İKİNCİ BÖLÜM

MİLLETLERİN HAKLARI VE BURJUVAZİNİN İFLASI

-I- KIBRIS'TA MİLLETLERİN EŞİTLİĞİ MİLLETLERİN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI MİLLETLERİN KENDİ DEVLETİNE SAHİP OLMA HAKKI SÖMÜRGELERİN BAĞIMSIZLIK HAKKI ÜLKELERİN SINIRLARININ DOKUNULMAZLIGI

Kıbrıs'ı sömürgesi olarak sahiplenen kimdi? İngiltere. Bu sömürgelerin bağımsızlığı hakkının bir ihlaliydi. Osmanlıların feodal tarihini bir kenara koyarsak, Kıbrıs'ta ulusların eşitliği hakkının ilk ihlali budur.

Yunan emperyalistleri Kıbrıs'ı Yunanistan'a ilhak ederek Kıbrıs aleyhine kendi sınırlarını genişletmek istediler. Onlar, ulusların kendi kaderini tayin hakkını kötüye kullanarak Kıbrıs'ı Yunanistan ile birleştirmek istediler. Bu sömürgelerin bağımsızlığı hakkının yeni bir ihlaliydi.

Türk emperyalistleri Kıbrıs'ın hiç olmazsa bir parçasını Türkiye'ye ilhak ederek Kıbrıs aleyhine kendi sınırlarını genişletmek istediler. Onlar ( ve İngiltere ) ulusların kendi kaderini tayin hakkını kötüye kullanarak Kıbrıs'ın Yunanistan ile birleşmesini önlemek ve Kıbrıs'ta bir yer edinmek istediler. Bu sömürgelerin bağımsızlık hakkının bir diğer ihlaliydi.

1960 Londra Antlaşması sömürgelerin bağımsız bir devlet olarak var olmaları hakkının açıkca emperyalist bir ihlaliydi. Bu ulusların eşitlik hakkının İngiltere, Türkiye ve Yunanistan tarafından ayaklar altına alınmasıydı. Onlar Kıbrıs'ın uluslarının eşitlik hakkını tanıyan bir Kıbrıs Cumhurriyeti kurduklarını ilan ettiler. Ama onlar İnglizlerin askeri üslerini ve Türkiye ve Yunanistanın Kıbrıs halkının iç işlerine karışma hakkını savunuyorlardı.

B.M. bu anlaşmayı kabüllenmekle kalmadı, Kıbrıs hakkında her bir yeni karar aldığında bu anlaşmayı korumaktadır da. Dolayısıyla, milletlerin eşitliğini savunduğu iddia edilen B.M. Kıbrıs hakkında her bir karar aldığında tamı tamına da bu prensibi ayaklar altına almakta ve böylece kendisini ülkelerin ve milletlerin bir savunucusu değil fakat ülkelerin ve milletlerin hayatlarına emperyalist karışmayı savunan bir kuruluş olarak teşhir etmektedir. Böylece de kendi kuyusunu kazmaktadır.

Kıbrıslı Türk ve Rum anavatanla birlik miliyetçilerinin işlemiş oldukları bir yığın katliama değinmiyeceğiz, nede olsa onlar Türkiye, Yunanistan ve onların adadaki uşaklarının yarattığı insanlık dışı mahlükatlardırlar. Tüm bu katliamlar milletlerin eşitliği prensibinin en rezilce çiğneniş tarzlarıdır ve bu katliamlar anavatanlarla birlik taraftarı milliyetçi burjuvalar yenilmeden son bulmayacaktır.

1974 darbesi, milletlerin eşitliği hakkının Yunan emperyalistleri tarafından başka bir ihlalidir. Onlar, Kıbrıslı Rumların emperyalist Yunanistanla birleşmesi hakkını savunduklarını iddia ediyorlardı. Ama onlar pek çok Kıbrıslı vatanseveri katlederek Yunanistan'ın Kıbrıs'taki "haklarını" çoğaltmayı amaçlıyorlardı. 1974 ilhakı, milletlerin eşitliği hakkının Türk emperyalistleri tarafından bir diğer ihlalidir. Onlar Kıbrıs'taki Türk azınlığın hayatını ve Kıbrıs Cumhurriyeti'nin toprak bütünlüğünü ve varlığını savunduklarını iddia ediyorlardı. Ama onlar pek çok Kıbrıslı Rumu öldürdüler, Kıbrıslı Rumların ve Türklerin göç etmesine ve ölmesine sebeb oldular ve Kıbrıs'ın kuzeyini işgal ettiler.

Kıbrıs'ta milletlerin hakları İngiltere, Türkiye, Yunanistan burjuvaları ve Kıbrıs'ın Türk ve Rum anavatanla birlikçi milliyetçi burjuvazisi tarafından açıkça çiğnenmiştir. Bu haklar bu burjuvaların katılımlarıyla hayata geçirilemezler, ancak onlara rağmen hayata geçirilebilirler.

B.M., İngliz, Türk, Yunan ve Kıbrıs'ın anavatanla birlikçi milliyetçi burjuvazilerinin sundukları tüm çözümler milletlerin eşitliği prensibinin, milletlerin bağımsız devlet kurma haklarının, ülkelerin sınırlarının dokunulmazlığı prensibinin, sömürgelerin bağımsızlığı hakkının çiğnenmesini temsil etmektedir. Bunlar milletlerin eşitliği hakkını çiğnemeyen tek bir öneri sunamamıştır.

Tüm bunları anlamak gayet kolaydır. çünkü bu günlerde milletlerin hakları çeşitli emperyalistler tarafından biribirlerine karşı milletler üzerinde hakimiyet kurma aracı olarak kötü yönde kullanılmaktadır. Onlara uygun olduğunda milletlerin bağımsız devlet kurma hakkını ileri sürüyorlar, onlara uygun geldiğinde ülkelerin sınırlarının dokunulmazlığı prensibini ileri sürüyorlar. Ve tabii ki, onlara uygun olduğunda bu prensiplerin hiç birini umursamıyorlar, çünkü onların gerçek ve uyguladıkları tek prensip diğer milletleri ve ülkeleri kontrol altına alma prensibidir. Onların her şart altında uyguladıkları prensip kendi hakimiyetlerini dünyü halklarına karşı ne pahasına olursa olsun koruma prensibidir.

Kıbrıs'ta milletlerin kendi kaderini tayin hakkı demek Yunan, Türk, İngiliz emperyalistlerinden ve onların Kıbrıs'taki uşaklarından kurtulmak demektir. O Türkiye'yle birleşmek demek değildir, o Yunanistan'la birleşmek demek değildir, o İngiliz üsleri demek değildir, o Kuzeyin Türkiye'nin sömürgesi haline gelmesi için ayrılma hakkı demek değildir.

Kıbrıs'ta milletlerin hakkı demek biribirleriyle giristikleri savaşta ve kendi milletlerinin işçi ve köylülerine karşı yürüttükleri savaşta başka emperyalistleri yardıma çağırmadan edemeyen yerli burjuvaziden kurtulmak demektir. Bu içerik dışında milletlerin bağımsız devlet kurma hakkı Kıbrıs'ta tüm devrimci içeriğini yitirir. Bu içerik dışında o Türk, Yunan ve İngiliz emperyalistlerinin ve onların Kıbrıs'lı uşaklarının elinde karşı devrimci bir alet haline gelir.

Kıbrıs'ta bugün milletlerin eşitlik hakkı demek birden çok milletin bir ülkesi olarak Kıbrıs'ın bağımsızlığını savunmak demektir. O, 1960 Londra Anlaşmasının sömürgelerin bağımsız devlet olma haklarının ihlali olarak teşhiri demektir. O, Türk, Yunan ve İngiliz emperyalistlerinin yanında yerli Anavatanla birlikçi burjuvaların da yenilmesi demektir. O, anti-emperyalist cephe hükümetinin kurulması demektir.

-II- KIBRISLI TÜRKLERİN KENDİLERİNİ YÖNETME HAKKI KIBRIS CUMHURRİYETİ'NİN SINIRLARININ İHLAL EDİLEMEZLİĞİ VE MİLLETLER SORUNUNDA EMPERYALİST BURJUVA PRENSİPLERİN ÇÖKÜŞÜ

Bu soruna, YBH'nin "Toplum Postası"nda yayınlanan ana ilkesini ele alarak yanaşmak birden fazla fayda getirir.

Sadece milletlerin haklarının bugünün emperyalizmi şartlarındaki burjuva savunusunun imkansızlığını sergilenmez, aynı zamanda YBH'li yoldaşlara bu prensipleri savunarak, onları yaşatmaya çalışarak hiçbir yere gidemiyecekleri de sergilenir.

YBH'nın birinci ana ilkesi Kıbrıs Türk koplumunun kendi kendini yönetme hakkını savunmaktadır.

Bu ilke ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı, ulusların ayrılıp ayrı devlet kurma hakkının bir ifade biçimidir.

Bu hakkın sömürgelerin bağımsızlık hakkı, ülkelerin sınırlarının dokunulmazlığı hakkı ve milletlerin kendi devletlerine sahip olma hakkı şekillerinde İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve emperyalist anavatanlarla birlik taraftarı Kıbrıslı Rum ve Türk hakim sınıfları tarafından nasıl ihlal edildiğini, bu hakkın bu güçler Kıbrıs'ta hakim oldukça kullanımının imkansız olduğunu daha önce göstermiştik. Ulusların kendi kaderini tayin hakkının Kıbrıs'ta gerçekleşmesinin tek yolunun anti-emperyalist cephe hükümetinin iktadarı sayesinde mümkün olacağını tüm siyasi incelemelerimiz çerçevesinde sergilemiştik.

Şimdi aynı soruna BM kararları ve parametreleri penceresinden, YBH ve diğer bazı Kıbrıslı siyasi akımların bakış açısıyla, anti-emperyalist cephe hükümeti kurulmadan da bu hakkın kullanılabileceğini iddia eden akımların penceresinden bir bakalım

-A- KIBRISLI TÜRKLERİN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKININ BURJUVA YORUMLARI

1) Kıbrıs Türklerinin kendi kaderini tayin hakkı. Birinci yorum

Bu yorum UBP, DP, TMT, Ülkü Ocakları, Türkiye vb'nin yorumudur.

Kıbrıslı Türkler Rumlar tarafından ezilmekteydi. 1974 Türk barış harekatı sayesinde, Kıbrıslı Türklerin hemen hemen tümünün kuzey Kıbrıs'a göç etmesi sağlanarak ve KKTC kurularak Kıbrıslı Türklerin kendi kendilerini yönetme hakkı, ayrılıp ayrı devlet kurma hakkı hayata geçirilmiştir. KKTC kurulmuş ve böylece Rum mezaliminden kurtulunmuştur. Kıbrıslı Türkler bağımsızlığa kavuşmuş, sonsuza kadar yaşayacak yeni bir Türk devleti daha kurulmuştur.

Bir kere bağımsız bir devlet kuruldumu, bu devlet ne isterse yapma hakkına da sahiptir. Ayrı bağımsız bir devlet olarak yaşayabilir, Kıbrıs Cumhurriyeti'yle birleşebilir veya Türkiye ile birleşebilir. Kendi çıkarlarına neyi uygun görüyorsa onu yapar.

