika denetmeni Robert Baker, "Kuzey İrlanda'ya yaptığım son gezimde" diyor, "İrlandalı kalifiye bir işçinin, çocuklarının eğitimi için şöyle bir çaba içersinde bulunduğuna tanık oldum. Onun sözlerini burada yinelememin başlıca nedeni, (sayfa 724) hepsini kendi ağzından dinlemiş olmamdır. Manchester pazarında satılan malların yapımında çalıştırıldığını söylersem, gerçekten kalifiye bir işçi olduğu daha iyi anlaşılır. Johnson: —'Pazartesi gününden cuma gününe kadar, sabah 6'dan gece 11'e kadar çalışırım. Cumartesileri akşam 6'da işten çıkarız, (yemek ve dinlenme için) üç saatimiz vardır. Hepsi beş çocuğum var. Bu işte haftalık kazancım haftada 10 şilin 6 penidir; karım da burada çalışır ve haftada 5 şilin alır. Oniki yaşındaki büyük kızım evi yönetir, yemeği pişirir, bütün işleri o görür. Küçükleri okula o hazırlar. Evin önünden geçen bir kız, sabah beşbucukta beni uyandırır. Karım da kalkar ve birlike çıkarız. İşe gelmeden önce bir şey (yiyemeyiz). Oniki yaşındaki kız, bütün gün küçüklere bakar, biz saat sekizde kahvaltı zamanına kadar bir şey yemeyiz. Sekizde eve gideriz. Haftada bir kez çay içeriz, diğer günler olanaklarımıza göre ya yulaf unu, ya da mısır unu ile yapılmış bulamaç içeriz. Kışın, mısır ununa biraz şeker, biraz su katarız. Yazın, ufacık bahçemize ektiğimiz patatesleri yeriz, bunlar bitince de gene bulamaca devam. Bazan elimize geçerse biraz süt içeriz. Bütün yıl boyunca, pazar günü de, haftanın öteki günleri de bu böyle sürer gider. Geceleri işim bitince daima çok yorgun olurum. Bazan sığır eti de gördüğümüz olur, ama pek seyrek. Çocuklarımizdan üçü okula gider, haftada herbirisi için 1 peni ödüyoruz. Haftalık kiramız 9 peni. Yakmak için turba kömürüne iki haftada bir en az 1 şilin 6 peni ödüyoruz.'"[211] İşte İrlanda'da ücretler, işte İrlanda'da yaşam!

Aslında, İrlanda'daki sefalet, İngiltere'de gene günün konusu. 1866 yılının sonu ile 1867 yılının başında İrlanda'nın büyük toprak sahiplerinden Lord Dufferin, bu duruma The Times gazetesinde bir çare buldu. "Wie menschlich von solch' grossem Herrn!"[14*]

E tablosunda, 1864 yılında, 4.368.610 sterlinlik toplam kârın yalnız 262.819 sterlinini, üç büyük artı-değer yapımcısının cebe indirdiğini gördük; oysa 1865'te, 4.669.979 sterlinlik toplam kârın 274.528 sterlinini gene aynı üç "perhiz" hokkabazı cebe indirdi; 1864'te 26 artı-değer yapımcısı 646.377 sterline; 1865'te 28 artı-değer yapımcısı 736.448 sterline; 1864'te 121 artı-değer yapımcısı 1.076.912 sterline; 1865'te 150 artı-değer yapımcısı 1.320.906; 1864'te 1.131 yapımcı 2.150.818 sterline, yani neredeyse toplam yıllık kârın yarısına; 1865'te, 1.194 artı-değer yapımcısı 2.418.833 sterline, (sayfa 725) yani toplam yıllık kârın yarısından fazlasına ulaşmış bulunuyorlardı. Ama, İngiltere, İskoçya ve İrlanda'da bir avuç büyük toprak sahibinin, toprağın sağladığı yıllık gelirden aldıkları aslan payı o kadar korkunçtur ki, İngiliz devletine yaraşır bilgelikle, kâr dağılımında olduğu gibi toprak rantlarının dağılımı konusunda da aynı istatistiki bilgileri çevreye yaymanın uygun düşmeyeceği sonucuna varmışlardır. Lord Dufferin de işte bu büyük toprak sahiplerinden birisi. Bu toprak rantları ile kârların "aşırı" olduğunu düşünmek, ya da aşırı zenginliğin, halkın aşırı sefaleti ile ilişkili olduğunu sanmak, kuşkusuz, "kötü niyetli" olduğu kadar "yanlış" bir düşüncedir de. Lord Dufferin olgulara değiniyor; İrlanda'da nüfus azaldıkça, toprak rantları kabarıyor; nüfusun azalması, büyük toprak sahiplerinin yararına olduğu için toprağın da yararına ve dolayısıyla toprağın yalnızca tamamlayıcı bir parçası olan halkın da yararına oluyor. Ve bunlara dayanarak, İrlanda'nın hâlâ daha çok kalabalık bir nüfusa sahip bulunduğunu, göç akımının istenilen hıza henüz ulaşmadığını ilân ediyor. Tam mutluluğa ulaşması için, İrlanda'nın, bir milyon emekçi halkın en az üçte-birinden kurtulması gerekir. Bütün bunlarda, sakın, bu şairane Lord'un, hastası iyileşmedikçe daima kan aldıran ve hastalıkla birlikte hastada kan tükenene kadar bu işe devam eden Sangrado okulu hekimlerine benzediği sonucunu çıkartmayın. Lord Dufferin, iki milyon yerine yalnızca bir milyonun üçte-biri kadar bir kan alma talebinde bulunuyor; gerçekten de bunlardan kurtulmaksızın İrlanda'nın altın çağı gerçekleşemez. Bunun kanıtı da hazır. (sayfa 726) 1851-1861 arasındaki merkezileşme, ilk üç kalegoriye girenleri, yani 1 acre'ın altındakilerdein ve 15 acre'a kadar olan çiftlikleri yoketti. Her şeyden önce, bunların yokolması gerekiyordu. Böylece, ortaya, 307.058 "fazla" çiftçi çıkar, ve en düşük ortalama 4 kişilik aile hesaba katılırsa bu sayı 1.228.232 kişiye ulaşır. Çok abartmalı bir varsayımla, tarımsal devrimin tamamlanmasından sonra bunların dörtte-birinin yeniden iş bulabileceği kabul edilse bile,. geriye, göç edecek 921.174 kişi kalır. 4, 5 ve 6 kategorileri, 15-100 acre arası çiftlikler, İngiltere'de uzun süredir bilindiği gibi kapitalist biçimde tahıl üretimi için çok küçük, koyunculuk için ise kaybolmak üzere olan miktarlardır. Önceki varsayıma göre, göç etmek üzere ortaya 788.761 kişi daha çıkıyor ve toplam 1.709.532 oluyor. Ve iştah, yedikçe açıldığına göre, büyük toprak sahipleri, çok geçmeden 3,5 milyonluk İrlanda'nın gene sefil olduğunu ve bu sefaletin nedeninin de aşırı nüfus olduğunu keşfedeceklerdir. Demek ki, nüfus seyrekleşmesinin daha da devam etmesi gerekiyor; böylece bu ülke, gerçek yazgısı dlan, İngiliz koyun otlağı ve sığır merası olma durumuna ulaşmış bulunacaktır.[213]