Bu yorumu mümkün kılan şartlar nasıl oluşmuştur?

1960'da Türkiye Kıbrıs'ta söz hakkı olan 3 devletten biri olarak devreye girmiş, Kıbrıslı Türkler süreç içerisinde, ve fakat bilhassa 1974 "barış harekatıyla" Kıbrıs'ın Kuzeyinde, bir bölgede toparlanmış, bu bölgeye Türkiye'den Türk ve Kürt kolonlar ve bölgeyi savunacak 30-40 000 civarında Türk askeri yerleştirilmiş ve böylece bu yorumun uygulanması için gerekli şartlar yaratılmıştır.

Demekki, ulusaların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetme hakkı olarak ele alınması Türk (Türkiye) emperyalizminin ve onların Kıbrıslı Türk ve göçmen işbirlikçilerinin kullanabileceği ve dahası mantiki sonucuna götürerek kullandıkları bir ilkedir.

Demekki, Kıbrıs'ta ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi, onun burjuva-emperyalist içeriğinden kopartılmadan savunulan Kıbrıs Türklerinin kendilerini yönetme hakkını savunmak şekliyle burjuva gericiliğin bir aleti haline gelmiştir.

Bu yorumun söz hakkı varmıdır? Tabii ki vardır. Milletlerin bağımsızlığı olgusuna burjuva emperyalist gözlüklerle bakıldığı oranda bu eğilim gayet tutarlı gitmektedir ve zulum görmüş bir toplumun haklarını savunmaktadır. Bu o kadar "bariz" bir olgudur ki, güney Kıbrıs'ta "İşçilerin Demokrasisi" adlı guruptan, "Sosyalist İşçi" başlıklı bir gazete çıkaran Troçkist yoldaşlar ve kuzeyde ara sıra broşürler çıkaran Troçkist yoldaşlar bu eğilimin ulusal sorunda haklılığından, doğruluğundan hareket etmektedirler. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı vardır, Kıbrıslı Türklerin de bu hakkı vardır ve 1974'de Türk işgali sonucu ortaya çıkan durum onların Rumlar tarafından ezilmişliğine son vermiştir, bu da Kıbrıs'ta milli sorunu çözmüştür. Bu ortak sonuçtan sonra, Rum Troçkist yoldaşlar biz Rumlar olarak ayrılma hakkını savunmalıyız, Türklerde birliği savunmalı derken, Türk Troçkist yoldaşlar işi Türkiye ile birleşmeye, böylece daha büyük ve daha devrimci bir işçi sınıfı hareketi ile birleşmeye vardırdılar.

Bu yoldaşlar arasında ortak sonuçları sonrası ortaya çıkan farklılıklar önemlidir. Daha da önemli olan ise bu yoldaşların Troçkist oldukları için Milli Meseleyi donmuş, hareketsiz, gelişmeyen ve değişmeyen bir olgu olarak ele almaları, Stalin ve Sovyet tecrübesinden bir türlü šğrenememeleridir. Onların Troçkist yaklaşımlarının ardında, milletlerin hakları sorununa geçmişin gözlüğüyle, soruna tek tek ülkelerin bir iç sorunu, burjuvalar arası bir sorun olarak bakan, milli sorununun ele alınışında ve çözümünde ortaya çıkan değişiklikleri idrak edemeyen yaklaşımları yatmaktadır.

Demekki, her şey yere ve zamana bağlıdır. Yer ve zaman şartlarından bağımsız hiçbir şey yoktur. Herşey değişir. Ulusal hakların içeriğinin, ulusların özgürlüğünün bugün ne anlama geldiğinin incelenmesi gerekir.

Demekki, Kıbrıslı Türklerin ulusal haklarının burjuva emperyalist bir içerikle değilde, halkçı, devrimci bir içerikle savunulması proleter harekete karşı vurdum duymaz, ondan öğrenme yeteneğinden yoksun kişi ve partilerin becerisi dışında bir olaydır.

Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetme hakkının bu tür yorumunun özellekleri nelerdir?

  1. Gerçekte var olması. Varlığını Türkiye'nin güçlü askeri ve sivil silahlı güçlerine dayandırması.
  2. Enternasyonal arenada ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği prensipini çiğnediği için kabul görememesi. Bir ülkenin işgal edilmiş toprakları üzerinde hayata geçirilmiş olması. Bu nedenle de federasyon/konfederasyon tezini tümden red edememesi.
  3. Kıbrıslı Türklerin özgül bir toplum olarak yok edilmesine dayanması.
  4. Bu nedenlede, Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetimini imkansız kılması
  5. Türkiye'nin çıkarlarına uygun olması.
  6. Türkler arasında Rum düşmanlığına dayanan aşırı şöven bir milliyetçiliği yayması. Savaş ve Katliamcılık.

2) Kıbrıs Türklerinin kendi kaderini tayin hakkı. İkinci yorum.

Bu yorum yukarıda değindiğimiz Kıbrıslı Rum Troçkist eğilim dışındaki Kıbrıslı Rum sol örgütlerin, AKEL vb'nin yorumudur.

1974 Türk işgali sonrasında Kıbrıslı Türkler Kıbrıs'ın kuzeyine göç etmek zorunda kalmışlardır. Türkiye'yle iş birliği yapan Denktaş yönetimi altında, 30-40 000 civarındaki Türk askerinin, 5-6 000 örgütlü Türk faşistinin tehdidi altında yaşamaktadırlar. Gerek işsizlik ve baskılar sonucu oluşan göç nedeniyle, gerekse Türkiye'den taşınan Türk ve Kürt kolonlar nedeniyle Kıbrıslı Türkler toplum olarak yok olmakla yüz yüze kalmışlardır. Oluşturulan KKTC sözde bağımsız bir devlet, gerçekte ise tamamen Türkiyenin sömürgesi konumundadır.

Dolayısıyla;

a) Kuzey Kıbrıs'ta Türk işgaline son verilerek, Türk ve Kürt göçmenler Türkiye'ye geri gönderilerek ve Kıbrıs'ta federal bir Cumhurriyet kurularak Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetme imkanı sağlanmalıdır. Bu Kıbrıslı Türklerin Türkiye emperyalizmine, Türk kolonizmine karşı kendilerini yönetme hakkının savunusudur.

b) Bu aynı zamanda eskiden Kıbrıslı Rum gericiler tarafından kendilerini yönetme hakkı ellerinden alınan Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rum gericilerine karşı da kendilerini yönetme hakkının savunusudur.

Burada görüldüğü gibi Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetme hakkı iki farklı ulusa karşı savunulmaktadır. Bunlardan birincisi Türkiye Türkleridir, onların emperyalizmidir. Bunlardan ikincisi Kıbrıslı Rumlardır, onların emperyalizmidir.

YKP (YBH) nin savunduğu bazı ana ilkeleri ele alırsak, her ne kadar varılması gereken sonuçları AKEL vb. kadar açık ve kesin olarak ortaya koymasalar da, onların da aynı görüşlerden hareket ettiklerini görürüz.

Bu ilkeler şunlardır: Devlet türü olarak "ortak egemenliğe dayalı federal bir çatı"yı savunan ikinci ana ilke. Kıbrıslı Türklerin Türkiye'den taşınan Türk ve Kürt Kolonlar tarafından eritilmesine karşı çıkan "toplumun nufus yapısının bozulmasını durdurmayı, toplumun varlık ve kimliğini korumayı" talep eden dördüncü ana ilke. Her hangi bir çözüm önerisi konusunda sadece "Kıbrıslıların oy kullanma" hakkını savunan altıncı ana ilke.

Bu yorumun söz hakkı varmıdır? Tabii ki vardır. Milletlerin hakları sorunu, burjuvazinin iktidarı devrilmeden, emperyalizmin iktidarı devrilmeden halledilebilir bir sorun olarak ele alınırsa bu yorumun tabii ki söz hakkı vardır.

Milletlerin bağımsızlığı olgusuna burjuva reformist gözlüklerle bakıldığı oranda bu eğilim gayet tutarlı gitmektedir ve zulum görmüş bir toplumun haklarını savunmaktadır. Bu o kadar "bariz" bir olgudur ki, güney Kıbrıs'ta AKEL'den yoldaşlar ve kuzeyde CTP/YKP(YBH)inden yoldaşlar bu eğilimin ulusal sorunda haklılığından, doğruluğundan hareket etmektedirler. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı vardır, Kıbrıslı Türklerin de bu hakkı vardır ve 1974'de Türk işgali sonucu ortaya çıkan durum onların Rumlar tarafından ezilmişliğine son vermenin şartlarını yaratmıştır, birde Türkiye'nin garantisi dursada Türkiye'nin işgaline son verilirse, burjuvazinin iktidarı altında bir federal Cumhurriyet oluşturulur ve Kıbrıs'ta milli sorun çözülür. Hele hele bu çözüm AB üyeliği altında gerçekleşirse nede güzel olur.

24 yıldır savunulan ve bir türlü gerçekleştirilemiyen bu ortak sonuçtan sonra Rum yoldaşlar esas olarak Türk burjuva yönetimini suçlamakta ve kendi hükümetlerinin silahlanmasını ve Yunanistan'la işbirliğini haklılaştıran nedenler bulmakta, Türk yoldaşlar da esas olarak Rum burjuva yönetimini suçlamakta ve Türk ordusunun garantörlüğünü savunmaktadırlar. Bu aynı zamanda kendi parçalarındaki yšnetimleri "en acımasız bir şekilde" eleştirmelerini de dıştalamamaktadır. Ne diyelim? Aferin size diyelim.

Bu yoldaşlar arasında ortak sonuçları sonrası ortaya çıkan farklılıklar önemlidir. Daha da önemli olan ise bu yoldaşların burjuva reformcuları oldukları için Milli Meseleyi burjuva milliyetçi gözlerle, donmuş, hareketsiz, gelişmeyen ve değişmeyen bir olgu olarak ele almaları, Stalin ve Sovyet tecrübesinden bir türlü öğrenememeleridir. Onların burjuva reformcusu yaklaşımlarının ardında, Milletlerin hakları sorununa geçmişin gözlüğüyle, soruna tek tek ülkelerin bir iç sorunu, burjuvalar arası bir sorun olarak bakan, milli sorunun ele alınışında ve çözümünde ortaya çıkan değişiklikleri idrak edemeyen yaklaşımları yatmaktadır.

Demekki, her şey yere ve zamana bağlıdır. Yer ve zaman şartlarından bağımsız hiçbir şey yoktur. Herşey değişir. Ulusal hakların içeriğinin, ulusların özgürlüğünün bugün ne anlama geldiğinin incelenmesi gerekir.

Demekki,Kıbrıslı Türklerin ulusal haklarının burjuva reformist bir içerikle değilde, halkçı, devrimci bir içerikle savunulması proleter harekete karşı vurdum duymaz, ondan öğrenme yeteneğinden yoksun kişi ve partilerin becerisi dışında bir olaydır.

Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetme hakkının bu tür yorumunun özellekleri nelerdir?

  1. Gerçekte var olmaması. Gerçekleşmek için (TMT'ci)Denktaş ve (EOKA'cı)Klerides'in "barışçıl yöntemlerle, müzakerelerle, BM kararları çerçevesinde, BM çatısı altında oluşan parametreler uyarınca"(YBH'nin beşinci ana prensibi) anlaşmaları gereklidir.
  2. Enternasyonal arenada ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği prensibini çiğnemediği için kabul görebilirliği.
  3. Kıbrıslı Türklerin özgül bir toplum olarak korunmasına dayanması.
  4. Bu nedenlede, Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetimini mümkün kılması. Federasyonu zorunlu kılarak da bu hakkı kısıtlaması.
  5. BM kararlarına uyduğu için, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki hak iddialarını kabullenmesi ve dolayısıyla tümünün çıkarlarına uygun olması.
  6. Bir ülkenin topraklarının işgal edilmesi, etnik katliamlar ve göçler sayesinde hayata geçirilebilir olması.
  7. Türk ve Kürt kolonların Türkiye'ye geri gönderilmesine dayanması.
  8. Burjuva milliyetçiliğinin yıkılmasına değil, korunmasına dayanması.

Ulusların kendilerini yönetme hakkı Kıbrıs'ta ele alındığında, başka sorunlar ve yorumlar da devreye girmektedir. Bunlara da bakılmalıdır.

-B- ÜLKELERİN SINIRLARININ İHLAL EDİLEMEZLİĞİNİN BURJUVA YORUMLARI

Sömürgelerin emperyalist bütünden kopmaları döneminde çok uluslu sömürge ülkelerin bir bütün olarak kendilerini ezen emperyalist ülkelerden koparmaları devrimci öneme sahipti. Bu ülkeler "bağımsız"laştıkça ve bu ülkelerdeki hakim uluslar kapitalist yönde gelişip onların emperyalist tahakkümü kesinleştikçe ve diğer uluslar da geliştikçe, bu ülkelerin içinde milli sorunlar da depreşti. Ezilen milletlerin isyanları olgunlaştı ve olgunlaşıyor. Bu milli sorunlar, geri ülkeleri kontrol etmek veĞveya onları, hiç olmassa onların bir parçasını rakip gücün elinden almak için emperyalist büyük güçler tarafından da depreştiriliyor. İşe gelen yerde milletlerin ayrılma hakkı, işe gelen yerde ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği devreye sokuluyor. Sonuç burjuva askeri güce bağlanmış durumdadır.

Bu olguyu Kıbrıs'ta açıkca görmekteyiz.

1) Ülkelerin sınırlarının ihlal edilmezliği şekliyle ulusların kendilerini yönetim hakkı. Birinci yorum.

EOKA, DİSİ, vb yorumu.

Türk ordusu 1974'te Kıbrıs'ın kuzeyini işgal etmiştir ve Kıbrıs Cumhurriyeti diye bilinen bağımsız ülkeyi bölmüştür. Kıbrıs Cumhurriyeti'nin işgal edilmiş toprakları kurtarılarak tekrar birleşik bir ülke haline getirilmelidir. Türkiye ve KKTC'yi diplomatik arenada zorlamak için ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği ilkesine sıkı sıkı sarılınmalı ve Türkiye ve KKTC BM., AB. ve diğer araçlar üzerinden teşhir ve tecrit edilmelidir. Ama son tahlilde, Türk işgaline son vermek için silahlanılmalı, savaş hazırlığı yapılmalı ve Yunanistan'la, Avrupa Birliği'yle, Rusya'yla Türk işgaline son vermek için askeri işbirliği geliştirilmelidir. Savaştan başka alternatif yoktur.

Demekki, ülkelerin sınırlarının ihlal edilmezliği şekliyle ulusaların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin, Kıbrıslı Rumların Türk işgaline son verme hakkı olarak ele alınması Yunan emperyalizminin ve onların Kıbrıslı Rum işbirlikçilerinin kullanabileceği ve dahası mantiki sonucuna götürerek kullandıkları bir ilkedir.

Demekki, Kıbrıs'ta ülkelerin sınırlarının ihlal edilmezliği şekliyle ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi, onun burjuva-emperyalist içeriğinden kopartılmadan savunulan Kıbrıs Rumlarının topraklarını Türk işgalinden kurtarma hakkını savunmak şekliyle Kıbrıslı Rum burjuva gericiliğinin ve Yunanistan emperyalizminin bir aleti haline gelmiştir.

Bu eğilimin söz hakkı varmıdır? Tabii ki vardır. Milletlerin bağımsızlığı olgusuna burjuva emperyalist gözlüklerle bakıldığı oranda bu eğilim gayet tutarlı gitmektedir ve zulum gören bir toplumun, toprakları işgal edilmiş bir ülkenin haklarını savunmaktadır. Bu o kadar "bariz" bir olgudur ki, güney Kıbrıs'ta AKEL'ci yoldaşlar bile bu eğilimin ulusal sorunda haklılığından, doğruluğundan hareket etmektedirler: Ulusların kendi kaderini tayin hakkı vardır, Kıbrıslı Rumların da bu hakkı vardır ve 1974'de Türk işgali sonucu ortaya çıkan durum Bağımsız Kıbrıs Cumhurriyeti'nin Türkiye tarafından işgaline yol açmıştır. Türk işgaline son verilmelidir.

Kıbrıs'ın toprak birliğini koruma hakkının, ülkelerin sınırların ihlal edilemezliği prensipinin bu tür yorumunun özellekleri nelerdir?

  1. İşgal altındaki toprakları kurtarmak için savaş hazırlığı yapması, silahlanması. Yunanistan'la sıkı askeri işbirliği.
  2. Enternasyonal arenada ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği prensibine dayandığı için federasyonĞkonfederasyon tezini red edebilmesi.
  3. Kıbrıslı Rumların özgül bir toplum olarak yok edilmesini, Yunanlaşmasını teşvik etmesi. Emperyalist Yunanistanla birleşme taraftarı olması.
  4. Bu nedenlede, Kıbrıslı Rumların kendilerini yönetimini imkansız kılma eğilimine sahip olması.
  5. Yunanistan'ın çıkarlarına uygun olması.
  6. Rumlar arasında Türk düşmanlığına dayanan aşırı şöven bir milliyetçiliği yayması. Katliamcılık.

2) Ülkelerin sınırlarının ihlal edilmezliği şekliyle ulusların kendilerini yönetim hakkı. İkinci yorum.

Bu yorum YKP(YBH), CTP ve TKP'nin yorumudur.

1974 Türk "barış harekatı" sonrasında Kıbrıslı Türkler Kıbrıs'ın kuzeyine göç etmek zorunda kalmışlardır. Daha sonraki dönemde, gerek işsizlik ve baskılar sonucu oluşan göç nedeniyle, gerekse Türkiye'den taşınan Türk ve Kürt kolonlar nedeniyle Kıbrıslı Türkler toplum olarak yok olmakla yüz yüze kalmışlardır. Oluşturulan KKTC'de kendilerini yönetme hakkından mahrumdurlar.

Dolayısıyla;

a) Kuzey Kıbrıs'ta Türk ve Kürt göçmenler Türkiye'ye geri gönderilerek ve Kıbrıs'ta federal bir cumhurriyet kurularak Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetme imkanı sağlanmalıdır. Bu Kıbrıslı Türklerin Türkiye'nin büyük miktarlarda olan ordusuna gerek olmadan, çok daha küçük bir Türk ordusu varlığı şartlarında, Türkiye garantörlüğü altında kendilerini yönetme hakkının savunusudur.

b) Bu aynı zamanda eskiden Kıbrıslı Rum gericiler tarafından kendilerini yönetme hakkı ellerinden alınan Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rum gericilerine karşı da kendilerini yönetme hakkının savunusudur.

c) Ve bu aynı zamanda, Yunanistan ve İngiltere garantörlüğüyle (BM garantörlüğüyle) birleşerek Kıbrıs'ın birleşmesi ve böylece ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği prensibinin de sağlanması anlamına gelir.

Burada görüldüğü gibi Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetme hakkı ve Kıbrıs'ın sınırlarının ihlal edilemezliği prensibi 1960 anlaşmaları ve 1974 faşist Yunanistan darbesi ve Türkiye'nin "barış harekatının" sonuçları çerçevesinde savunulmaktadır. Ve bu YBH'nin beşinci ana prensibi'nin ta kendisidir: Kıbrıs sorununu "barışçıl yöntemlerle, müzakerelerle, BM kararları çerçevesinde, BM çatısı altında oluşan parametreler uyarınca" çözmek.

Bu yorumun söz hakkı varmıdır. Tabii ki vardır. Milletlerin hakları sorunu, burjuvazinin iktidarı devrilmeden, emperyalizmin iktidarı devrilmeden halledilebilir bir sorun olarak ele alınırsa bu yorumun tabii ki söz hakkı vardır.

Milletlerin bağımsızlığı olgusuna burjuva reformist gözlüklerle bakıldığı oranda bu eğilim gayet tutarlı gitmektedir ve zulum görmüş bir toplumun, sınırları ihlal edilmiş bir ülkenin haklarını savunmaktadır. Bu o kadar "bariz" bir olgudurki, güney Kıbrıs'ta AKEL'den yoldaşlar ve kuzeyde CTP/YKP(YBH)inden yoldaşlar bu eğilimin ulusal sorunda haklılığından, doğruluğundan hareket etmektedirler. Ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği prensibi vardır, 1974 sonrası Kıbrıs ikiye bölünmüştür, bu duruma son vermek için 1974 sonrası oluşan yeni şartları gözeten bir şekilde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantörlüğü altında, hem iki toplumun güvenlik sorununu, hemde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin çıkarlarını savunan bir şekilde, onların çıkarlarını zedeleyip bir anlaşmayı imkansız kılmayan burjuvazinin iktidarı altında bir federal cumhurriyet oluşturulur ve Kıbrıs'ta milli sorun çözülür. Hele hele bu çözüm AB üyeliği altında gerçekleşirse nede güzel olur.

24 yıldır savunulan ve bir türlü gerçekleştirilemiyen bu ortak sonuçtan sonra Rum yoldaşlar esas olarak Türk burjuva yönetimini suçlamakta ve kendi hükümetlerinin silahlanmasını ve Yunanistan'la işbirliğini haklılaştıran nedenler bulmakta, Türk yoldaşlarda esas olarak Rum burjuva yönetimini suçlamakta ve Türk ordusunun garantörlüğünü savunmaktadırlar. Bu aynı zamanda kendi parçalarındaki yönetimleri "en acımasız bir şekilde" eleştirmelerini de dıştalamamaktadır. Ne diyelim? Aferin size diyelim.

Kıbrıs'ın toprak birliğini koruma hakkının, ülkelerin sınırların ihlal edilemezliği prensibinin bu tür yorumunun özellikleri nelerdir?