Bu berbat dünyadaki bütün iyi şeyler gibi, bu kârlı (sayfa 727) yöntemin de kendi engelleri vardır. İrlanda'da toprak rantı birikimiyle birlikte, Amerika'da İrlandalı birikim atbaşı gider, koyun ve öküz tarafından yurdundan atılan İrlandalı, okyanusun öbür kıyısında bir Fenian[15*] olarak ortaya çıkar ve ihtiyar denizler kraliçesinin karşısında, genç Cumhuriyet, gittikçe tehdidini artıran bir dev gibi yükselir:

Acerba fata Romanos agunt

Scelusque fraternae necis.[16*]

(sayfa 728)

Dipnotlar

[102] Tenth Report of the Commissioners of H. M's Inland Revenue, Lond. 1866, s. 38.

[103] Ibidem.

[104] Bu rakamlar karşılaştırma için yeterlidir, ama mutlak olarak alınırsa hatalıdır, çünkü yılda belki de 100 milyon sterlinlik bir gelir beyan dışı kalmaktadır. İç gelirler yetkiIileri, özellikle ticaret ve sanayi sınıflarının sistemli vergi kaçakçılığı konusundaki şikayetlerini bütün raporlarında yinelemektedirler. Örneğin, "Bir anonim şirket, vergilenebilir kâr olarak 6.000 sterlin göstermişti, hesap uzmanı, bu miktarı 88.000 sterline yükseltti ve sonunda vergi bu miktar üzerinden alındı. 190.000 sterlin kâr gösteren başka bir şirket, sonunda gerçek kârın 250.000 sterlin olduğunu kabul etmek zorunda kaldı." (Ibid., s. 42.) [105] Census etc., l.c., s. 29. John Bright'in İngiltere topraklarının yarısının 150, İskoçya topraklarının yarısının 12 büyük toprak sahibinin elinde bulunduğu iddiası hiç bir zaman çürütülememiştir.

[106] Fourth Report etc., of Indland Revenue, Lond. 1860. s. 17.

[107] Bunlar, yasanin tanıdığı bazı indirimlerden sonra net gelirlerdir.

[108] Şu anda, 1867 Martında Hindistan ve Çin pazarları, İngiliz pamuklu dokuma fabrikatörlerinin yaptıkları ihracatla tekrar aşırı dolu durumdadır. 1866 yılında, pamuklu dokuma işçileri arasında yüzde 5 ücret indirimi yapılmıştır. 1867'de buna benzer bir indirim yüzünden, Preston'da 20.000 işçi greve gitti. [Dördüncü Almanca baskıya ek. — Bu, hemen bunun ardından patlak veren bunalımın ilk perdesiydi. - F.E.]

[109] Census etc.. l.c., s. 11.

[110] Gladstone'un Avam Kamarasında 13 Şubat 1843 tarihinde yaptığı konuşma. 14 Şubat 1843 tarihli Times gazetesi: "Bu ülkenin toplumsal durumunun, her türlü yadsınmanın ötesinde çok hüzün verici bir görünüşü de, şu anda, halkın tüketim gücünde bir azalma olduğu ve yoksulluk iIe sıkıntının yarattığı baskı arttığı halde, aynı zamanda, üst-sınıflarda sürekli bir servet birikimi görülmekte, yaşam tarzlarında lüks daha büyük bir yer tutmakta, zevk ve eğlence olanakları artmaktadır." (Hansard. 13 Şubat.)

[111] "From 1842 to 1852 the taxable income of the country increased by 6 per cent.. In the 8 years from 1853 to 1861, it had increased from the basis taken in 1853, 20 per cent! The fact is so astonishing as to be almost incredible ... this intoxicating augrnentation of wealth and power ... entirely confined to classes of property ... must be of indirect benefit to the labouring population, because it cheapens the commodities of general consumption — while the rich have been growing richer, the poor have been growing less poor! at any rate, whether the extremes of poverty are less, I do notpresume to say." (Gladstone'un Avam Kamarasında 16 Nisan 1863'te yaptığı konuşma. Morning Star, 17th April.)

[112] Mavi kitaptaki resmi rakamlara bakınız: Miscellaneous Statistics of the United Kingdom, Kısım VI, London 189, s. 260-273, passim. Yetimevlerine ait istatistikler yerine, Kraliyet ailesinin çocukları için öngörülen çeyize ait saray kayıtları da aynı işi görebilirdi. Geçim araçlarının ateş pahası olduğunu belirtmeyi de bu belgelerde hiç ihmal etmezler.

[113] Gladstone'un, Avam Kamarasında 7 Nisan 1864'te yaptığı konuşmanın Hansard'da çikan şekli şöyle: "Ve genellikle insan yaşamı birçok durumda, varolma savaşımından ibarettir." Gladstone'un 1863 ve 1864 bütçe konuşmalarındaki devamlı apaçık çelişkileri bir İngiliz yazarı, Bolieau'dan aldığı şu dizelerle nitelendirmiştir:

"Voila l'homme en effet. Il va du blanc au noir.

Il condamne au matin ses sentiments du soir.

Importun à tout autre, à soi même incommode,

Il change à tous moments d'esprit comme de mode."