  1. Gerçekte var olmaması. Gerçekleşmek için (TMT'ci)Denktaş ve (EOKA'cı)Klerides'in anlaşmaları gereklidir.
  2. Enternasyonal arenada ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği prensibini çiğnemediği için kabul görebilirliği.
  3. Kıbrıslı Türklerin özgül bir toplum olarak korunmasına dayanırken Türkiye ordusunun mevcudiyeti ve Türkiye garantörlüğü üzerinden onların Türkiyeli Türkleştirilmesine zemin hazırlaması..
  4. Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetimini mümkün kılmaya dayanırken Türkiye ordusunun mevcudiyeti ve Türkiye garantörlüğü üzerinden bu hakkı kısıtlaması. Federasyonu zorunlu kılarak da bu hakkın kullanımına ayrı bir kısıtlama getirmesi.
  5. Kıbrıslı Rumların özgül bir toplum olarak korunmasına dayanırken Yunanistan ordusunun mevcudiyeti ve Yunanistan garantörlüğü üzerinden onların Yunanlaşmasına zemin hazırlaması..
  6. Kıbrıslı Rumların kendilerini yönetimini mümkün kılmaya, Kıbrıs Cumhurriyeti'ninin sınırlarının ihlal edilemezliği prensibine dayanırken bu hakkı Yunanistan ordusunun mevcudiyeti ve Yunanistan garantörlüğü üzerinden kısıtlaması.
  7. Bir ülkenin sınırlarının ihlal edilemezliği ilkesine dayanırken Türkiye, Yunanistan ordularının ve İngiltere üs bölgelerinin mevcudiyetlerini sürdürmeleri üzerinden bu prensibi çiğnemesi.
  8. BM kararlarına uyduğu için, İngiltere, Yunanistan ve Türkiyenin Kıbrıs üzerindeki hak iddialarını kabullenmesi ve dolayısıyla tümünün çıkarlarına uygun olması.
  9. Bir ülkenin topraklarının işgal edilmesi, etnik katliamlar ve göçler sayesinde hayata geçirilebilir olması.
  10. Türk ve Kürt kolonların Türkiye'ye geri gönderilmesine dayanması.
  11. Burjuva milliyetçiliğinin yıkılmasına değil, korunmasına dayanması.

-C- MİLLETLERİN HAKLARI KONUSUNDA BURJUVAZİ KENDİ YORUMLARINA KENDİSİ UYMUYOR.

Şimdi bu yorumlara milletlerin hakları sorununa burjuva çerçevede kalarak ve bu yorumları savunanların başka şartlarda savunduklarına da dikkat ederek tekrar bir gšz atalım:

  1. Türkler:

Kıbrıslı Türkler Kıbrıslı Rumlar(ve Yunanistan) tarafından eziliyordu. Sağolsun 1974 "Barış Harekatı" ve sonrasında Kuzey Kıbrıs'a yerleşen büyük Türk silahlı gücü, Kıbrıslı Türkler Rum mezaliminden kurtuldu. Bu çerçevde kendi devletimizi kurmak bizim hakkımızdır. Bu çerçevede Kıbrıs Cumhurriyeti'nden ayrılmak bizim hakkımızdır. Bu çerçevede istersek Türkiye ile birleşmek bizim hakkımızdır.

Doğruya doğru. Bundan doğru ne olabilirki?

Dahası da var: BM, AB, Yunanistan, vb. vede Kıbrıs Cumhurriyeti, yani şu tüm Kıbrıs'ı temsil edemeyen Kıbrıs Rum yönetimi, 1960 anlaşmalarını kullanarak bizim devlet olarak varlığımızı tanımıyarak milletlerin hakları konusunda haksız bir konumda durmaktadır. Biz de milletiz. Bak devletimizi de kurduk. Dünya tanısın bizi. Bu ne haksızlık. Bu kadar da olmaz yani.

Doğruya doğru. Bundan doğru ne olabilirki?

Görüldüğü gibi, bu görüşleri savunanlar gayet tutarlılar.

Şimdi bir de bu tutarlılara başka bir yönden bakalım: Kürtler. Tekrarlayınız. Kürtler. Orda da durmayınız. Türkiye'deki Kürtler. Bakın şimdi bu çok tutarlı baylarımız ne hale geldiler. Kırmızı görmüş boğaya dönüşmedilerse bizde birşey bilmiyoruz. Kürtler diyorlarki biz ayrı bir ulusuz, bizim ayrılmak ve ayrı devlet kurmak hakkımızdır. Şu Türk devleti bizi ezmekten vaz geçsin. Müsadenizle ayrılalım, ayrı bir devlet kuralım. İyi yahu, ayrı devlet kurmaktan vaz geçtik otonomi verin. Hay Allah, ondan da vaz geçtik Kürtler olarak Kürtçe konuşup, örgütlenip Türkiye devleti çatısı altında demokratik bir şekilde(efendime söyleyeyim) haklarımızı savunalım. Yok. Bizim bu çok tutarlı olan KKTC'cilerimiz birden bire dönüp: " ne lan o, Türk Kürt ayrımı neye yapıyorsunuz. Rum'u Türk'ü var ama Türk'ü Kürd'ü yok bu işin. Hem Türkiye'de Kürtlere baskı yapanmı var? Ne Kürt devletiymiş o. Bölücü gomünistler. Teröristler vb. " laflarla karşınıza çıkacaklardır.

Yani yukarıda tutarlı görüş savunduklarını ilan ettiğimiz siyasetler hiçte tutarlı değildirler. çıkarlarına uygun ise 100 bin Kıbrıslı Türk için "ayrı devlet kurma hakkı", çıkarlarına uygun değilse 10 Milyon Kürt için "ayrı devlet kurma hakkı yasağı". Olmaz öyle şey. Ya o ya bu. Sana hak, öbürküne müstahak olmaz. Sana haksa, öbürküne de hak. Öbürüne hak değilse, sana da hak değil.

Hepsi bumu? Değil tabii ki. KKTC'yi ve Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetme hakkını çok tutarlı bir şekilde savunan bu siyasetin bir sonucu bizzat Kuzey Kıbrıs'ta Kıbrıslı Türklerin erimekte olmasıdır. Kıbrıslı Türkler göç ediyorlar, Türkiyeli Türkler ve Kürtler Kıbrıs'a yerleştiriliyorlar. Hani bunlar Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin hakkını savunuyordu? Bunlar Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin hakkını savunurken Kıbrıs'ta Kıbrıslı Türkleri yok etmekteler. Bunun ezilen Kıbrıslı Türklerin milli haklarını savunmakla alakası nedir? Yoktur.

Hepsi bu mu? Değil. KKTC'yi ve Kıbrıslı Türklerin kendilerini yönetme hakkını çok tutarlı bir şekilde savunan bu siyasetin bir sonucu bizzat Kuzey Kıbrıs'ta Kıbrıslı Türk ergin kişi sayısı kadar Türkiye askerinin yerleşmiş olmasıdır. Hani KKTC bağımsızdı? Hani KKTC Kıbrıslı Türklerin bağımsız devleti, onların kendilerini yönetme haklarının bir göstergesiydi? Bunlar Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin hakkını savunurken Kıbrıs'ı Türkiye'nin askeri üssü haline getirdiler. Mümtaz Soysal meseleyi açıkça ilan etmiştir: Kıbrıslı Türkler istemese bile Kıbrıs Türkiye'nin savunması için gereklidir, biz Kıbrıs'ı kimseciklere bırakmayız. Hepsi bu. Bunun ezilen Kıbrıslı Türklerin milli haklarını savunmakla alakası nedir? Yoktur.

Demekki bu siyaseti savunanlar hiçte tutarlı değiller. Daha doğrusu onların tutarlı olarak savundukları prensip ulusların hakları prensibi değil. Onların tutarlı olarak savundukları tek prensip: çıkarım neyi gerektiriyorsa, gücümde yetiyorsa onu yaparım. Ezilen ulusların hakları da bu amaç için elimde bir oyuncaktan ibarettir. Tutarlı olarak savunduğum bir prensip asla ve asla değildir.

Yani Türkiye ve Kıbrıslı Türk burjuva güçler açısından bakıldığında ulusların hakları persibi kendi burjuva çıkarlarıyla uyuştuğunda savunulan, kendi burjuva çıkarlarıyla uyuşmadığında savunulmayan ve dahası reddedilen bir önermedir. Yani burada bir tek gerçek tutarlılık söz konusudur: burjuva çıkarlar ve onları savunmak ve korumak için ne gerekiyorsa onu yapmak. Açıktırki burjuva çıkarlarla ulusal haklar biribirleriyle çakışmıyor, çatışıyor. çakıştığında bile çatışıyor.

Yani burjuvazi açısından bu prensip kendi iç çatışmaları içerisinde çöküp gitmiştir. Burjuvazinin ulusların haklarını savunmasını beklemek, hele hele Kıbrıslı Türkler gibi küçücük ve güçsüz bir ulusal topluluğu savunmasını beklemek, abesle iştigal etmektir.

Sadece Kürtlerin hakları bağlantısında değil, ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği konusunda da aynı sorunlar yaşanmaktadır. Türkiye kendi sınırları söz konusu olduğunda ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliğinin tutarlı bir savunucusudur. Gel gelelim bizzat kendisi Kıbrıs Cumhurriyeti'nin sınırlarını ihlal etmiştir. İkide bir Irak'ın sınırlarını ihlal etmektedir. Kıbrıs Cumhurriyeti'nin sınırlarını ihlal ederken Kıbrıslı Türkleri bahane olarak göstermekte, Ermenistan'ın aynı tür bahanelerle, Karabah'taki Ermenileri bahane göstererek Azerbeycan'ın sınırlarını ihlal etmesine ise karşı çıkmaktadır. Ve yine bu Azerbeycan'da da darbe yapmaya çalışmaktadır. Sırpların Bosna'daki Sırpları bahane ederek Bosna'yı bölmesine karşı çıkmaktadır. Kosovanın ise ayrılmasını teşvik etmekte, yani Yugoslavya'nın sınırlarının ihlal edilmesini teşvik etmektedir. vs. vs.

KKTC açısından da durumlar aynıdır. Kendi sınırlarını savunmakta - pardon Türk ordusuna ve Türk faşistlerine savundurtmakta demek istemiştik - çok ısrarlı olan KKTC, bizzat kendi varlığını başka bir ülkenin sınırlarının ihlaline borçludur.

Sadece bunlar da değil. Kendi ülkesinin sınırlarının ihlal edilemezliğini çok savunduğunu iddia eden Türkiye burjuvazisi kendi ülkesininin topraklarını Amerikan, İngiliz ve Fransız vb. büyük güçlerin hizmetine açmış, onların kullanımına sunmuş ve böylece ülkesinin sınırlarının ihlal edilmesine bizzat kendisi önayak olmuştur ve dahala daha olmaktadır. Kürtlare geldimi toprak yok, Amerika'ya geldimi toprak çok. Sınırda ne demek. Amerika'ya laf mı var.

Yani Türkiye ve Kıbrıslı Türk burjuvazisi söz konusu edildiğinde ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği persibi kendi burjuva çıkarlarıyla uyuştuğunda savunulan, kendi burjuva çıkarlarıyla uyuşmadığında savunulmayan ve dahası reddedilen bir önermedir. Yani burada bir tek gerçek tutarlılık söz konusudur: burjuva çıkarlar ve onları savunmak ve korumak için ne gerekiyorsa onu yapmak. Açıktırki burjuva çıkarlarla ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği prensipi çakışmıyor, çatışıyor. çakıştığında bile çatışıyor.

  1. Rumlar:

Kıbrıslı Rumlar, Türklerin ( ve Kıbrıslı Türklerin) 1974 işgali nedeniyle yerlerinden yurtlarından oldular, katledildiler. Kıbrıs Cumhurriyeti'nin toprak bütünlüğü çiğnendi. Kıbrıs'ın Kuzeyi işgal altında. Türk ordusunun işgaline son verilmeli. Kıbrıs'ın toprak bütünlüğü yeniden sağlanmalı. Bu sonucu elde etmek için ne gerekirse o yapılmalı. Bu bizim en doğal hakkımızdır.

Doğruya doğru. Bundan doğru ne olabilirki?

Kıbrıs'ın birliğini sağlamak için, Türk işgalini ortadan kaldırmak için diplomatik yolları tercih ederiz. Ama BM bir sonuç elde edemiyor. ABD'nin Türkiye'yle arası iyi, Türklere dokunmak istemiyor. AB ( ve belki Rusya-sağolsun AKEL'den yoldaşların da katkısıyla ) bu işi diplomatik baskılarla halletmemize yardımcı olursa, arkanızda biz varız deyip bu işi diplomatik alanda halletmemizi sağlarsa ne ala. Ama bu Türkler Kıbrıs'ın %37'sinin üstüne oturmuşlar, ordularını Kıbrıs'a yerleştirmişler, Kıbrıs'ı bölmeye ve tüm bu toprakların üzerine oturmaya kararlılar. Bu gidişle bize kalan tek alternatif savaştır. Savaşa hazırlanmalı. AB ve Rusya'da bu savaş hazırlığını destekler nasılsa.

Doğruya doğru. Bundan doğru ne olabilirki?

Ülkelerinin sınırları ihlal edilmiş. Kıbrıs Cumhurriyeti toprakları işgal edilmiş. Bu işgale son vermek, enternasyonal arenada kabullenilmiş olan Kıbrıs Cumhurriyeti'nin sınırlarını yeniden işgal öncesi sınırlar haline dönüştürmek her ülkenin, her devletin hakkıdır. Bu sonucu elde etmek için her ne gerekiyorsa onu yapmak gayet doğal haklarıdır. Savaşsa savaş. O kadar.

Görüldüğü gibi, bu görüşleri savunanlar gayet tutarlılar.

İyi ama, 1974'de Kıbrıs'ı Yunanistan'la birleştirmek ve böylece Kıbrıs Cumhurriyet'ini tümden ılga etmek, yok etmek için Yunanistan'daki askeri faşist cuntanın ( ve CIA'nin) emriyle darbe yapıp, bu Cumhurriyetin resmi hükümetini devirenler kimlerdi? Bunlar. İyi ama bu Cumhurriyeti savunmak için elde silah savaşan yurtseverleri, çoğunluğu AKEL taraftarı olan Kıbrıslı Rum yurtseverleri katledenler kimlerdi? Bunlar. Ne oldu Kıbrıs'ın sınırlarının ihlal edilemezliği ilkesine? Emperyalist anavatanla birleşmek gerici, emperyalist, şövenist ilkesi ardında kaynadı gitti.

İyi ama, Kıbrıslı Türkler kuzeye göç etmiş durumdalar. Onların'da ulusal hakları var. Kıbrıs'ın toprak bütünlüğünü savunma adına savaş yapacak, Kuzey Kıbrıs'a girecek ve Kıbrıslı Türklerin geçtim milli haklarını, hayat haklarını bile savaş ve katliamlarla yok edeceksiniz.

Ayrıca, Kıbrıs'taki Türklerin milli haklarını o kadar çok savunacaksanız, bunu Yunanistan'la birlikte nasıl yapacaksınız? Yunanistan'daki Türklerin milli hakları ayaklar altına alınıyor. Yunanistan onları askeri yasak bölgelere hapsediyor, mal edinme haklarını kısıtlıyor vb. Yunanistan'daki Türklerin milli haklarını çiğneyen Yunanistan'la birlikte Kıbrısta'ki Türklerin milli hakları nasıl savunulabilinir? 1956'da İstanbul Rumlarını katliam korkusuyla göçe zorlamış Türk burjuvazisiyle birlikte Rumların milli haklarını savunmaya çalışmak türü bir iş bu. Kim inanır buna?

Yani Yunanistan ve Kıbrıslı Rum burjuva güçler açısından bakıldığında ulusların hakları persipi kendi burjuva çıkarlarıyla uyuştuğunda savunulan, kendi burjuva çıkarlarıyla uyuşmadığında savunulmayan ve dahası reddedilen bir önermedir. Yani burada bir tek gerçek tutarlılık söz konusudur: burjuva çıkarlar ve onları savunmak ve korumak için ne gerekiyorsa onu yapmak. Açıktırki burjuva çıkarlarla ulusal haklar biribirleriyle çakışmıyor, çatışıyor. çakıştığında bile çatışıyor.

Hem sonra ülkelerin sınırlarının ihlal edilmezliği sizin savunduğunuz bir ilke ise siz o zaman Türkiye'de sürmekte olanan Kürt milli hareketini niye destekliyorsunuz. Kürtler kendi devletlerini kurmak istiyorlar. Yani Türkiyenin sınırlarını değiştirmek, Türkiyenin toprak bütünlüğünü bölmek istiyorlar. Kıbrıs'a geldimi toprak bütünlüğü, Türkiye'ye geldimi Kürtlerin ayrılma hakkı. Kıbrıslı Türklerin ayrılma hakkına ne oldu?( Aynı sorunsalı Kürt milli hareketi yaşamaktadır. Onlarda Kıbrıs'ın toprak bütünlüğünü savunuyorlar. Türkiye Kıbrıslı Türkleri kullanıp Kıbrıs'ı işgal etti. Türk işgaline son verilip Kıbrıs'ın toprak bütünlüğü yeniden inşa edilmeli. İyi ama Kürt milli hareketi Kürt sorununu BM'lere, ABD'ye, AB'ye taşıyıp, onlar tarafından kullanılıp, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü bölmeyi hesaplıyor. Kıbrıslı Türklere gelince şöyle, Kürdistan'a gelince böyle.)

Yunanistan kendi sınırları söz konusu olduğunda ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliğinin tutarlı bir savunucusudur. Gel gelelim bizzat kendisi Kıbrıs Cumhurriyeti'nde darbe düzenlemiş, Kıbrıs'ı ilhak etmek istemiştir. Kıbrıs Cumhurriyeti'ni ilhak etmek isterken Kıbrıslı Rumları bahane olarak göstermekte, Türkiye'nin aynı tür bahanelerle, Trakya'daki Türkleri göstererek Yunanistan sınırlarını ihlal etmesine ise karşı çıkmaktadır. Sırpların Bosna'daki Sırpları bahane ederek Bosna'yı bölmesini ise desteklemektedir. vs.

Sadece bunlar da değil. Kendi ülkesinin sınırlarının ihlal edilemezliğini çok savunduğunu iddia eden Yunanistan burjuvazisi kendi ülkesininin topraklarını Amerika'nın hizmetine açmış, onun kullanımına sunmuş ve böylece ülkesinin sınırlarının ihlal edilmesine bizzat kendisi önayak olmuştur ve dahala daha olmaktadır. Türklere geldimi toprak yok, Amerika'ya geldimi toprak çok. Sınırda ne demek. Amerika'ya laf mı var.

Yani Yunanistan ve Kıbrıslı Rum burjuvazisi söz konusu edildiğinde ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği persipi kendi burjuva çıkarlarıyla uyuştuğunda savunulan, kendi burjuva çıkarlarıyla uyuşmadığında savunulmayan ve dahası reddedilen bir önermedir. Yani burada bir tek gerçek tutarlılık söz konusudur: burjuva çıkarlar ve onları savunmak ve korumak için ne gerekiyorsa onu yapmak. Açıktırki burjuva çıkarlarla ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliği prensipi çakışmıyor, çatışıyor. çakıştığında bile çatışıyor.

Yani burjuvazi açısından bu prensip kendi iç çatışmaları içerisinde çöküp gitmiştir. Burjuvazinin ulusların haklarını ve ülkelerin sınırlarının ihlal edilmezliğini savunmasını beklemek, hele hele Kıbrıs Cumhurriyeti gibi küçücük ve güçsüz bir devleti yeyip içmek yerine, savunmasını beklemek abesle iştigal etmektir.

  1. Burjuvaziyle Proleterya arasında kalmış burjuvazinin hık deyicileri:

Federasyon diyenler bu tutarlılar tarafından, iki zıt yönden sıkıştırılıyorlar. Ortada kaldıkları için yakında canları çıkacak arkadaşların.

Federasyon demek en az iki ayrı devletin bir çatı altında, federal bir çatı altında birleşmesi demektir. Bunlar ayrı devletler oldukları için bunların federasyondan ayrılma hakları vardır. Bir tek Kıbrıs devleti olsa, Kuzey'de de bir federe devlet değilde otonom bir devlet olsa anlaşılır. Otonom bölgelerin otomatik bir ayrılma hakları yoktur. Bu demek değildir ki otonom bölgelerdeki uluslar ayrılmak için isyan etmezler veya federe devletin biri ayrılmak istediğinde federasyonun diğer devlet veya devletleri onun üstüne üşüşmiyecekler. Enternasyonal hukuk çerçevesinde böyle bir anlayış var ve bu mesela Yugoslavya'nın ve Sovyetler Birliği'nin parçalanmasında kullanıldı. Bizim açımızdan önemli olan federasyonu savunanların içine düştükleri çıkmazdır. Bir yandan federasyon savunacaksın, öbür yandan KKTC'yi tanımayacak, onun ayrılma hakkını, isterse Türkiye'yle birleşebileceği olgusunu tanımayacaksın. Olmaz. Ya o ya bu. Federasyoncular hem Kıbrıs'ın birliği, hem de federasyon diyerek ne Kıbrıs'ın birliğini, nede federe devletlerin ayrılma hakkını savunamaz duruma düşüyorlar.

Veyahutta tutarlı federasyoncular olarak KKTC'nin kuruluşunun oylayıcısı vede ateşli savunucusu haline geliyorlar.

Ayrıca, federasyon 1974 sonrasının ürünü olan şartlar üzerinden ortaya çıkmış bir önermedir. Girne'deki mallarını, ve pek çoğu canlarını yitirmiş Kıbrıslı Rumlar federasyonun Türkiye'nin emperyalizminin kabulu anlamına geldiğini, etnik temizliğin kabulu anlamına geldiğini, bu etnik temizliğin Bosna'da "Dayton" anlaşması üzerinden reddedildiğini, federasyonun reddedilmesi gerektiğini ileri sürerken haklı değillermi? Tabii ki haklılar. Federasyoncular bir haksızlığı kabullenip, onun üzerinden haklılık inşa etmeye çalışıyorlar. Haksızlık yapanların ürettiği şartları kabullenip hayatı idame etmek istiyorlar. Kıbrıslı Rumların karşılaştıkları milli haksızlığı kesinleştiriyorlar.