"İşte insan gerçekte. Aktan karaya gider.

Akşam duygularını şafakta mahkum eder.

Başkasını bıktırır, kendisini bezdirir.

Moda gibi durmadan fikrini değiştirir."]

([H. Roy,] The Theory of Exchanges etc., London 1864, s. 135 ['te anılıyor].)

[114] H. Fawcett, l.c., s. 67, 82. Emekçilerin bakkallara gittikçe bağlanmalarına gelince, bu çalışmalarında sık sık ortaya çıkan dalgalanmalar ve kesilmelerin sonucudur.

[115] Gal, burada daima İngiltere'ye katılmıştır.

[116] Adam Smith zamanından beri kaydedilen ilerlemelere, onun "işevi" sözcüğünü hâlâ arasıra "işyeri" ile eşanlamda kullanıyor olması özel bir ışık tutmaktadır; örneğin, yapıtında işbölümü konusundaki kısımın başlangıcı şöyledir: "Farklı işkollarında çalıştırılanlar sık sık aynı işevinde toplanabilirler."

[117] Public Health, Sixth Report, 1884, s. 13.

[118] l.c., s. 17

[119] l.c., s. 13

[120] l.c., Appendix, s. 232.

[121] l.c., s. 232, 233.

[122] l.c., s. 14, 15.

[123] "Kişi hakları başka hiç bir yerde mülkiyet haklarına, emekçi sınıfın barınma konusunda olduğu kadar açıkça ve utanmazca feda edilmemiştir. Her kente, insanların kurban edildiği bir yer; binlerce insanın hırs ve tamah tanrısına kurban edildiği kanlı bir tapınak gözüyle bakılabilir." S. Laing, l.c., s. 150.

[124] Public Health, Eighth Report, 1866, s. 14. not.

[125] l.c., s. 89. Sömürgelerdeki çocuklarla ilgili olarak Dr. Hunter şöyle diyor: "Yoksulların, birbiri üzerine yığılmış kalabalıklar halinde yaşadıkları bu çağdan önce, çocukların nasıl yetiştirildiklerini bize anlatabilecek insanlar artık sağ değiller; şu anda, 'tehlikeli sınıflar' olarak gelecekteki uygulamalarına hazırlık olmak üzere eğimlerini, gece yarısına kadar, her yaştan, yarı-açık, sarhoş, küfürbaz ve kavgacı insanlarla birarada oturarak tamamlayan çocukların, bu ülkede belki de daha önce bir eşine raslanmayan koşullar altında bugünkü yetişme tarzlarından, gelecekte kendilerinden neler beklenebileceğini bize söyleyebilecek kimse, herhalde cüratkar bir kâhin saymak gerekirdi." (l.c., s. 56.)

[126] l.c., s. 62.

[127] Report of the Officer of Health of St. Martın's-in-the Fields, 1865.

[128] Public Health, Eighth Report, 1866, s. 91.

[129] l.c.. s. 88.

[130] l.c., s. 88.

[131] l.c., s. 89.

[132] l.c., s. 55 ve 56.

[133] l.c., s. 149.

[134] l.c.. s. 50.

[135] Şirketin Bradford'a ait listesi: l.c., s. 111.

[136] l.c., s. 114.

[137] l.c., s. 50.

[138] Public Health, Seventh Report, Lond. 1865, s. 18.

[139] l. c., s. 165.

[140] l.c., s. 18. not. — Chapel-en-le-Frith-Union, yardım memuru, genel yazmana şunları bildiriyordu: "Doveholes'da, büyük bir kireç ve kil tepesinin yamaçlarına küçük mağaralar açıldı; bu mağaracıklar, çevrede yapilmakta olan demiryollarında çalışan emekçiler ve diğerleri için barınak olarak kullanılıyor. Mağaralar küçük ve nemli, pislik ve bulaşık suları için kanal olmadığı gibi, helaları da yok: tepedeki baca deliğinden başka hava alacak yeri de bulunmamakta. Bu eksiklikler sonucu bir süredir çiçek hastalığı salgın hale gelmiş olup, bu, mağara sakinleri arasında ölümlere yolaçmaktadır." (l.c., not 2.)

[141] Dördüncü Kısmın sonunda verilen ayrıntılar, özellikle kömür madenlerindeki işçilere aittir. Diğer madenlerdeki daha kötü koşullar hakkında, 1864 tarihli Krallık Komisyonunun büyük bir dikkatle hazırlanmış raporuna bakınız.

[142] l.c.. s.,180, 182.

[143] l.c., s. 515, 517.

[144] l.c., s. 16.

[145] "Londra'da fakir fukaranın toptan açlıktan kırılması. ... Son birkaç gün içinde Londra'nın duvarlarına, üzerterinde aşağıdaki dikkati çekici bildiriler yazılı büyük kağıtlar yapıştırıldı: 'Semiz öküzler! Açlıktan kırılan insanlar! Açlıktan kırılan insanlar sefil inlerinde, ölüme ve çürümeye terkedilirken sırça köşklerinden inen semiz öküzler, zenginleri doyurmak için lüks kâşhanelerin yolunu tuttular.' Bu uğursuz süzleri taşıyan ilânlar, belli aralıklarla yapıştırılıyordu. Bunların üzerleri boyanır ya da kazınır kazınmaz, aynı yere ya da aynı derecede göze çarpan bir başka yere yenileri konuyordu ... bu ... Fransız halkını 1789 olaylarına hazırlayan gizli devrimci örgütlerden birini ammsatıyor. ... İngiliz işçilerinin, karıları ve çocukları ile soğuk ve açlıktan can verdikleri şu anda, milyonlarca İngiliz altını —İngiliz emeğinin ürünleri— Rusya'da, İspanya'da, İtalya'da ve diğer dış girişimlere yatırılmış bulunuyor." — Reynolds' Newspaper, January 20th, 1867.

[145a] Ducpétiaux, l.c., s. 151, 154, 155, 156.