"Dayton" tipi bir anlaşma zorlanırda göçmenler eski yerlerine geri gidebilir dense ne olacak? Bosna'da olanlar olacak. Yeni düşmanlıklar körüklenecek. çık işin içinden çıkabilirsen.

Ayrıca federasyoncular sadece haksızlık yapanların ürettiği şartları kabullenmekle kalmıyorlar. Onlar haksızlık yapanların Kıbrıs'ta hak iddia etmelerini de normal karşılıyorlar. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantörlüğüne karşı çıkmıyorlar. BM' de karşı çıkmıyor. Federasyoncular Kıbrıs'ta yedikleri haltlar ortada olan güçlerle birlikte, onların onayı sayesinde kurulacak bir federasyon şartlarında herşeyin hallolacağını ileri sürüyorlar. Hem Kıbrıslı Türklerin milli hakları savunulacak, hemde Kıbrıs'ın toprak bütünlüğü yeniden sağlanacak. Ölme eşşeğim ölme!

Federasyon diyenler Türkiyeli Türk ve Kürt gšçmenlerin Kuzey Kıbrıs'a yerleştirilmelerine çok bozuk çalıyorlar. Haklılar. Ama federasyon önerileri bizzat Kıbrıs halkının göçü sayesinde mümkün oldu. Ve federasyon bu göçü kesinleştiren bir önermedir. O ne olacak? Kabul mü, "Dayton"mu?

Federasyoncular, burjuva şartlar altında ortaya çıkacağını iddia ettikleri bu federasyon çözüm türüyle bir yığın milli hak çiğnenmesine, bir yığın insan hakları ihlaline, emperyalist tahakkuma, şövenizmi geriletmeyen şartların oluşturulmasına göz yummayı ve dahası bunlara çanak tutmayı üstleniyorlar.

4.İngilizler:

Tabii ki birde 1960 anlaşması ve onun üzerinden İngiltere, Türkiye ve Yunanistan'ın Kıbrıs üzerinde BM tarafından da kabül görmüş olan bir yığın hakları var.

İngiltere mesela, milletlerin haklarının ateşli bir savunucusudur. Sadece milletlerin haklarının mı? İnsan haklarının da. Ne insan severdir İngiliz emperyalizmi. Bilmeyen varmı? Bunlar Kıbrıs konusunda silahsızlanmadan tutunuz da, biz sizi korururuza kadar pek çok yardımsever öneriler sunuyorlar. Federasyon kurulsa sınırları kendi askerleriyle korumayı bile üstleniyorlar. Gözümüz yaşardı. Bu ne Kıbrıs sevdası.

Ama ne hikmetse, yönetimdeki çok sosyalist ve insansever Emek Partisi hükümeti bile tutmuş Kıbrıs'taki üslerimiz Kraliçenin topraklarıdır diyor. Elini uzatanın elini kırarız. Hakkımızı yedirmeyiz diyorlar.

Onlar da haklı. Nede olsa Kraliçeciklerinin toprakları BM tarafından kabul görmüş hakları. O topraklara el uzatanın elini kırmak tabii ki hakkıdır.

Hak verilmez alınır derler ya. İngiliz emperyalizmi de aynen deyip hakkını almış. Türkiye ve Yunanistan'da.

Ve yukarıdaki siyasetlerin savunucarının tümüde, ulusların haklarının, ülkelerin sınırlarının ihlal edilemezliğinin, kardeş kardeş yaşamanın taraftarlarının tümüde bu konuda ağızlarını açmıyorlar. İngiltere, Türkiye, Yunanistan'ın Kıbrıs üzerinde var olan hakları sürdükçe Kıbrıs'ın toprak bütünlüğünün anlamı nedir? Tüm bunlar sürdükçe sadece Kıbrıslı Türklerin değil, Kıbrıslı Rumların'da ulusal hakları ayaklar altına alınmış değilmidir?

Ülkelerin toprak bütünlüğü, ulusların hakları, tüm bunlar savunulacak ama aynı zamanda 1960 Anlaşması ve İngiltere, Türkiye ve Yunanistan'ın bu anlaşmadan doğan Kıbrıs üzerindeki hakları da savunlacak. Bu imkansız bir olgudur. Bu öneriler birleştirilemez önerilerdir. Bu öneriler birleştirildiğinde ulusal haklar kendi içlerinde çökerler. Kendi çelişmeleri tarafından çökertilirler. Milletlerin haklarının burjuva savunusunun başına gelen de tamı tamına bundan ibarettir.

-D- MİLLETLER SORUNUNDA BURJUVAZİNİN İFLASI

Tüm bunlardan çıkan kesin bir tek sonuç vardır.

UluslarınĞülkelerin haklarının burjuvazi tarafından korunması ve savunulması imkansızlaşmıştır. Ulusal haklar kapanın elinde kalıyor prensibine teslim edilmiştir. En büyük emperyalistler tümünü, daha küçükleri kendilerinden küçüğünü ve tümüde kücücükleri ezmekle meşguldürler. Küçükler kendi halklarının ulusal çıkarlarını kendilerinden büyüklere teslim etmekte, kendileri de kendilerinden küçüklerin haklarını çiğnemekteler. Ve tüm bu süreç en rezil, en barbarca yšntemlerle sürdürülmektedir.

Ulusal hakları burjuvazinin eline bırakmak abesle iştigal etmektir. Onların ulasal hakları savunmak diye bir dertleri kalmamıştır. Onların tek derdi işçi sınıfını baskı altında tutmak ve yeşil dolarları depolamak derdidir. Bu amaçlar için milli haklar satışa çıkarılmış, başka halkların milli çıkarları da aynı amaçlarla ayaklar altına alınmıştır. Ortaya çıkan tabloda bir burjuva hakkı savunmak için iki burjuva hakkı çiğnemek gerekmekte, iki burjuva hakkı savunmak için dšrt burjuva hakkı çiğnemek gerekmekte sonuçta ise ulusların çıkarına olan hiçbir sonuç elde edilememektedir. Kazanan emperyalist sistem, büyüklü küçüklü emperyalistler ve son tahlilde en büyük emperyalist güçler olmaktadır. Kaybeden uluslar ve proleterya olmaktadır.

Bugünün ulusları artık kesin bir şekilde burjuvazisiz uluslardırlar. Burjuvazi ulusun bir parçası olmaktan çıkmış, ulusal hainler safına taşınmıştır. Bu genel tespitten istinalar olacaktır, fakat onlar istina olarak kalacaktır ve istinalar üzerinden siyaset inşa edilemez.

Ulusların haklarını savunmak işçilerin, köylülerin, tüm emekçilerin ve yurtsever entellektüellerin devrimci kesimlerinin omuzlamak zorunda oldukları bir görevdir. Ve ancak ve ancak onların çözebileceği bir görevdir.

Bizim vardığımız sonuç budur. Anti-emperyalist cephe hükümeti programımız bu sonuçtan hareket etmektedir.

Gerek yozlaşmış ve bugünlerde burjuvalaşmış anavatan hainleri, gerekse onların ağababaları yabancı emperyalistler, milli sorunun çözüldüğü Sovyetler Birliği'nde 40 yıllık hazırlık sonrası zaferlerini milli düşmanlıkları körükleyerak güçlendirmek ve korumak yöntemini devreye soktular. Sosyalist milletleri burjuva milletlere dönüştürmek için herşey mübah görüldü. Sovyetler Birliği milli düşmanlıkların en kötü şekillere büründüğü bir milletler topluluğuna dönüştürüldü. Burada, Sovyetler Birliğinin federal bir devlet olması olgusu, bu devletlerin ayrılma haklarının mevcudiyeti hem Sovyetler Birliğini bölmek ve zayıflatmak, hemde anavatan mallarını yabancı emperyalistlerle birlikte yağmalamaktan başka bir amaçları olmadığından dayanma güçleri de olmayan vatan hainlerinin iktidarlarına bir soluk aldırmak, bu iktidara bir dayanak yaratmak için sosyalist milletler arasında 40 yıldır yavaş yavaş ve altan alta körüklenen düşmanlığı patlatmakta kullanıldı. Her ne kadar şimdi sıra federal devletleri olmayan ulusların Rusya'dan ayrılığını körüklemeye de geldiyse de, bu konuda nasıl davranılacağını Rusyadan çekinildiği için Rusya'da değil Yugoslavya'da, Kosova'da göreceğiz.

Ulusal hakların burjuva çerçevede savunulması işte Sovyetler Birliği'nde en açık ve bariz şekliyle gerici karekterini, proleteryaya düşmanlık karekterini sergilemiştir. Uluslar arası ilişkilerin burjuva çerçevede ele alınmasını teşvik etmek, yani uluslar arası rekabet, düşmanlık ve savaşları teşvik etmek siyaseti açıkça gerici bir karektere bürünmüştür. Uluslar arası ilişkilerin işbirliği, dostluk ve dayanışmayı teşvik siyaseti çerçevesinde ele alınması zorunluluk haline gelmiştir. Ya ulusal ilişkiler bu çerçevede yeniden düzenlenir, ya da uluslar arası ilişkiler barbarlığa dönüşür. Başka seçenekler, orta yollar arayanlar son tahlilde barbarlığın cephesine güç katar duruma düşmekten kurtulamayacaklardır.

Ya o, ya bu. Kriz dönemleri bunu empoze eder. Dünyanın tüm işçileri siyasetlerini, ulusal siyasetlerini de, içinde bulunulan kriz olgusuna göre ayarlamalıdırlar.

Ya o, ya bu. Sadece altta kalanın değil, arada kalanın da canı çıkacaktır.

-III- KIBRIS'TA BURJUVA-EMPERYALİST ÇÖZÜM ÖNERİLERİ.

  1. ANLAŞMAMA (MEVCUT VEYA BENZERİ YENİ BİR DURUM)

Kıbrıs'ta sürmekte olan durumun mevcut güç dengelerine dayanan ve 24 yıldır ayakta duran bir emperyalist çözüm türü olduğuna daha önce değinmiştik. Kıbrıs'ta etkin tüm yabancı emperyalist güçlerin ve onların Kıbrıs'taki uşaklığını üstlenmiş yerli burjuva güçlerin çözüm olduğunu kabül etmediği bir çözüm. çözüm olduğunu kabül etmedikleri için önerdikleri çözümlerin hiç mi hiç çözüm olmadığı bir çözüm. Bu durum bir müddet daha sürebilir. Mümkündür.

Bu tür bir çözümün güçler dengesindeki değişiklikleri yansıtan yeni bir burjuva çözüme dönüşebileceğine de değinmiştik. Aşağıda ele alacağımız çözüm türleri dışında güçler dengesindeki değişmenin bir ürünü olarak ortaya çıkacak çözüm türlerinden biri de aynen bu tür, yani anlaşmamayı yeni güçler dengesi şartlarında sürdüren bir çözüm türü olacaktır. Mesela savaşırlar, binlerce Yunanlı, Türk, Kıbrıslı Rum ve Türk'ü öldüren bir savaş yaparlar, sınırları şu veya bu yönde az biraz veya çok değiştirirler ve yine üzerinde anlaşmadıkları şartlarda karşılıklı cephelere çekilirler vb.