[146] James E. Thorold Rogers, Prof. of Polit. Econ., in the University of Oxford, A History of Agriculture and Prices in England, Oxford 1866, v. I, s. 690. Sabırlı ve gayretli bir çalışmanın ürünü olan bu yapıt, şimdiye kadar yayınlanan iki cildinde, yalnız 1259 ile 1400 yılları arasındaki dönemi kapsıyor. İkinci cilt yalnızca istatistikleri içeriyor. Bu yapıt, o zamana ait elimizde bulunan tek otantik "History of Prices" ["Fiyat Tarihi"]'dir.

[147] Reasons for the Late Increase of the Poor-Rates: or, a comparative view of the prices of labour and provisions, Lond. 1777, s. 5, 11.

[148] Dr. Richard Price, Observations on Reversionary Payments, 6. ed., By W. Morgan, Lond. 1803, v. II, s. 158, 159. Price, 159. sayfada şuna işaret ediyor: "Bugün, emek-gücünün nominal fiyatı, 1514 yılına göre aşağı yukarı dört ya da en çok beş katı fazladır. Oysa, buğdayın fiyatı yedi katı, etin ve giyim eşyasının fiyatları onbeş katı kadar yükselmiştir. Bu nedenle, emeğin fiyatı, geçim giderlerindeki artışla orantılı olarak yükselmiş olsa bile, bu giderlerdeki artış ile aradaki orantı yarı yarıya bile değildir."

[149] Barton, l.c., s. 26. 18. 18. yüzyılın sonu için bkz: Eden, l.c.

[150] Parry, l.c., s. 86.

[151] id., s. 213.

[152] S. Laing, l.c.. s. 62.

[153] England and America, Lond. 1833, c. I, s. 47.

[154] Bu amaçla toprak aristokrasisi, kendisine, hazineden, kuşkusuz Parlamento aracılığı ile çok düşük faizle avans verdi, oysa çiftçiler bunu çok daha yüksek faizie ödemek durumundaydılar.

[155] London Economist, March 29th, 184ş, s. 290.

[156] Orta-sınıf çiftçi nüfusundaki azalış, özellimle şu sayım kategorisinde görülebilir: "Çiftçinin oğulları, erkek torunları, kardeşleri, yeğenleri, kızları, kız torunları, kız kardeşleri"; yani çiftçinin çalıştırıldığı kendi ailesinin üyeleri. Bu kategori, 1851 yılında 216.851 kişi iken, 1861'de 176.151 kişiye inmiştir. 1851 ile 1871 yılları arasında, 20 acre'dan küçük çiftliklerin sayısı 900'den daha fazla bir azalma göstermiştir; 50 ila 75 acre arasındaki çiftlikler 8.253'ten 6.370'e inmiştir; 100 acre'dan küçük bütün çiftlikler için de durum aynıdır. Buna karşılık, aynı yirmi yıl boyunca, büyük çiftliklerin sayısırda bir artış olmuştur; 300-500 acre arasında olanlar 7.771'den 8.410'a yükselmiş, 500 acre'dan büyük olanlar 2.755'den 3.914'e yükselmiş, 1.000 acre'dan büyük olanlar 492'den 582'ye çıkmıştır.

[157] Çoban sayısı 12.517'den 25.559'a yükselmiştir.

[158] Census, etc., l.c., s. 36.

[159] Rogers, l.c., s. 693. Mr. Rogers liberal okuldandır. Cobden ve Bright'ın kişisel dostudur; bu nedenle, laudator temporis acti [geçmiş zaman aşığı -ç.] olamaz. [160] Public Health Seventh Report, 1865, s. 242. Bu nedenle, toprakbeyinin, tarım emekçisinin kazancının arttığını duyar duymaz kirayı yükseltmesinde ya da, "karısı bir iş bulduğu için", çiftçinin, emekçinin ücretinde bir indirme yapmasında olağan-dışı bir şey yoktur. l.c.

[161] l.c., s. 135.

[162] l.c., a. 134.

[163] Report of the Commissioners ... relating to Transportation and Penal Sercitude, Lond. 189, s. 42, 50.

[164] l.c., s. 77. Memorandum by the Lord Chief Justice.

[165] l.c.. s. 11, Minutes of Evidence.

[166] l.c., s. 1, Ek. s. 280.

[167] l.c., s. 274, 275.

[168] Public Health, Sixth Report, 1864, s. 238, 249, 261, 262.

[169] l.c.. s. 262.