  1. ANLAŞMA.

Kıbrıs'taki milli sorunun üç cephesini oluşturan, dolayısıyla bu sorunun çözümünde esas belirleyici olan güçler, yani Yunanistan-Türkiye, Kıbrıslı Rum-Kıbrıslı Türk hükümetleri ve İngiltere görüşmeler üzerinden, barışçıl bir anlaşmaya varırlar. Bu anlaşma üç şekil alabilir gel gelelim tüm bu üç şeklin iki ortak yanı olmak zorundadır.

Birincisi; İngilterenin üslerine, İngilterenin 1960 Antlaşması üzerinden sahip olduğu ada üzerindeki hakimiyet haklarına dokulmayacaktır. Bu olmamış anlaşma da olamaz. Bu olmamış niye bir anlaşma olamıyacağına ileride değineceğiz. Aşağıdaki anlaşma şekillerini, anlaşma türlerini incelerken yukarıda değindiğimiz İngiltere'nin Kıbrıs üzerinde var olan "haklarının" tüm taraflar tarafından korunduğunu varsaymaktayız.

İkincisi; ada'da Kıbrıslı Rum ve Türk kesimler arasında bugünkü mevcut sınırların Kıbrıslı Rumlar ve Türkler ve Türkiye ve Yunanistan'ın anlaşması çerçevesinde ya olduğu gibi kabüllenilmesi ya da yeniden belirlenmesi ve her iki taraf tarafından da tanınarak bir kesinlik kazanması.

Bu çerçevede şü üç seçenek ortaya çıkmaktadır:

2.1- Kıbrıs'ta İngilizlerin malı, İngilizlerin toprakları olarak İngilizler tarafından yönetilen İngiliz üs bölgeleri varlığını korurken; Güneyde Kıbrıslı Rumların, Kuzeyde Kıbrıslı Türklerin birer devleti kurulur. Bu devletlerin ne türler alacağı, "bağımsız" ve laik Cumhurriyet mi, "bağımsız" ve dinci Cumhurriyet mi, krallık mı, sultanlık mı; Yunanistan'ın bir ilimi, otonom bölgesimi, Türkiye'nin bir ili mi, otonom bšlgesimi vs. vs. her devletin ve dolayısıyla Türkiye ve Yunanistan'ın kendi bileceği iş olur. Kendileri, kendi aralarında, daha sonra veya anlaşma sırasında "milli kardeşler" olaraktan bu sorunu da "çözerler".

Bu anlaşmanın garantörlere ihtiyacı yoktur. Her devlet istediği devletle istediği türden işbirliğini örgütleme hakkına sahiptir. Bu şartlarda ancak ve ancak Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliği'nin tam üyesi olması garanti altına alınmıştır. Yunanistan'la birleşirlerse, Yunanistan AB'nin parçası olduğundan, Yunanistan'la birleşmezlerse hali hazırda AB ile tam üyelik konusunda hemen hemen anlaşmış olduklarından dolayı. Kıbrıs Türk kesimi ise ancak ve ancak Türkiye ile birleşmeyi kabüllenmez ve "bağımsız"lığını korursa AB'nin tam üyesi olabilir. Türkiye'nin parçası olursa Türkiye'nin bu konudaki gelişmesine uyar. Bu devletlerden "anavatan"la birliği seçeni otomotikman NATO'nun da bir parçası haline gelir. Tüm bunlardan sonra açıktır ki ada da Birleşmiş Milletler güçlerine pek gerek olmayacaktır, ama anlaşmaya taraf güçler BM güçlerini ve diğer güçleri sınırlarda tutmayı gerekli bulabilir, vs.

2.2- Kıbrısta İngilizlerin malı, İngilizlerin toprakları olarak İngilizler tarafından yönetilen İngiliz üs bölgeleri varlıklarını korur; Güneyde Kıbrıslı Rumların, Kuzeyde Kıbrıslı Türklerin birer devleti kurulur. Bu devletler Federal bir devlet olarak, yani esas ağırlığı Kıbrıslı Rum devletinde olan bir çatı altında Kıbrıs Federal Cumhurriyeti olarak birleşirler.

Bu şartlarda Kıbrıs Rum ve Türk kesimlerinin şu veya bu şekilde Yunanistan veya Türkiye'ye katılmaları dıştalanır. Her iki taraf ve Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin bu Federasyonun nasıl bir Federasyon olacağını, tek tek devletlerin ve Federal devletin nasıl bir çerçeve içinde kurulacağını ve haklarının neler olduğunu anlaşma sürecinde belirlemeleri gereklidir, dolayısıyla tüm bu sorunları anlaşma sürecinde "çözerler". Bu anlaşmayı açık ki İngiltere, Türkiye ve Yunanistan garantileri altına alırlar. Anlaşmanın garantörleri olurlar. Bu Federasyonun AB üyeliği, NATO üyeliği vb. sorunların da antlaşma sürecinde "çözülmesi" gereklidir.

Federasyon bu iki ayrı devletin asgari hedeflerde aynı yönde ilerlemeyi istemelerini gerektiren bir gönüllüğü birliği olduğu oranda bir anlam ifade eder. Belirli konularda aynı yönlerde ilerleme isteği varsa bile eğer bu iki devleti ayrı hedeflere yönelten istekleri daha ağır basıyorsa federasyon hiç bir anlam ifade etmez. Laf ola beri gele misali, lafta bir federasyon taraflara empoze edilebilir. Ama bu tamamiyle lafta bir federasyon olarak kalır. Hele hele federasyonların tarihine bir göz attığımızda, bunlardan en konfederal bir tür olan İsviçre Kantonlarının bile merkezi hükümetin ağırlığına yol açmak zorunda olduğu akılda tutulursa, bu iki devletin her ikisinin birden merkezi hükümeti güçlendirme eğilimi yoksa, federasyon lafızdan ibaret kalır ve merkezi hükümetin güçlenmesini önlemek isteyen kesimin yıkıcı faaliyetleriyle zaman ve güç harcamaktan başka bir şey beceremez. Gerçek bir federasyon olarak hiç var olamaz, lafız olarak varlığı, sözde varlığı da şu veya bu şekilde, şu veya bu zaman sonrası yok olur.

Bu federasyonun varlığını koruması ve gelişmesinin tek şartı Kıbrıs Rum kesiminin ve dolayısıyla Yunanistan'ın ağırlığını artırmasına ve süreç içerisinde Kıbrıs Türk kesiminin ve Türkiye'nin Kıbrıs'taki etkinliğini yitirmesine bağlıdır.

Bazılarına, az biraz tutarlı bir federasyon, Yunanistan'ın yanında Türkiye'nin de AB'ye üye olması, Federal Kıbrıs'ın da AB'ye üye olması şartlarında mümkün gšrünmektedir. Türkiye, Yunanistan, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk burjuva devletleri bir çatı altına gelmekte, aynı hedefe, AB' çatısı altında "barış ve demokrasi" içinde aynı hedefe, AB çatısı altında gelişme hedefine yönelindiği sanılmaktadır. Bu tam bir hayaldir. Kapitalizmin özünü kavrayamamaktan kaynaklanan tam ve ham bir hayal. AB içinde bir ve aynı hedefe yönelmek için AB içinde büyük güçlerin aynı hedefe yönelmesi gereklidir. Gel gelelim Almanların sömürülmesine dayanarak Fransızların başını çektiği AB ortak hedefi Almanların güçlenmesine, İngilizlerin de AB'ye girmesine bağıntılı olarak; Alman-Fransız işbirliğini sürekli baltalamaya çalışan İngiliz-Amerikan işbirliğine bağıntılı olarak; her geçen gün artan ekonomik krize bağıntılı olarak sürekli bir sallantı dönemine girmiştir. Tüm bunları bir kenara bile koysak, "barış ve demokrasi" içinde ve AB çatısı altında olan bir Kıbrıs Federe devletinin az biraz bir Alman ve Fransız kaşımasıyla İngiliz üslerinin kendi toprakları olduğunu hatırlamıyacağının garantisini İngiliz emperyalizmine kim verebilir? Anlaşmalar mı? İngiliz emperyalizmi bu bazı akıldanelerin tersine lafla peynir ekmek gemisinin yürümeyeceğini bilecek kadar bilgilidir. Ya Türkiye ve Yunanistan'a ne demeli? Onların Ege sorununu kim halledecek? AB mi? Türkiye'nin Yunanistan'daki Türk azınlığı kaşımasını kim önleyecek, Yunanistan'ın İstanbul hevesini kim önleyecek? AB mi? Ne demokrat ne barış sever bir AB imiş bu! Yugoslavya'yı bunlar halletmedi her halde? Doğu Avrupayı bunlar alt üst etmedi her halde! Her halde AB severlerin bir bildiği var bizim bilmediğimiz, söylerseler biz de öğreniriz.

AB çatısı altında bile bu güçlerin kuracağı bir federasyon palavradan ibaret olacaktır ve pek çok yıkımların zeminini hazırlamaktan başka bir görev görmiyecektir.

Yunanistan ve Türkiye'de sürmekte olan sınıflar ve milletler arası savaşı kim önleyecek? AB Mİ yoksa bu AB hayranı, sınıf savaşımlarını unutmuş baylarımız mı?

Dünyanın tam bir kargaşaya sürüklendiği, ya barbarlık ya sosyalizm seçeneklerinin kendini empoze ettiği günümüzde bu baylarımız her şeyin güllük gülüstanlık yürüyeceğini umuyorlar. Hem de nerede? Dünyanın en büyük silah deposu olan Kıbrıs'ta?? Ya bunlar aptal, şapşal ve Kıbrıs'ın Rum ve Türk halkına ihanet içindeler, ya da biz. Bu işin orta yolu yok.

2.3- İkinci seçenekte, federasyon seçeneğinde olduğu şekilde, ama bu sefer bir konfedersayon kurulur. Konfederasyonun bir özelliği merkezi hükümetin hemen hemen hiç bir güce sahip olmamasıdır. Federasyon mu, Konfederasyon mu seçeneklerinden birini seçmeye zorlandıkların da Kıbrıs Türk burjuvazisinin seçimi de tamı tamına bu nedenle konfederasyondur.

Gel gelelim, konfederasyonların tarihi de onların federasyon yönünde geliştiklerini, böyle bir gelişmeye karşı olanların da federasyona karşı şavaşmak zorunda kaldıklarını gösterir. ABD ve ABD iç savaşı bunun tipik örneğidir Dolayısıyla federasyonla ilgili tüm görüşlerimiz konfederasyon için de geçerlidir.

  1. GERİCİ, EMPERYALİST SAVAŞ

Bugün hepimizim gözleri önünde Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi ve Kıbrıs'taki çıkar çatışmasının savaş yoluyla çözümlenmesinin zemini hazırlanmaktadır. Bu hazırlığın arkasında daha başka çıkar çatışmaları da gizlidir. Mesela Sovyetler Birliğinin yenilgiye uğratılmasında Amerikan Gizli Servisleriyle işbirliği halinde aktif rol üstlenmiş Türkiye burjuvazisinin Amerikan-İngiliz emperyalizmiyle işbirliği halinde bugünkü Rusya'yı iyice zayıflatıp "Türki Cumhurriyetleri" ve diğerlerini Dünya halklarının bu katillerinin etki alanına çekerek bundan bir fayda elde etmeyi ümit eden emperyalist planları ve bu planlara karşı Yunanistan'ı Türkiye'ye karşı kullanmak istiyen Rusya ve Almanya-Fransa işbirliği. Mesela Kürt sorununu kesin bir şekilde halletmek için Suriye'ye karşı İsrail'le işbirliği politakasını geliştiren Türkiye'nin Arap uluslarının petrol zenginliği tarafından kabartılan iştahı ve Araplara karşı emperyalist bir politika geliştirme ham hayali ve bu politikaya karşı Suriye ve Yunanistan'ın yüksek sesli ve Rusya, Almanya, Fransa'nın sessiz ittifakı. Bu ittifaklarda Rusya genellikle en güçlü güç olarak šne çıkartılır. Fakat bu palavradır. Rusya'nın bugünkü hırsız yöneticileri Rusya proleteryası ve kollektif çiftçilerini soymakla meşgüldürler ve bunun için yabancı emperyalistlere muhtaçtırlar. Onlar ancak ve ancak kullanılmak için vardırlar.

Bu savaş hazırlığının Kıbrıs kanadına baktığımızda, Kıbrıs Rum burjuvazisinin Türkiye tarafından işgal edilen Rum topraklarını anlaşmalar üzerinden geri alma ümidini yitirdiği oranda bu toprakları savaş ile geri almak, Kıbrıs''taki Türk (Türkiye) ordusunu anlaşmalar üzerinden Adadan kovma ümidini yitirdiği oranda bunu bir savaşla başarmak için hızlı bir silahlanma politikası güttüğünü, bu savaş hazırlığının bir parçası olarak emperyalist Yunanistan'la bu savaş için işbirliği anlaşması yaptığını ve Rusya'yı devreye sokmaya çabaladığını görüyoruz.

Şu andaki kontrolünde duran toprak parçasından gayet memnun olan Kıbrıslı Türk burjuvazisinin ise hiç mi hiç savaş taraftarı olmadığı, gayet barışçı olduğu, ancak ve ancak bu savaş tehditlerine karşı Türkiye'yi ve Kıbrıs'taki Türk (Türkiye) ordusunu arkasına alıp kendini savunma pozisyonuna büründüğünü görmekteyiz. Bir de, tabii ki, ancak ve ancak kendisinin ve Türkiye'nin çıkarlarını koruyan, dolayısıyla da Yunanistan ve Kıbrıs Rum hükümetinin çıkarlarını zedeleyen bir anlaşmaya taraftar olması, başka türlü bir anlaşmaya yanaşmayıp savaşı tek alternatif olarak Yunanistan ve Kıbrıs Rum hükümetine empoze etme pozisyonuna bürünmesi.

Yukarıda ele aldığımız durumlarda daha Türkiye ve Yunanistanın içinde bulunduğu durumlara, İngiltere'nin Kıbrıs'taki etkinliklerine değinmedik bile.

Bu şartlarda Kıbrıs Rum hükümetinin başka bir alternatifi olmadığı için Kuzey Kıbrıs'a karşı, Türkiye'ye karşı yürüteceği bir savaşın bir ülkenin yabancı güçlerce işgal edilmiş topraklarını bu işgalcilerden kurtarmak için yürütülen, burjuva çerçevede de olsa haklı bir savaş olarak değerlendirmek büyük bir yanılgı olacaktır. Böylesi bir savaş bölgedeki emperyalist hesaplaşmaların bir aracı olmaktan başka bir görev üstlenemiyecektir. Bu nedenle biz bšylesi bir savaşa karşıyız. Bu karşı çıkışın görünürde, ama sadece görünürde Türk işgalcilerinin politikalarıyla çakıştığını bilmemize rağmen karşıyız.

Şu ana kadar böylesi bir savaşın başlatıcısı olarak Kıbrıs Rum hükümeti ve onların Yunan ortakları, daha doğrusu "anavatanları" görünmektedir. Fakat bu sadece bir görüntüdür. Türkiye'nin içinde bulunduğu durum dikkatle incelenirse Türkiye'nin bugünkü yöneticilerinin tıpkı 1974'de bir kumar oynayan Yunan Cuntası, tıpkı Falklands'da bir kumar oynayan Arjantina Cuntası gibi bir kumar oynamayacağının garantisi yoktur. Hele hele İngiltere tarafından alttan alta kışkırtılan bu yöneticilerin böylesi bir kumar oynamayacaklarının hiç mi hiç garantisi yoktur.

Daha doğrusu, kim tarafından başlatılırsa başlatılsın, böylesi bir savaşı önleyecek tek güç Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs proleteryasındadır. Bu savaşın şu veya bugün, şu veya bu taraf tarafından başlatılmasını bu güçler dışında başka hiçbir güç önleyemez.

Böylesi bir savaşın Kıbrıs'taki muhtemel sonuçları şunlardır. Adanın tümünün veya daha geniş bir kesiminin Türkiye tarafından işgali. Bu pek çok Kıbrıslı Rumun katli ve göçü belki de adayı terki anlamına gelecektir. Adanın tümünün veya daha geniş bir kesiminin Kıbrıslı Rum ve Yunanistan ittifakı tarafından işgali. Bu pek çok Kıbrıslı Türk ve Türk-Kürt Türkiyeli göçmenin katli ve göçü belki de adayı terki anlamına gelecektir. Bu şartlarda emperyalist çözüm önerilerinden yukarıda değinidiğimiz birinci veya ikinci çözüm önerileri tekrar devreye girebilir.

Veya yeni bir çözüm şekli, Rumların adadaki tüm Türkleri temizliyerek Türk ve dolayısıyla Türkiye sorununu kökten çözmeleri, Türklerin adadaki tüm Rumları temizliyerek Rum ve dolayısla Yunanistan sorununu kökten çözmeleri şeklinde insanlık düşmanı tüm canilere çok yakışır bir çözüm şekli ortaya çıkabilir. Bunun ihtimallerden biri olduğunu göremiyenler Bosna'ya bir göz atsınlar. Tabii ki bu savaş Kıbrıs ile kısıtlanamayıp, Ege ve Batı Trakya'ya, Türkiye ve Yunanistan arasında bu bšlgelerde bir savaşa da dönüşebilir ve bunun muhtemel sonuçlarını da okur düşünebilir.

Biz Kıbrıs Rum hükümetinin Kıbrıs'ın kuzeyini işgal etmiş olan Türkiye'ye karşı girişeceği bir savaşa işte bu ve böylesi nedenlerle karşıyız. Böylesi bir savaş, mevcut burjuva güçler tarafından yürütecek böylesi bir savaş başlangıcında bir ülkenin kendini işgal eden bir başka ülkeye karşı haklı bir savaşı gibi görünse bile, bu savaş tüm içeriğiyle tüm gelişmesi çerçevesinde emperyalist ve katliamcı bir savaş şeklini almak zorundadır, böylesi bir gelişmeden kurtulamaz. İşte biz bu nedenle böylesi bir savaşa karşıyız. Türkiye'nin böylesi bir savaşa girişmesine ise açıktır ki baştan karşıyız, çünkü Türkiye'nin Kıbrıs'ta girişeceği bir savaş açıkça emperyalist amaçlı bir savaş olacaktır. Savunma amacıyla, muhtemel bir savaşı önleme amacıyla yürütülse bile bu böyle olacaktır.

  1. SORUNUN BAŞKA BİR BURJUVA çÖZÜMÜ: A.B. ÜYELİĞİ

A.B. üyeliği sayesinde, bu daha güçlü emperyalisler gurubunun üyeliği sayesinde, Türkiye'nin Kıbrıs'ın üzerinde Demokles'in kılıcı gibi salladığı emperyalist savaş tehdidinden kurtulmak "yüce amacı"nın, ve farklı bir milli gurup olarak yok olmakla karşı karşıya olan Kıbrıslı Türkleri koruyabilme ümidinin farkındayız.

Bazıları, Kıbrıs'ta kurulacak bir burjuva federasyonun yol açacağı tüm problemlerin bu federasyonun A.B. ile federasyonu (üyeliği) sayesinde çözülebileceğini ileri sürüyorlar. Anlaşılan o ki, bu üyelik sayesinde Kıbrıs'taki federasyonun her iki kanadı da ortak bir amaca sahip olacak: barışçıl, demokratik ve modern bir şekilde gelişmek.

Bu mümkün mü? Bu kişilerin Kıbrıs halkına böyle bir öneri ile yanaşmalarının zemini nerededir? Emperyalist kapitalizmin eğilimleri konusunda bir haber olduklarını anladık. İyi ama yüzümüze bakmakta olan olgulara ne demeli?

Kuzey İrlanda nerede? İskoçya ve Galler Ülkesi nerede? Bask ülkesi, Katalonya, Korsika? Cibralta'ya ne oluyor? Kuzey İtalya'da ne oluyor? Yunanistan'daki Türk azınlığa ne oluyor? Almanya'yı kim birleştirdi ve bu birleşme barışçıl, demokratik ve moderleştiren bir birleştirmeymiydi? Avusturyalıların Almanlığını kim ileri sürüp duruyor? Avrupa'nın dört bir tarafındaki göçmenlere ve siyasi mültecilere neler oluyor? Kıbrıs' üzerine hak iddia edenler kimlerdir, A.B. üyesi olmaları mümkün mü? Yugoslavya'da ne oldu ve olanları kim örgütledi? çekoslavakya'ya ne oldu ve olanları kim örgütledi? Tüm proleterlerin anavatanı Sovyetler Birliği'nin dağılması ve mahvedilmesinde aktif bir rol alanlar kimlerdir? vs., vs. Dikkat ediniz, daha her bir A.B. üyesi ülkede, bu ülkelerin proleterleri ve emekçi halkına karşı sürdürülmekte olan topyekün saldırıya değinmedik bile. Ve Avrupalı güçlerin dünyanın başka bölgelerinde, mesela Afrika'da giriştikleri canice faaliyetlere de değinmedik.

Kıbrıs Federal Cumhurriyeti olarak A.B. ile birleşme projesi başarı kazansa bile, bu Kıbrıs'ın karşı karşıya olduğu hiçbir milli sorunu çözmiyecektir. 1960 öncesi Kıbrıs sadece İngiltere'yi göğüslemek zorundaydı. 1960 sonrası Türkiye ve Yunanistan da Kıbrıs üzerinde hukuki hakları olan ülkeler olarak devreye girdiler. Eğer bu Federal Cumhurriyet olarak A.B. üyeliği projesi başarı kazanırsa, daha da çok yabancı emperyalist güç Kıbrıs'ta hukuki olarak hak iddiasıyla devreye girecek.

A.B. proleteryanın devrimci bir projesi değildir. A.B. dünya emperyalist burjuvazisinin karşı devrimci bir projesidir.

Kıbrıs halkı dünya proleterleri ve halkı yerine Türkiye, Yunanistan, İngiltere veya A.B. emperyalistleriyle birleşmeyi seçmeyecetir.