[170] l.c., s. 17. İngiliz tarım emekçisi, İrlandalı tarım emekçisine göre ancak dörtte bir oranında süt ve onun yarısı kadar ekmek elde eder. Arthur Young, bu yüzyılın başında "İrlanda Gezisi"nde buradaki emekçilerin daha iyi besin aldıklarını görmüştü. Bunun çok basit nedeni yoksul İrlandalı emekçinin, zengin İngiliz çiftçisinden kiyaslanamayacak derecede daha insancıl olmasıdır. Galler ülkesine gelince, metinde söylenenler yalnız güney-batı için geçerlidir. Buradaki bütün hekimler, verem, sıraca vb. gibi hastalıklar nedeniyle ölüm oranındaki artışın, halkın fizik koşullarındaki bozulmayla birlikte yükseldiği ve bu bozulmanın da yoksulluktan ileri geldiği kanısındadırlar. "Onun" (tarım emekçisinin) "bakım gideri günde 5 peni dolayında hesaplanmakla birlikte, birçok bölgelerde bunun çiftçiye çok daha aza malolduğu söylenmektedir." (Zaten çiftçinin kendisi de yoksuldur.) "... Bir parça tuzlanmış et ya da salam ... hazmı güç bir işe değmeyecek kadar tahta gibi kupkuru tuzlu bir şey ... bir kazan bulamaca tat versin diye kullanılır ve emekçi günlerce sabah-akşam aynı şeyi yer." Sanayideki ilerlemeler, onun için bu soğuk ve rutubetli iklimde, "sağlam ev dokuması giyeceklerini bırakarak ucuz ve sözde pamuklu denilen şeyleri giyme" ve kuvvetli içkiler yerine bulaşık suyu gibi çayı içme zorunluluklarını getirmiştir. "Tarım emekçisi, saatlerce, rüzgar ve yağmur altında çalıştıktan sonra ktilübesine girer ve içersinde turba ya da kil ile topaklanmış küçük kömür parçalarının yandığı ve çevreye bol miktarda karbonik ve sülfüroz asidi yayan ocağın karşısına oturur. Duvarlar taş ve çamurdan örülmüştür, taban ise daha kulübe yapılmadan önceki çıplak topraktan ibarettir, çatı, samanla karıştırılmış toprak ve çamurdur. Bütün çatlak ve yarıklar, sıcaklık kaybını önlemek için tıkanmıştır, cehennemi andıran bir atmosfer içersinde, yer, çamurla kaplı, biricik elbisesi sırtında kuruyan işçi, çoğu kez bulamacını burada içtiği gibi, karısı ve çocuklarıyla da burada yatar. Gecenin bir kısmını bu gibi kulübelerde geçirmek zorunda kalan ebeler, ayaklarının yerdeki çamura nasıl battığını, özel bir hava deliği açmak için duvarı kolayca nasıl oyduklarını anlatmışlardır. Toplumun çeşitli kademelerinden pek çok tanık, bu ve benzeri sayısız sağlığa zararlı etkilerin, zaten yeteri kadar beslenmeyen köylüleri, hastalıklı ve sıracalı bir topluluk haline getirdiğini söylüyorlar. ... Carmarthenshire ve Cardiganshire sağlık memurlarının ifadeleri aynı durumu çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Ayrıca, daha büyük bir felaket var: çok daha korkunç bir salgın halindeki çok sayıda budalalar." Şimdi de, iklim durumu üzerine birkaç söz. "Yılın sekiz-dokuz ayında bütün ülkede esen kuvvetli bir güney-batı rüzgarı beraberinde sağanak halinde yağmur getirmekte ve bu yağışı tepelerin batı yamaçları almaktadır. Pek az ağaca, o da kuytu yerlerde raslanır; açık yerlerde olanlar, ağaçlıktan çıkmış biçimler alırlar. Kulübeler, çoğu kez bir dağın eteğine gizlenmiştir, ya da bir sel yatağına yapılmıştır; otlaklarda ancak cılız koyunlarla yerli sığırlar yaşayabilmektedir. ... Gençler doğuya, Glamorgan ve Monmuth maden bölgelerine göç ederler. Carmarthenshire, madencilerin yetişme yeri ve sakatlar yurdudur. Nüfus bu yüzden sayısını ancak koruyabilir durumdadır." İşte Cardiganshire nüfusu: Dr. Hunter, Public Health, Seventh Report, 1865, s. 498-502, passim. [171] 1865'te bu yasa bir dereceye kadar düzeltildi. Bu yamaların hiç bir işe yaramadığını denemeler çok geçmeden gösterecektir.

[172] Bunu izleyen satırları anlayabilmemiz için "Close Villages" ("Kapalı Köyler")'in sahiplerinin, bir ya da iki büyük toprakbeyi olduğunu anımsamamız gerekir. "Open Villages" ("Açık Köyler") ise, toprakları daha küçük toprakbeylerine ait olanlardır. Spekülatörler işte bu ikinci tip üzerinde kulübeler ve kiralık yerler yaparlar.

[173] Bu tür bir göstermelik köyün görünüşü çok hoştur, ama Katerina II'nin Kırım yolculuğu sırasında gördüğü köyler gibi gerçekle ilgisi yoktur. Son zamanlarda çobanlar da bu köylerde görünmez oldular, sözgelişi, Market Harboro, 500 acre büyüklüğünde bir koyun çiftliğidir, ama ancak tek bir kişi çalıştırmaktadır. Bu güzel ovalarda, Leicester ve Northampton'ın güzel otlaklarında uzun yürüyüşleri kısaltmak için, çobana, çiftlikte bir oda ayrılıyordu. Şimdi ise, kendisine barınma bedeli olarak haftada onüç şilin veriliyor ve o da böyle bir barınağı ancak uzak bir açık köyde bulabiliyor.

[174] "Emekçilerin evleri" (daima aşırı kalabalık açık köylerde bulunan) "arka yüzleri, malsahibinin kendisine ait olduğunu söylediği toprağın daima son sınırına gelecek şekilde sırayla yapıldıkları için, ancak ön cepheden ışık ve hava alabilirdi." (Dr. Hunter'ın raporu, l.c., s. 135.) Çoğu kez köyün bira satıcısı ya da bakkalı aym zamanda evini kiraya verir. Bu durumda tarım emekçisi onun kişiliğinde çiftçinin yanısıra bir başka patron ile de karşı karşıyadır. Emekçi, bu adamın hem müşterisi ve hem de kiracısıdır. "On şilinlik haftalığından yıllık 4 sterlin kira düşüldükten sonra, elinde kalanla satıcının istediği fiyatla modicum [bir tutam -ç.] çayını, şekerini, ununu, sabununu, mumunu ve birasını ondan satınalmak zorundadır." (l.c., s. 132 ) Bu açık köyler, aslında, İngiliz tarım proletaryasının "açık cezaevleri"dir. Bu kulübelerden çoğu, çevredeki bütün serserilerin gelip geçtikleri kiralık yerlerden başka bir şey değildir. En kötü koşullar altında bile çoğu kez dürüstlüğünü ve saflığını şaşılacak şekilde korumuş bulunan kır emekçisi ve ailesi, buralarda berbat olup giderler. Bina spekülatörleri, küçük toprak sahipleri ve açık köyler karşısında, aristokrat tefeci takımı arasında ikiyüzlüce omuz silkip geçmek kuşkusuz moda haline gelmiştir. Bunlar, kendi "kapalı köyler"inin ve "göstermelik köyler"inin bu açık köylerin doğum yerleri olduklarını ve onlar olmaksızın varolamayacaklarını pekala bilirler. "Emekçiler ... küçük mülk sahipleri olmasaydı, çoğu kez çalıştıkları çiftliklerin ağaçları altında uymak zorunda kalırlardı." (l.c.. s. 135.) "Açık" ve "kapalı" köyler sistemi, bütün Midland [Orta İngiltere kontlukları -ç.] ile baştanbaşa İngiltere'nin doğu kesiminde görülür.

[175] "Malsahibi ... haftada 10 şiline çalıştırdığı bir adamın sırtından ayrıca bir kâr sağlar; bu zavallı ırgattan, aslında 20 sterlin bile etmeyen evinin kirası için yılda 4-5 sterlin kira sızdırır ve bu işi 'ya evimde oturursun ya da başka bir yere çıkarsın, ama benden bonservis falan isteme', diyerek tehditle sürdürür. ... Bir insan, durumunu iyileştirmek istese de, demiryolu yapımında ya da taşocağında çalışmaya kalkışsa, aynı zorluk ve tehdit hazırdır: 'Ya bu düşük ücretle benim için çalışırsın ya da haftaya buradan defolur gidersin; domuzunu al, bahçeye ektiğin patatesleri de sök götür. Malsahibi (yani çiftçi) eğer işine gelirse, bu gibi durumlarda işten ayrılanları cezalandırmak için ev kirasını da yükseltir." (Dr. Hunter, l.c., s. 132.)

[176] "Genç evli çiftler, yetişkin erkek ve kız kardeşler için iyi örnek oluşturmazlar: olayları görüp saptamak mümkün olmamakla birlikte, kardeş1er arası cinsel ilişkiden dolay, bu işe katılan kadınların büyük ıstıraplarla ve bazan ölümle yüzyüze geldiklerini söylemek için yeter bilgiler vardır." (Dr. Hunter, l.c., s. 137.) Uzun yıllar Londra'nın en berbat mahallelerinde görev yapmış olan bir taşra polis memuru, köyündeki kızlar için şunları söylüyor: "Bunlardaki açık-saçıklığı ve utanmazlığı, Londra'nın en berbat yerlerindeki görevim sırasında bile görmedim. ... Çoğu kez, büyük oğlanlarla kızlar, analarla babalar aynı odada yatıp kalkıyorlar ve domuzlar gibi yaşıyorlar." (Child. Empl. Com. Sixth Report, 1867, s. 77 sq., n° 155.)

[177] Public Health, Seventh Report, 1865, s. 9, 14 passim.

[178] "Tarım emekçisinin tanrı vergisi çalışması onun durumuna bir haysiyet kazandırır. O, bir köle değil, bir barış eridir ve toprakbeyinin, ona, evli erkeklere sulanacak türden bir ev vermesi gerekir, çünkü ondan, ülkenin askerden istediği gibi zorunlu bir emek-gücü istemektedir. Yaptığı iş için, askerin aldığından daha fazla bir ücret almamaktadır. Tıpkı asker gibi o da daha çok genç, bilisiz ve kendi işinden ve oturduğu yerden başka bir şey bilmediği bir zamanda işe alınır. Erken evlilik ve çevrenin çeşitli yasaları onun üzerinde, kura ve askeri ceza yasalarının işlemesi gibi etkili olur." (Dr. Hunter, l.c., s. 132.) Arasıra çok yumuşak kalpli bir toprakbeyinin kendi eseri olan yalnızlık ve ıssızlıktan yakındığı da görülür. Lord Leicester, Hookham şatosunun tamamlanması üzerine kendisini kutlamaya gelenlere şöyle diyor: "İnsanın kendi ülkesinde yaapayalnız olması hüzünlü bir şey. Çevreme bakıyorum benimkinden başka ev yok. Ben, Devler Şatosunun deviyim ve bütün komşularımı yuttum."

[179] Son on yıldır Fransa'da buna benzer bir hareket görülüyor: kapitalist üretim, tarımı ele geçirdiği ölçüde "artı" tarımsal nüfusu kentlere sürüyor. Burada da, gene, barınma ve diğer koşullarda, artı-nüfusun kaynağındaki bozulma ve yozIaşmaları görüyoruz. Bu, toprağın parsellenmesi sisteminin yarattığı "Prolétariat foncier" ["toprak proletaryası" ç.] konusunda, diğerlerl arasında, Colins'in daha önceki sözü edilen yapıtına ve Karl Marx'ın, Der Achtzehnte Brumaire des Louis Bonaparte, 2. Aufl., Hamburg, 1869, s. 56, sqq., [Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 135 vd.] adlı yapıtına bakınız. 1846 yılında Fransa'da kent nüfusu yüzde 24,42, tarımsal nüfus yüzde 75.58; 1861'de ilki yüzde 28,86, ikincisi yüzde 71.14 idi. Son beş yil içersinde, tarımsal nüfus yüzdesindeki azalma daha da belirlidir. Daha 1846 yılında Pierre Dupont, "İşçiler" şarkısında, şöyle diyordu:

Mal vétus, logés dans des trous,

Sous les combles, dans les décombres,

Nous vivons avec les hiboux

Et les larrons, amis des ombres,

[Üstbaş lime lime, izbe deliklerde,

Çatı katlarında, yıkıntılar içinde,

Yaşarız, karanlıkların dostu

Baykuşlar ve uğrularla birlikte.]

[180] Sixth and last Report of the Children's Employment Commission, 1867 Martının sonunda yayınlanmıştır ve yalnız, tarımdaki ekip sistemini ele almaktadır.

[181] Child. Emp. Comm., Vl. Report, Evidence, n° 173, s. 37.

[182] Bazı ekipbaşları, bununla birlikte 500 acre'lik çiftliklerin ya da sıra sıra evlerin sahibi durumuna yükselmeyi başardılar.

[183] "Ludfordlu kızların yarısı bu ekipler ile düşüp kalkarak mahvoldular." l.c., s 6. § 32.

[184] "Ekipler son yıllarda büyük ölçüde arttılar. Bazı yerlerde bunların oldulça yakın zamanlarda kullanılmaya başlandığı söyleniyor: ekiplerin uzun zamandır ... çalıştığı yerlerde ... daha fazla ve daha genç çocuklar çalıştırılıyor." (l.c., s. 79, § 174.)

[185] "Küçük çiftçiler hiç ekip kullanmıyorlar." "Yoksul topraklar üzerinde değil, 40 ile 50 şilin kira getiren topraklar üzerinde çok sayıda kadın ve çocuk çalıştırılmaktadır." (l.c., s. 17, 14.)

[186] Aldığı rantın tadı damağında olan bu beylerden bir tanesi, Araştırma Komisyonuna, bütün bu gürültünün, sistemin adından ileri geldiğini öfkeyle söylemiştir. Eğer bunlara "ekip" yerine, "Kır Gençliğinin Bağımsız Sanayi Birliği" denseydi hiç kimsenin sesi çıkmazdı.

[187] "Ekip işi, diğer işten daha ucuzdur" diyor bir eski ekipbaşı, "çalıştırılmalarının nedeni de budur." (l.c., s. 17, § 14.) Bir çiftçi de şöyle diyor: "Ekip sistemi, çiftçi için mutlaka en ucuzu, çocuklar için mutlaka en kötüsüdür." (l.c., s. 16, § 3.) [188] "Ekiplerde, şimdi çocukların yaptıkları işin çoğunu, eskiden, kuşkusuz, erkekler ile kadınlar yapardı. Şimdi, eskiden kadınlar ile çocukların çalıştığından fazla erkek işçi işsiz durumda." (l.c., s. 43, n° 202.) Buna karşılık, şunlar da söyleniyor: "Emek sorunu bazı tarımsal bölgelerde, özellikle verimli yerlerde, göç ve büyük kentlere ulaşımı kolaylaştıran demiryolları nedeniyle o kadar ciddi bir şekil almıştır ki, ben" (yanı, büyük bir toprakbeyinin kahyası) "çocukların hizmetini, vazgeçilmez bir şey sayıyorum." (l.c., s. 80, n° 180.) Çünkü, İngiliz tarım bölgelerindeki "emek sorunu", uygar dünyanın geri kalan kısmından farklı olarak, büyük toprakbeyleriyle çiftçilerin sorunu demektir; yani tarımsal nüfusun sürekli artış gösteren dış gücüne karşın, ülkede yeterli nispi artı-nüfusun nasıl devam ettirileceği ve böylece tarım emekçilerinin ücretlerinin nasıl en düşük düzeyde tutulabileceği sorunudur.

[189] Çocuk ölümleri konusunu ele alan ve bu arada da ekip sistemine değinilen Halk Sağlığı Raporundan basının ve dolayısıyla İngiliz kamuoyunun haberi olmamıştır. Buna karşılık, komisyonunun son raporu, basına, daima işine gelen, sansasyonel bir haber sağlamıştır. Liberal basın, Güney Adaları sakınlerinin ahlaklarını düzeltmek için güney kutbuna özel misyonerler gönderen kibar beylerle hanımların ve Lincolnshire'i dolduran dolgun maaşlı devlet kilisesi rahiplerinin kendi malikanelerinde ve kendi gözleri önünde böyle bir sistemin uygulanmasına nasıl izin verdiklerini sorarken, daha kibar ve ince basın, kendi öz evlatlarını böylesine bir köleliğe satabilen kırsal nüfusun bu kaba yozlaşması üzerinde derin düşüncelere dalmakla yetinmişti! Oysa bu "hassas" kişilerin tarım emekçilerini mahküm ettikleri lanetli koşullar altında, bunların kendi çocuklarını yemelerine bile şaşmamak gerekirdi. Asıl şaşılacak şey, çoğunun hâlâ sahip bulunduğu karakter sağlamlığıdır. Resmi raporlar, ekip sisteminin uygulandığı bölgelerde bile ana-babaların bu sistemi lanetlediklerini ortaya koyuyor: "Ana-babaların, çoğu durumda, karşılaştıkları baskılara ve kişisel eğilimlerine karşı koymalarında kendilerine yardımcı olabilecek yasal yükümlülükleri sevinçle karşılayacaklarını gösteren pek çok kanıt vardır. Bazan kilise yardım kurulu üyeleri, bazan patronlar tarafından, okul çağındayken çocukların çalıştırmaları, aksi halde kendilerine de yol verileceği tehdidi ile karşı karşıya kalırlar. ... Her türlü zaman ve güç kaybı, işçilere ve çocuklarına yüklenen ve bedeli ödenmeyen yorgunlukların verdiği acı ve ıstıraplar, kalabalık kulübeleriii ya da çalışma ekiplerinin bozucu etkilerinin, çocukların ahlakı üzerindeki tahribatı her an izleyen ana-babaların duyguları ... İşte bütün bu durumların, zavallı işçilerin kafalarında anlaşılması kolay ve ayrıntılarına girilmesi gereksiz duygular yaratır. Kendilerine verilen bu kadar büyük bedensel ve ruhsal acıların nedenlerinden kendilerinin sorumlu bulunmadıklarını herhalde bilmektedirler: ve eğer güçleri yetse, bu durumlara mutlaka boyun eğmeyeceklerdir, ama bunlarla savaşım verecek güce de sahip değillerdir." (l.c., s. xx, § 82, ve xxiii, n° 96.)

[190] İrlanda nüfusu: 1801, 5.319.867 kişi; 1811. 6.084.996; 1821, 6.869.544; 1831, 7.828.347; 1841, 8.222.664.

[191] Daha geriye gidersek daha kötü sonuçlarla karşılaşırız: koyun 1865'te 3.688.742 idi, ama 1856'da 3.694.294'tü, domuz 1865'te 1.299.893 idi, ama 1858'de 1.409.883'tü.

[192] Tablodaki veriler şu malzemelerden toplandı: 1860 yılı ve sonrası için, Agricultural Statistics, Ireland, Tables showing the estimated average Produce etc., Dublin 1866. Bu istatistikler resmidir ve her yıl parlamentoya sunulur. [2. Baskıya not. — 1872 yılı ile 1871 yılına ait resmi istatistiklerin karşılaştırılması, ekilen topraklarda 134.915 acre'lik bir eksilme olduğunu göstermektedir. Şalgam, havuç gibi yeşil bitkilerde bir artış; ekilen topraklarda buğday için 16.000; yulaf için 14.000; arpa ve çavdar için 4.000; patates için 66.632; kenevir için 34.667; çayır, yonca, burçak, kolza için 30.000 acre'lik bir azalma görülmektedir. Buğday ekilen topraklarda son 5 yıldaki azalma şöyle olmuştur: 1868. 285.000; 1869, 280.000; 1870, 259.000; 1871, 244.000; 1872, 228.000 acre. 1872 yılı için yuvarlak rakam olarak at sayısındı 2.600, boynuzlu hayvan sayısında 80.000, koyun sayısında 68.603 bir arış, domuz sayısında 236.000'lik bir azalma olmuştur.]

[193] Tent Report of the Commissioners of Inland Revenue, Lond. 1866.

[194] D başlığı altındaki toplam yıllık gelir, yasaların sağladığı bazı indirimler nedeniyle bu tabloda, bundan sonraki tablodan farklı görülmektedir. [195] Eğer acre başına verim de azalıyorsa, şurasını da unutmamak gerekir ki, yüzelli yıldır İngiltere, dolaylı olarak İrlanda toprağını da ihraç etmekte ve bunu, gücünü yitiren toprağın yararlı öğelerinin yerini alacak maddeleri çiftçilere sağlamadan yapmaktadır.

[196] İrlanda, "nüfus ilkesi" için vaadedilen toprak olarak görüldügü için, Th. Sadler, nlüfus konusundaki yapıtını yayınlamadan önce, ünlü, Ireland, its Evils and their Remedies, 2. ed., London 1829, adlı kitabı yayınlanmıştır. Bu kitapta, tek tek eyaletlerin istatistiklerini, her eyaletin tek tek kontluklarının istatistikleri ile karşılaştırarak, buradaki sefaletin, Malthus'un dediği gibi, nüfus sayısı ile doğru değil, ters orantılı olduğunu tanıtlıyor.

[197] 1851 ile 1874 yılları arasında, toplam göçmen sayısı, 2.325.922'ye ulaştı.

[198] Murphy'nin Ireland Industrial, Political and Social, 1870, adlı kitabındaki bir tabloya göre, çiftliklerin yüzde 94.6'sı 100 acre'a ulaşmakta, yüzde 5,4'ü 100 acre'i geçmektedir.

[199] Report from the Poor Law Inspectors on the Wages of Agriultural Labourers in Ireland, Dublin 1870. Ayrıca bkz: Agricultural Labourers (Ireland) Return etc., 8 March, 1861, London 1862.

[200] l.c., s. 29, I.

[201] l.c., s. 12.

[202] l.c., s. 12.

[203] l.c., s. 25.

[204] l.c., s. 27.

[205] l.c., s. 26.

[206] l.c., s. 1.

[207] l.c., s. 31, 32.

[208] l.c., s. 25.

[209] l.c., s. 30.

[210] l.c., s. 21, 13.

[211] Rept. of Insp. Of Fact., 31st Oct., 1866, s. 96.

[212] Toplam alan, turbalık ve kıraç topraklan da içine almaktadır.

[213] Kıtlığın ve beraberinde getirdiği sonuç ve durumların, tarımsal devrimi zorla yürütmek ve İrlanda nüfusunu, toprakbeylerinin gereksinmelerine yetecek kadar seyreltmek için, hem toprakbeyleri ve hem de İngiliz yasakoyuculan tarafından, bile bile nasıl istismar edildiğini, bu yapıtın Üçüncü Cildinde, toprak mülkiyetinin ele alındığı kesimde daha ayrıntılı göstereceğim. Orada ayrıca, küçük çiftçiler ile tarım emekçilerinin durumuna tekrar döneceğim. Şimdilik tek bir alıntı yapacağım. Nassau W. Senior, ölümünden sonra yayınlanan Journals, Conversations and Essays, relating to Ireland, 2 cilt, London 1868; vol. II, s. 282, adlı yapıtında, diğer şeyler yanında şunları söylüyor: "Dr. G., elimizde Yoksullar Yasası var ve bu yasa, toprakbeylerine zafer kazandırmak için büyük bir silahtır dedi. Bir başka ve daha büyük bir silah da göçtür. ... İrlanda'ya dost olan hiç kimse savaşın" (büyük toprakbeyleri ile küçük KeIt çiftçileri arasındaki savaşın) "uzayıp gitmesini arzu edemeyeceği gibi, bu savaşın, kiracıların zaferiyle bitmesini de hiç dilemez. Bu savaş ne kadar çabuk biterse ve İrlanda nispeten seyrek nüfusuyla —ki, bu seyrek nüfus otlak haline gelen bir ülke için gerekli bir koşuldur— otlak bir ülke haline ne kadar çabuk gelirse, bu, bütün sınıflar için o kadar iyi olur." 1815 tarihli İngiliz Tahıl Yasası, Büyük Britanya'ya serbestçe tahıl ithal etme tekelini İrlanda'ya sağlamış oldu. Bu yasalar, bu nedenle, yapay olarak buğday tarımını isteklendiriyordu. Tahıl Yasasının 1846 tarihinde yürürlükten kaldırılması ile, bu tekel, birdenbire ortadan kalkmış oldu. Diğer koşulların yanısıra, bu olay, tek başına, İrlanda'daki ekilebilir toprakların otlak haline getirilmesine, çiftliklerin yoğunlaşmasına, küçük çiftçilerin yerlerinden edilmesine yolaçtı. 1815 ile 1846 yılları arasında İrlanda toprağının verimliliği üzerine övgüler düzen, doğa tarafından, buranın, buğday yetiştirilmesi için yaratıldığını yüksek sesle ilan eden İngiliz tarımcıları, iktisatçıları ve politikacıları, şimdi birdenbire, bu toprağın, hayvan yemi üretmekten başka bir işe yaramadığını keşfettiler. M. Léonce de Lavergne, Manş'ın karşı yakasında aynı sözleri hemen yineledi. Ancak Lavergne gibi "ciddi" adamlar böyle çocukça heveslere kapılabilirlerdi.

[8*] Talih tanrıçası. -ç.

[9*] 1 grain = 0.055 gram. -ç.

[10*] Bu kadar felaketten sonra. -ç.

[11*] İkinci anayol. -ç.

[12*] Malı yok, derdi yok. -ç.

[13*] Çiçeksel döllenme. (Charles Fourier, Le nouveau monde industriell et sociétaire, Paris 1829, Kesim 5, 36. bölüme ek ve bölüm 6.) -ç.

[14*] "Ne insanlık, böyle büyük bir efendide ne insanlık!" (Goeth, Faust.) -ç.

[15*] Fenian, İrlanda'yı İngiliz buyruğundan kurtarmak amacıyla 1861'de kurulan ve Amerika'ya kadar yayılmış bulunan İrlanda devrimci birliği. -ç.

[16*] Romalıları bunaltıyor kara bir yazgı ve kardeş öldürme suçu. (Horace, Epodes, VIII.) -ç